11 ili yerle bir eden depremlerin üzerinden 40 günü aşkın süre geçti.
Herkes konuştu ama onlara kimse mikrofon uzatmadı.
Türkiye'nin son 20 yılının lokomotif sektörü haline gelen inşaat sektörü hep müteahhitler üzerinden tartışıldı ama bu sektörün görünmeyen yüzleri, yani inşaat işçileri bu konuda ne düşünüyor?
İnşaat İş Sendikası'ndan 20 yılı aşkın zamandır inşaat işçiliği yapan Yönetim Kurulu Üyesi Tezcan Acu ve sendika üyesi Enes Kara ile inşaat işçilerinin depreme bakış açılarını konuşmak üzere buluştuk.
İlk sözü Tezcan Acu aldı:
1999'dan beri yani 25 yıl içinde aslında hiçbir şey yapılmadığını anladık. Yapılamadığını değil yapılmadığını. Tabii ki deprem öldürmüyor, bina öldürüyor. 90'lı yıllardan belediye reisliğinden gelmiş bir yöneticimiz var ve bir deprem gerçeği var. Biz şimdi bunları konuşmalıydık. Depreme dayanıklı şehirler, depreme dayanıklı binalar yapsaydık, gelecek deprem tehlikesine karşı biz şehirlerimizi planlasaydık bugünkü bu can kayıplarını konuşmayacaktık.
"Deprem kayıpları sektör için bir utanç"
Tezcan Acu, "Bunca yıldır içinde bulunduğunuz inşaat sektörünün bu kadar çok insana mezar olması duygusunu tarif eder misiniz?" şeklindeki sorumuzu ise şöyle yanıtladı:
Tabii ki bir utançtır. Teknik yönden biz işçiler işin kenarındayız; burada işi planlayanlar ve toplumsal yapımız önemli. Türkiye'deki birçok mahalle herhangi bir teknik bir izin, teknik bir şartname, projelerle kurulmadı. Politikacılar genişleyen şehirlerin nüfuslarını kendilerine bir oy deposu olarak gördüler ve bu türden bir yapılaşmayı sürekli desteklediler.
İnsanların bir barınak edinmesinin suç olmadığını belirten Acu; "Yurttaşlara başını sokacağı bir ev vermek devletin görevi. Geride bıraktığımız 30-40 yılda iktidarlar Anadolu'dan şehirlere, kasabalara akan o göçü kontrol altında tutmak için tavizler verdi" diye konuştu.
Bu tavizlerle ve göz yummalarla şehir mimarisinin çok başka bir şeye dönüştüğüne vurgu yapan Acu'dan sonra sözü alan 25 yıllık inşat işçisi Enes Kara da şöyle konuşarak başladı sözlerine:
99 depreminden sonra aslında toplum birçok deneyim yaşadı ama ne yazık ki inşaat alanında sürdürülebilir bir şey yapılmadı. İnşaat alanında işçiler de evet bazı şeyleri görüyor ama bunu yani dile getirdikleri zaman ya işlerine son veriliyor veyahut da herhangi bir mühendis çalışıyorsa, bunu görüyorsa onların da iş akitleri sonlanıyor. Bu gibi durumlar yaşanıyor. Yani olan işçiye oluyor, işçilerin de geçinmek gibi bir dertleri var, ailelerine bakmakla yükümlüler. Kimileri de bir şey diyemiyor. Yani aslında bu bir ahlak sorunu.
"İnşaatlarda bize yanlış şeyler yaptırılıyor"
Tezcan Acu da şunları söyledi:
Tabii ki inşaatlarda bize yanlış şeyler de yaptırılıyor. Onu kabul ediyorum. Fakat 2003'ten beri son 20 yıldır, genç bir inşaat işçisi olduğum yıllara dönüp bakıyorum, 3 bine yakın işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiş, bunun yüzde 60'ı inşaat işçisi. Bu ülkede bir lokomotif olarak bir inşaat sektörü pompalandı. Böyle büyük bir sektör içerisinde çalışan işçilerin iş güvenliği, yani yaşam hakkı bile çok hakikaten yani büyük tehlike altında. En büyük projelerden bir tanesi olan üçüncü havalimanında yaklaşık kabul edilen resmi rakam 80'e yakın inşaat işçisinin hayatını kaybettiği yönünde. Biz buna isyan ettik ve o isyanın içinde olduk.
