Yılın o dönemi geldi. Uluslararası düzeyde prestijli sözlükler, kullanıcı verileri, dönemin ruhunu yansıtması ve dilbilimsel açıdan ilgi çekiciliği temelinde “yılın sözcüğünü” belirledi.
İlk taşı Cambridge Sözlüğü attı bu kez. Ve yılın sözcüğü “manifest” dedi. 600 yıllık geçmişe sahip olan bu sözcük, son dönemde ABD’li jimnastikçi Simone Biles gibi sporculardan ünlü sanatçılara ve “influencerlar”a dek birçok kesimin etkisiyle sosyal medyada yaygın olarak kullanılmaya başlandı.
2024 yılı boyunca “manifest” kelimesi sözlükte 130 binden fazla kez aranmış ve sosyal medya platformlarında kullanımı da büyük oranda artmış. TikTok’ta #manifesting etiketiyle paylaşılmış 1,6 milyon video var. Hatta bazı kişiler “manifesting influencer” olarak bilinmeye başlandı.
Sözcük, Fransızca ve Latince kökenli. İngilizcede “açık” veya “belirgin” anlamında, bir sıfat olarak kullanılırken, 1380 yılında Geoffrey Chaucer’ın Boece adlı eserinde sıfat olarak, “açıkça görülebilir” anlamını karşılamıştı. Ancak örneğin Shakespeare tarafından da hem isim hem de fiil olarak, “açık hale getirmek” şeklinde kullanılmıştı.
Günümüzde “manifest” kelimesi, “bir şeyi çok isteyip hayal ederek, olumlu düşünerek gerçekleşme ihtimalini artırmak, gerçekleşmesini olumlama yoluyla sağlamak” anlamında kullanılır oldu. Örneğin Biles, Paris Olimpiyatları’nda elde ettiği başarıyı “manifest ettiğini” açıkladı.
ABD’li maraton yüzücüsü Ivan Puskovitch de, Şubat ayında verdiği bir röportajında, Olimpiyatlara katılma hayalini defalarca “olumladığını”, kâğıda döktüğünü, görselleştirdiğini ve sonunda bu hayalini gerçekleştirdiğini, yani fiziksel ve sözel olarak “manifest ettiğini” söyledi.
Yani eski bir sözcük hem çok arandı ve popüler oldu hem de yeniden yaşam bularak anlamı zamanla değişti, insanların hayallerine ve hedeflerine yeni bir anlam katmaya başladı.
Çocuk Haklarında Manifestlemek
Peki, 2024 yılında çocuk hakları konusunda “manifest”ledik mi dersiniz? Ne yazık ki bu soruya pek de “olumlayarak” yanıt vermek mümkün değil, çünkü çocuk hakları konusunda oldukça karanlık bir tablo devrettik yeni yıla…
Öncelikle; herkesin kamusal ve nitelikli eğitime erişim talebinde halen bir arpa boyu yol alabilmiş değiliz. Eğitim sistemi, tamamen özel kurumların, sermayenin ve ideolojik gündemlerin eline teslim edilmiş durumda. Büyükşehirlerde bazı anaokullarda yıllık ücretler 1 milyon lira bandını zorlamaya başladı. Ekonomik açmazlar, sosyal adaletsizliği de körüklerken, çocukların okul öncesi eğitimden yükseköğretime kadar olan süreçte eğitime erişiminin bile sınıfsallaştırılmasıyla, eğitimin bir “lüks tüketim ürünü”ne dönüşmesiyle karşı karşıyayız.
Buna karşın belediyelere ait kreşlerin kapatılması tartışması devam ediyor. Kısıtlı enerjimiz çocukların temel eğitimine aktarılması gerekirken uçsuz bucaksız girdaplarda, kör polemiklerde heba olmaya devam ediyor.
