Suriyeliler dönmek istemiyor, şimdi ne olacak? - Ercüment Akdeniz

Araştırmacı-anketör Adil Gür, Türk-İş Genel Kurulunda Suriyelilerle ilgili sunum yaptı. Gür’ün saha araştırmasına göre; Suriyelilerin yüzde 44’ü oluşturulacak güvenli bölgeye gitmek istemiyor. Yüzde 30 kadarı da “Belki giderim, belki gitmem” diyor. Görüldüğü üzere Suriyeli mülteciler hâlâ “güvenli bölge” projesine mesafeli. Bunda hem can korkusu hem ekonomik kaygılar var. Üstelik bir kuşak artık Türkiye’de kalıcı hale geldi. 500 bin Suriyeli çocuğun Türkiye’de doğmuş olması bunun en önemli kanıtı.

Habertürk TV’de canlı yayında konuşan Prof. Dr. Ersan Şen Suriyeli mültecilerin bu tercihine çok hiddetlendi ve referandum önerdi, “Hodri meydan millete soralım o zaman” dedi.

REFERANDUM YAPILABİLİR Mİ?
“Suriyeliler geri gönderilsin mi gönderilmesin mi?” diye bir referandum yapılsa sonuç ne olur? Aslına bakarsanız bunun için ortaya sandık koymaya da gerek yok. Hatırlarsak daha önce KONDA’nın yaptığı ankete göre; AKP tabanında yüzde 59.0, CHP tabanında yüzde 82.6, MHP tabanında yüzde 63.6, HDP tabanında yüzde 71.6 ve İyi Parti tabanında yüzde 61.8 oranında kişi “sığınmacılardan memnun değilim” demişti!

Dolayısıyla maharet bu kriz ve yoksulluk ortamında referandumdan ne sonuç çıkacağını öngörmek değil, uluslararası hukuk açısından “temel insan haklarının” referandum konusu yapılamayacağını söylemektir. Tıpkı işkence yapma yetkisinin halk oyuna sunulamayacağı gibi. Altını çizerek söyleyelim: herhangi bir ülkede mültecilerin geri gönderilmesi referandum konusu ya-pı-la-maz! Örneğin Almanya Türkleri, Bangladeş Arakan Müslümanlarını, ABD Meksikalıları geri göndermek için referandum yapamaz. Bunu önermek gericiliktir. Aynı şekilde bunu Türkiye’deki Suriyeliler için önermek de gericiliktir. Çünkü bu bir kez kabul edilirse eğer; sonuç mültecilerin küresel lincine gider.

STRATEJİ BELGESİ UYUM GETİRİR Mİ?
Suriyeli mültecilerin önemli bir bölümü Türkiye’de kalıcı. Bu gerçeklik düne göre daha görülür oldu. Geç kalınmış da olsa “uyum ve bir arada yaşam” modelleri devlet katında tartışılmaya başlandı. Ve nihayet İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) “Uyum Stratejisi Belgesi ve Ulusal Eylem Planı”nı açıkladı. Nihayet diyoruz çünkü planın hazırlık sürecinde yer alan akademisyenler belgenin açıklanmamasını eleştiriyordu.

Stratejik belge ve eylem planı 2018-2023 dönemini kapsıyor, yani 5 yıllık dönemi. Yayınlanan belgenin içinde eğitim, sağlık, “işgücü piyasası”, sosyal destek, yerel yönetimler gibi konu başlıkları var. Öneriler arasında; iki dilli eğitim/mesleki eğitiminden “yabancılar” için sağlık bölümleri açılmasına, psikolojik destek programlarından ortak kullanımına açılacak kültür merkezlerine kadar bir dizi proje bulunuyor. Bir çarpıcı başlık da yerel yönetimlere dair. Zira merkezi bütçeden yerel yönetimlere ayrılan pay konusunda, o şehirde yaşayan göçmen/mülteci nüfus daha önce gözetilmiyordu. Strateji belgesi bu konuda reform öngörüyor.

Peki, bu strateji başarı getirir mi? Bunu zaman gösterecek. Ama şu kadarını söyleyelim; 8 yıldır kendilerine “geçici koruma” kapsamı ötesinde bir statü hakkı tanınmayan Suriyeliler, bu belge içinde de “stratejik bir statüye” kavuşmuş değil. Öyle ki belgede Suriyeliler için baştan sona “göçmenler” ifadesi kullanılıyor ve mülteci olmaları gerektiği halde diğer göçmenlerle aynı statüde anılıyorlar. “Geçici koruma altındakiler” vurgusu ise kalıcı adımların atılmasını yine engelleyecek görünüyor.