Tamam biz de onun içerisindeyiz ama maalesef depreme dayanıklı olmayan yapıların rehabilitasyonu veya yenilenmesi gibi konularda toplumsal olarak duyarlılığımızı göstermediğimiz de bir gerçek. Büyük projelerde de çalıştık ve zeminin ne gerektirdiği, beton, demir, kolonların kalınlığı, kirişlerin genişliği gibi şeylere çok da uyulduğunu söyleyemem. Biz deprem binasında yeni binaların da yıkıldığını gördük. Demek ki sadece yeni demir, yeni beton, yeni kalıp sistemiyle binalar yapılınca yıkılmaz gibi bir şey yok. Bunca yıllık deneyimimle söyleyebilirim ki önemli olan zemin ve zeminin senin malzemeni nasıl-ne kadar taşıyabileceği.
Hani İstanbul'da, büyük şehirlerde mahalle aralarında müteahhitlerin yaptığı binalar var ya, söylendiği şiddette bir deprem olursa hepsi yüzde 100 yıkılır. Bir beton döküyorsunuz, çok hızlı donuyor diye kullanılıyor. Ama bunun bir kalıp süresi var, çok çabuk sökülüyor kalıp. İstanbul'daki büyük projelerde hesabı kitabı doğru yapılırsa, binalar ayakta kalır.
"Anadolu'da mezarlar bile bir yılda kaldırılır"
Enes Kara ise büyük ve yüksek katlı binalara karşı olduklarını ve yatay yapılaşma önerdiklerini belirterek şunları anlattı:
İstanbul ve büyük şehirleri baz aldığımızda yüksek binalara karşıyız. Emlak Konut'tur, Kiptaş'ın konutlarıdır o tip yapılar sağlam bile olsalar, zeminler elverişli olmayabiliyor, zemin etüdü yapılmamış olabiliyor.
Tezcan Uca ise deprem bölgesinde başlayan inşaat projelerini seçim yatırımı olarak niteledi:
Bu kadar can kaybının, bu kadar acının olduğu bölgede sadece seçime yönelik böylesi bir propagandanın yapılması gerçekten ayıp. Mücella Yapıcı cezaevinden yazdı ve dedi ki, koskoca bir coğrafyanın diyor tektonik yapısı tümden değişti ve değişiyor. Sürekli değişen bir zeminin üzerine ev yapmak istiyorlar. Anadolu'da mezarlar bile definden bir sene sonra kaldırılır. Biz inşaat işçileri olarak Hatay'da arama kurtarma çalışmalarına katıldık, dehşet bir yıkım var.
İstanbul'a gelelim. Benim oturduğum mahalle elli yıllık bir mahalle. Hatay'da yıkılan ev gibi evlerimiz var bizim, yani el yordamıyla yapılmış. Ne mimar girmiş ne mühendis, usta eliyle yapılmış. 20 yıldır ne elimize tapumuz veriliyor ne de başka bir şey deniyor. Şu saatten sonra yani her an olacak bir depremden sonra İstanbul'un birçok mahallesi, bir Hatay olmaya adaydır. 99'da 12-13 milyon olan İstanbul şimdi 25 milyon nüfusa sahip.
Uca, çalıştıkları projelerin de insani olmadığını ancak deprem bölgelerinde kesinlikle acele inşaat projelerinin yapılmaması gerektiğinin altını çizdi:
Biz inşaat işçileri olarak İstanbul'un sürekli artan bir rantı olduğunu biliyoruz, çalıştık. Çalıştığımız hiçbir proje insani değildi. Halk olarak da suçluyuz ve bu suç işlenmeye devam ediliyor. Bakın ben yine söylüyorum. Deprem bölgesindeki insanlar tabii ki evsiz kalmasın. Hatta biz gider, evlerini de yaparız, okullarını da. Bununla gurur da duyarız. Sorun bu kocaman yalanı ne kadar daha söylemeye devam edeceksiniz? Yani biz de buna inanacak mıyız bu yalanlara?