Kadınların iş gücüne katılımı için kritik önemde olan ve eşitlikçi sosyal politikalar uygulamasının saygın örneklerinden biri olarak görülen belediye kreşlerinin kapatılmasının, çocukların haklarının yanı sıra bir etkisinin de anneleri çalışma yaşamından ve kamusal yaşamdan kopartarak evlere ve ev içi bakım yüküne hapsetmek anlamına geldiği de gözlerden kaçmıyor.
Çocuk Açlığı ve Yoksulluk
Çocuklar 2024 yılında da açlıkla mücadelelerini sürdürdü. Milyonlarca öğrenci, tüm hak savunucularının ve siyasetçilerin çağrılarına rağmen okullarında bir öğün ücretsiz yemeğe ve temiz suya erişemediler. Oysa bunun için gereken yıllık maliyet olan 125 milyar lira, Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) yıllık bütçesinin yüzde 5,7’sine karşılık geliyordu. Benim de bir parçası olduğum Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu’nun siyasetçiler ve sivil toplum düzeyinde ısrarla sürdürdüğü tüm farkındalık çalışmalarına rağmen tercihler ve öncelikler çocukların karnından yana kullanılmadı geçen yıl da…
Ne güzel der Erich Fromm, Özgürlükten Kaçış adlı eserinde: “Günümüzde insana en çok acı veren şey, yoksulluk değil, büyük bir çarkın küçük bir dişlisi, bir robot haline gelmiş olmak ve yaşamının boş ve anlamsız olmasıdır.” Çocuklar, onların açlıklarıyla mücadele etmeyen bir çarkın küçük bir dişlisi olarak 2024 yılını fiziksel ve bilişsel gelişimlerinde yara almaya devam ederek geçirdiler. Kimisine yaşam da okul da artık tamamen boş ve anlamsız gelmeye başladı; çünkü Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde en temel gereksinim olan yemek yeme bile karşılanamadı. Harçlıklarını birleştirip dört kişi bir somun ekmeği bölüştüler; okul tuvaletlerinden su içerek susuzluklarını giderdiler. Onlara reva görülen çocukluk tablosunun bu şekilde çerçevelendiğini ve bunun değiştirilmesi için belki bir kuşağın daha geçmesi gerektiğini düşündüler.
Geçen yıl da, yoksullukla etkin mücadeleye dönük kapsamlı ekonomik destek programları yetersiz kaldı. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) Türkiye’de çocuk yoksulluğuna dair verilerine göre; 2023 yılında 0-17 yaş grubunda 7,03 milyon yoksul çocuk tespit edildi. Bu sayının aynı yaş grubundaki toplam çocuk sayısına oranı olan yoksul çocuk oranı ise yüzde 31,3.
TÜBİTAK tarafından desteklenen, İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından yürütülen ve 2024 yılının son günlerinde yayımlanan çok kıymetli bir araştırma da çocukların iyi olma haline dair tabloyu gözler önüne serdi. “Krizler Çağında Çocuk Olmak: Türkiye’de Pandemi Sonrasında Çocukların İyi Olma Halini Yeniden Düşünmek” başlıklı araştırmanın bulguları, yoksulluk pençesinde yaşayan çocukların, çoklu krizlerden en çok etkilenen, en kırılgan grup olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Yoksulluk sadece maddi olanaklarla sınırlı değil, çocukların eğitiminden sağlığa, kaygılanma haline dek iyi oluşlarını birinci dereceden tehdit eden birincil etmen. Araştırma sonuçlarına göre, çocukların yüzde 11’i evlerinin kalabalık olduğunu söylerken, dörtte biri düzenli sebze ve meyve tüketemiyor. Üçte birinin kendine ait bir odası yok. Neredeyse yarısı okul malzemelerine erişemiyor. 10 çocuktan biri kışın ısınamıyor, yüzde 68’inin ise kendine ait bir yatağı bile yok. Şu veri ise vicdanı olanın kalbinin orta yerine oturuyor: Çocukların yüzde 63’ü geleceği, yüzde 60’ı başarısızlığı, yüzde 57’si ise ailesinin işsizliği konusunda kaygılanıyor.