Ulusal Eylem Planı’ndaki bir başka handikap da şu: İlgili ilgisiz neredeyse bütün çalışma gruplarında Diyanet İşleri’nin adı geçiyor. Sendikaların, emek örgütlerinin, halkın doğrudan katılımı ve karar aşamalarında yer alması yerine; “STK” olarak tarif edilen sembolik temsiliyetlere yer veriliyor. Ki bu durumda “uyum”un tabana inmesi biraz zor görünüyor.

EMEK İTHALATINA TÜRKİYE BURJUVAZİSİ DE TALİP
Stratejik belge diyor ki; “Ülkemiz, geçmişte uluslararası göç yollarında transit ülke konumundayken son yıllarda gerçekleştirdiği sosyoekonomik atılımlar neticesinde hedef ülke konumuna gelmiştir…” Burada anlatılmak istenen şey şu: Mülteci/göçmen emeği Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçmek yerine artık Türkiye’de kalıcı hale geliyor. Çünkü hem batıya geçmek eskisi gibi kolay değil hem de göçmen emeği üretim alanlarında yer tutmaya başladı.

Stratejik belge, Türk burjuvazisinin göçmen emeğini iç piyasaya çekmek ve mesleki eğitimden geçirmek için son yıllarda nasıl bir hazırlık içinde olduğunu da bizlere gösteriyor. Buna göre;

Hükümetin 10’uncu Kalkınma Planı (2014-2018) kapsamında; göçmen beyin ve işgücünün piyasada tutulabilmesi için “Turkuaz Kart” uygulamasına gidildi.
“15/01/2016 tarihli Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik ve 26/04/2016 tarihli Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi ve Uluslararası Koruma Statüsü Sahibi Kişilerin Çalışmasına Dair Yönetmelik çıkarılarak” göçmen emeğinin yasal sömürüsü için çalışma izinleri çıkarıldı.
“Türkiye’nin nitelikli işgücü çeken ülkeler arasındaki küresel rekabete dâhil olabilmesi…” için 13/08/2016 tarihli ve 6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanunu kabul edildi. Böylece işgücü piyasası ve uyuma ilişkin temel idari ve yasal düzenlemeler de halledilmiş oldu.
Kısacası, küresel bir rekabet meselesi haline gelen “göçmen emeğinin ithalatı” konusunda Türkiye sermayesi “Piyasada artık ben de varım” diyor. Göçmen emekçilerin sendikalaşma hak ve bilincini görmezden gelen bütün bu hazırlık süreci, şimdi toplumsal uyum ve entegrasyon projelerine yedirilmeye çalışılıyor. Eylem planında katılımcılık üzerine adları zikredilen “işçi, işveren sendikaları” ise görüntüyü kurtarmaktan öteye gitmiyor.

EMEK DÜNYASI NE YAPMALI?
Gelinen yerde siyasal kan kaybı yaşayan AKP; “güvenli bölge” meselesini dışarda hamle geliştirmek, içerde ise mülteci politikasına duyulan tepkiyi frenlemek için kullanıyor, bu çok açık. Henüz istediği uluslararası desteği alamamış olmakla birlikte siyasal iktidar, 2 milyon kadar mülteciyi Suriye’de oluşturulacağı söylenen “güvenli bölgelere” göndermek istiyor. Kalan 2 milyon kadarı içinse içerideki tepkileri nötralize edeceği ve göçmen emeği üzerinden kalkınmayı hedefleyeceği bir uyum stratejisi planlıyor.

Adil Gür’ün açıkladığı anket sonuçları, referandum çığlıkları ile sermaye ve hükümetin hazırladığı “uyum stratejisi” arasında bir yol ayrımına işaret ediyor. Peki emek dünyası bu ayrıma bakıp hangi yola girecek?

Birincisi, yani mülteciler için referandum talebi; ırkçılığın kapısını açtığı ve halkları düşmanlaştıracağı için tartışmasız reddedilmeli. “Uyum stratejisi” hamlesi ise uygulanacağı her alanda (eğitim ve sağlık kurumlarından belediyelere kadar) küçümsenmeden ve eleştirel bir yaklaşımla yakından takip edilmeli. İşçiler, emekçiler, sendikalar ve demokrasi güçleri mültecilerle bir arada yaşam için imkân buldukları her yerde kendi cephelerinden etkin bir müdahalede bulunmalı.

Sendikalar ve ileri öncü işçiler, göçmen emeğinin mesleki eğitimini ve dipten gelen yeni sınıf kardeşlerini önemsemeli. Ama göçmen emeğinin Türkiyeli işçilerle bir rekabet gücü olarak kullanılmasına da asla izin verilmemeli. Bunun için emek dünyası, sendikal haklar ve ortak örgütlenme bilincini de içeren kendi “uyum stratejilerini” hazırlamalı. Hem de vakit geçirmeden.

Evrensel