Son 20 yılda inşaat sektörünün teknik olarak elbette geliştiğini ama insana uyumlu, tabiata uyumlu, ekolojiye uyumlu projelerin yapılmadığını belirten Tezcan Acu sözlerine şöyle devam etti:
Bakın İstanbul gibi bir büyük metropolde yaşıyoruz. Bir tane dünya standartlarında insani bir proje gösterebilir misiniz, var mı? Yok. Çünkü dertleri o değil. Şimdi deprem bölgesinde 200 bin konuttan bahsediliyor, peki burada kaç işçi çalışacak en az 500 bin işçi. O acının üzerinden bir ayı geçmiş sen bir ayda çadır-konteyner kuramamışsın, peki bu 500 bin işçiyi nerede barındıracaksın? Yani böyle bir şeyin olmayacağını biz de biliyoruz ya onlar da biliyorlar.
Enes Kara da İstanbul için çok geç kalındığına dikkat çekiyor ve en az 20 yılda bir dönüşümün hayata geçirilebileceğini söyledi:
Zamana yaymak gerekiyor. Yani iki yıl içinde olur olacak derseniz, gerçekçi olmaz. Bunun 20-25 yıl önce yapılması gerekiyordu. Ama zamanımız var mı diyeceksiniz? Onu da bilemiyoruz.
Tezcan Uca da meslektaşı Enes Kara ile aynı fikirde;
Maalesef İstanbul için geç kalındı. Çünkü İstanbul'un rant değeri depremin hazırlık senaryolarında belirtilen riskli yapıların tespitine, rehabilitasyonuna engel oldu. Önce okullar, hastaneler rehabilite edilecekti, güvenli hale getirilecekti. Bunların hiçbiri yapılmadı. Üstüne üstlük İstanbul'un bütün deprem toplanma alanları inşaata çevrildi, ranta çevrildi, satıldı, bütün yeşil alanları yağma edildi.
Deprem konutlarının yapımında depremzedelerden taksitle de olsa para istenmesine de tepki gösteren Uca "25 yıldır bu gerçeği görmezden gelip, işi en kötü noktasına getirdikten sonra bile insanlara bedel ödetmek isteniyor" diye konuştu.
"İnşaat işçilerin inşaatlara müdahale gücü yok ki"
İnşaat işçilerinin, inşaatların süreçlerine müdahale edemediğini de vurgulayan Uca, şu ifadeleri kullandı:
Biz inşaat işçileri olarak bunlara müdahale edecek bir gücümüz olsaydı ederdik emin olun ederdik ama biz tazminat hakkımızı bile daha yeni kazanmış bir sınıfız. Tazminat hakkımız yoktu, ihbar hakkımız yoktu, örgütlü mücadeleyle sendika ve dernekler kurarak haklarımızı yeni yeni almaya başladık. Biz İnşaat İş Sendikası olarak diyoruz ki, her vatandaşın bedelsiz ve insani koşullarda yaşayabileceği sahip olabileceği bir evi olmalı. Deprem bölgesinde en çok bodrum katlarda yaşayan insanlar öldü biliyor musunuz? İlk umut kesilenler bodrum katlarda yaşayanlardı. Kim yaşar bodrum katlarında, o bile bir sosyal sınıf statüsüdür, yoksuldur, işçidir, emekçidir.
"İnşaat işçileri olarak üzerinizde çalışırken zaman baskısı var mı, bir projeyi daha kısa sürede bitirmeye zorlanıyor musunuz" sorsunu Tezcan Uca, deprem bölgesinde hükümetin işaret ettiği projeleri hatırlatarak yanıtladı:
İşte bakın eğer bu dedikleri şey olursa yani yapmaya kalkışırlarsa, dediğiniz üretim baskısı olacak. Filancanın gelişinin, falancanın açılışına bina yetiştirmeye zorlanacağız. Bugün verilen ihalelerde de aynı şeyler geçerli, onlar da süre veriyorlar. Diyorlar ki şu sürede bu iş bitecek, orada zorlanan kim, işçi. Peki işçiyi zorlarken sen onun yaşam hakkını sağlayabilecek misin? Üçüncü havalimanında yaşadığımız ve onlarca işinin ölümünün nedeni tam da buydu. Burası bitecek diye baskı yapa yapa bir sürü arkadaşımızın ölümüne sebep oldular.
Deprem bölgesinde öncelikle depremzedeler için prefabrik yapılar kurulması gerektiğini söyleyen Uca; "Çünkü prefabrik yapı, çok çabuk kurulan bir yapı, insanlar o yapılarda bekleyecekler projelerin bitmesini. Devlet müteahhit olamaz, devlet bu işten rant devşiremez. Devletin görevi en insanlara en uygun barınma imkanını oluşturmaktır" ifadelerini kullandı.