Eğitim Hakkından Çocuk Yaşta Evliliklere ve Doğumlara
MEB’in 2023-2024 eğitim-öğretim yılı istatistiklerine göre, zorunlu eğitim çağında olup örgün eğitime devam etmeyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocuk sayısı 612.814 oldu. Bu sayı, bir önceki yıla göre yüzde 38,4’lük bir artış demek. Geçici koruma altındaki Suriyeli ve diğer yabancı uyruklu çocuklar da eklendiğinde, örgün eğitim dışında kalan toplam çocuk sayısı 855.174’e ulaştı.
Öte yandan, 2024 yılında Kolombiya’da çocuk yaşta evlilikler yasaklanıp evlilik yaşı 18’e çıkarılırken, Türkiye’de bu konuda istenen ilerlemeyi kaydedemedik. Ülkemizde resmî evlilik yaşı 18 olsa da, ailelerin onay vermesi durumunda 17 yaşında, mahkeme kararıyla 16 yaşında da evlenmek mümkün. Resmî verilere göre, 2023 yılında 565.335 evlilik gerçekleşti. Bu evlilikleri gerçekleştirenlerin 706’sı 16-17 yaşındaki erkek çocuklarından, 10.471’i ise kız çocuklarından oluştu. Dahası, TÜİK verilerine göre, Türkiye’de 25-49 yaş aralığındaki kadınların beşte biri, 18 yaşından önce evlendirildi.
Geçen Eylül ayında, Türkiye gündemine uzun zamandır yerleşen ve Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızını altı yaşındayken 29 yaşındaki bir “müridiyle” imam nikâhıyla evlendirildiğinin ortaya çıkmasıyla başlayan H.K.G. davasında sonuç açıklandı ve babaya 18 yıl 9 ay, eski eşe 36 yıl hapis cezası verildi. Bu davanın ardından çocuğun cinsel istismarı suçu konusunda yeni bir hassasiyet dalgası doğması ise, vicdan sahibi herkesin ortak dileği oldu. Bununla birlikte, Adalet Bakanlığı’nın Nisan ayında yayımladığı Adalet İstatistikleri 2023 raporuna göre, çocukların cinsel istismarı iddiası ile 2023 yılında 40 binin üzerinde yeni dosya açılırken, karara bağlanan dosyalarda 7.000’in üzerinde sanık mahkûm edildi.
Van Gölü’nde cansız bedeni bulunan Rojin Kabiş’in babasının feryadı yankılandı 2024 yılının vicdan koridorlarında… Bir yandan da, Narin Güran Cinayeti davasından üç sanık hakkında ‘ağırlaştırılmış müebbet’ kararı çıktı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Narin Güran cinayeti sanıklarından Nevzat Bahtiyar’a verilen karara itiraz edeceğini duyurdu. Ama cezasızlık algısı değişmedikçe, ailenin kutsallığındansa insan canının kutsallığı önemsenmedikçe çocuk ve genç cinayetlerinde bu ne yazık ki ne ilk ne de son olacak.
“Çok çocuk” ısrarı, çocuk yaşta doğumlarda da yansımasını buldu. Türkiye İstatistik Kurumu’nun Mayıs ayında açıkladığı son Doğum İstatistikleri Raporu’na göre, 15-17 yaş aralığındaki 6.505, 15 yaş altında da 130 çocuk, doğum yaptı. Dahası, 15 yaşından küçük doğum yapan 130 çocuğun dördünün, ikinci defa doğum yaptığı belirlendi. 18 yaşını doldurmayan her bireyin çocuk olduğunu ve çocuğa yapılan her türlü cinsel istismar ve saldırının “suç” olduğunu geçen yıl da birçok kişi unutuverdi, önemsemedi. Öte yandan, çocuk yaşta yaşanan bu doğumların adli süreçlere yansımasının, bu durumu gören hastane çalışanlarının adli makamlara bildirimde bulunma zorunluluğunun gerekliliğini bir kez daha gördük.
Bebek öldüren çetelerden istismar edilip öldürülen, sanayide çalıştırılırken iş cinayetine kurban giden çocukların haberlerine dek bu sene de zalimlerin zulmüne tanık olmaya devam ettik.
Çocuk İşçiler de Manifestlendi mi?
TÜİK’in Hanehalkı İşgücü Araştırması 2023 verilerine göre, Türkiye’de 15-17 yaş aralığındaki çocukların yüzde 22,1’i çalıştırıldı. Bu oran, erkek çocuklar da yüzde 32,2; kız çocuklarda da yüzde 11,5 oldu. Bu rakamlara ailesi yanında çalıştırılan, mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan ya da kayıt dışı sanayide çalışan çocukların dahil olmadığını, dahası verilerin çalışan çocuk sayısının en düşük olduğu zaman dilimlerinde derlendiğini düşünürsek, gerçek rakam aslında çok daha yüksek. Uzmanlara göre kayıt dışı çalışanlarla birlikte çocuk işçi sayısı 2 milyonun üzerinde.
Her rakam, ayrı bir çocuğun biricik hayatı. Her rakam, ayrı bir mahrumiyet. Türkiye’de 2024 yılında milyonlarca çocuk, kendilerine “işçi” olmak reva görüldüğü için eğitimden uzak kaldılar. Artan sosyoekonomik eşitsizlikler, çocukların çocukluklarını yaşamasını, eğitime erişmelerini engellerken, iş cinayetlerinin de arttığı bir ortam doğurdu. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi verilerine göre, Türkiye’de her yıl 60-70 civarında çocuk işçi, tarımda, sanayide, inşaatlarda ve sokaklarda çalışırken hayatını kaybederken, 2013-2024 yılları arasında 695 çocuk işçi öldü.
Erken yaşta meslek eğitimine yönelenler, haftada bir gün kuramsal eğitim alıp dört gün staj adı altında emekleri sömürülen ve iş güvenliği standartlarına uyumları yeterince denetlenmeyen işletmelerde çalıştırılanlar ağırlıklı olarak dezavantajlı ailelerin çocukları olurken, eğitimdeki eşitsizlikler daha da derinleşti.
MESEM kapsamında, saç büküm makinesine kafası sıkışarak hayatını kaybeden Arda Tonbul’un veya 13 yaşında Adana’da kayıt dışı haftalık 100 TL karşılığında çalıştığı iş yerinde pres makinesine sıkışarak trajik şekilde ölen Ahmet Yıldız’ın anısı geçen yıl da vicdanlı bireylerin belleklerinden silinmedi. Çocuk işçi ölümleri ve yaralanmalarında cezasızlık zinciri genişledikçe, bu ölümlerin acı anıları ülkeyi bir kara bulut gibi kaplayacağa benziyor.
2024’te kaotik gündemimizde şu gerçeği es geçtik: Tek bir bireyin bile çocuk işçi olması, onun eğitim hakkından yoksun kalması, üniversite eğitimine erişimi kısıtlandığı için nitelikli bir iş gücüne sahip olamaması, bilişsel kapasitesinin gelişememesi, toplumsal çatışmaların ve adaletsizlik duygusunun perçinlenmesi demek. Çocuk işçiliğinin varlığı demek, bir ülkede çocuklara hak temelli bir bakışın bu yüzyılda halen geliştirilemediğini kabul etmek demek.
2025 yılında Türkiye’de çocuk işçiliğiyle mücadeleye dönük olarak tüm kurumların üstlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleri, sivil toplumdan hükümete, meslek örgütlerinden tedarik zincirinden sorumlu olan şirketlere, özel sektöre, medyaya, barolara dek herkesin bu bozuk düzeni sonlandırmak için elini taşın altına koyması gerekiyor.
2025’te Ne Yapmalı?
Yeni bir yıla başlarken, çocukların haklarını, umutlarını ve hayallerini koruma konusundaki başarısızlıklarımızı, onları açlığa, istismara ve emek sömürüsüne terk eden sistemdeki kronik hataları yeniden gözden geçirme fırsatımız var.
Çocuk işçiliği, çocuk yaşta evlilikler, çocuk yaşta doğumlar, nitelikli eğitime erişimdeki sınıfsallıklar ve sosyal adaletsizlik çocukların hem bugününü hem de yarına dair hayallerini ellerinden alıyor.
Eğitimden mahrum kalan çocukların sayısındaki artış ve bölgesel eşitsizlikler ışığında, zorunlu eğitim çağındaki yüzbinlerce çocuk örgün eğitim dışındaysa, okullarda ücretsiz beslenme desteğine, dezavantajlı bölgelerde okula devamı teşvik edecek sosyal destek projelerine, eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya dönük kampanyalara 2025 yılında öncelik vermek, kıt kamu kaynaklarını tamamen bu alanlara odaklamak şart.
Türkiye’de kayıtlı ve kayıt dışı çalışan çocuk sayısı uzmanlara göre 2 milyon bandına dayanmışsa, mevcut mevzuatı sıkı şekilde uygulamak, iş sağlığı ve güvenliği konusundaki cezaları daha caydırıcı hale getirmek, ekonomik zorluklardan dolayı çocuklarını eğitimden kopararak hane halkının geçim kaynaklarına destek vermeye mecbur bırakan ailelere yönelik gelir destek programlarını genişletmek ve daha etkin hale getirmek şart.
Türkiye’de çocuk yaşta evlilikler ve çocuk yaşta doğumlar devam ediyorsa, mahkeme izniyle yapılan istisnaları kaldırmak, aileleri bu konuda etkin şekilde bilgilendiren ve kız çocuklara yönelik toplumsal güçlendirme projelerine öncelik veren adımlar atmak, çocukların cinsel istismarına yönelik cezaları artırıp yargı süreçlerini hızlandırmak, istismarın evliliğe ve doğuma dek varan aşamalarını erken tespit için ilgili tüm meslek gruplarına meslek içi özel eğitim programları geliştirmek şart.
Tüm bu hedeflerin ve “şartların” Meclis başta olmak üzere tüm karar alma ve uygulama mercilerinde dile getirilmesi, çocukların iyi olma halini önceleyen politika ve hedeflere öncelik verilmesi ve bu konunun her zaman gündemin ilk sıralarında tutulması da şart.
Efsane dansçı ve koreograf Pina Bausch, “Ben insanların nasıl hareket ettikleriyle değil, onları harekete geçiren şeylerle ilgilenirim” der. Bu sözü, günümüzde söylemiş olsaydı, belki de “Ben insanların neyi manifestlediğiyle değil, onların neyi eyleme geçirdikleriyle ilgilenirim” diyebilirdi.
2025 yılına girerken, tüm bireyler, aileler, eğitimciler, siyasetçiler, sivil toplum örgütleri ve medya mensupları olarak, eğer çocukların iyi olma hali doğrultusunda harekete geçeceksek, kendimize şu soruları samimiyetle sormalıyız:
Geçen yıl, çocukların haklarını gerçekten savunduk mu?
Çocuk haklarını “manifestlemek” gibi bir niyetimiz veya önceliğimiz oldu mu?
Bütçe görüşmelerinde veya kamu kaynaklarının tahsisinde çocukların temel gereksinimlerinin karşılanmasına yönelik pay ayrılması için sesimizi yükselttik mi?
Çözüm, hiçbir şey yapmadan tüm yıl boyunca evrene “olumlama mesajları” göndermekte değil, bizzat bu sorulara verdiğimiz yanıtta ve bundan sonra yapacaklarımızda aranmalı.
Çocuk meselesi, yetişkinlerin de temel meselesi olduğunda ve çocukların temel hak ve hürriyetlerinden mahrum bırakılmasının ciddi bir insan hakkı ihlali olduğunu fark ettiğimizde, 2025 hepimiz için daha az yaralı bir yıl olarak geçecek.