Fabrikalarda, tarlalarda, ofislerde can güvenliğimiz için mücadeleye...
2016 yılında en az 1970 işçi yaşamını yitirdi
2016 yılında 1970 işçi çalışırken yaşamını yitirdi ve Türkiye tarihinde en çok işçi ölümü geçen yıl gerçekleşmiş oldu. Yaşamını yitirenlerin 1682’si işçi ve memur, 288’i ise çiftçi ve esnaf. Yine en güvencesiz işçi bileşenleri olarak 56 çocuk, 110 kadın ve 96 göçmen işçinin can verdiğini görüyoruz. Ölümlerin en çok gerçekleştiği işkolları da sendikalaşmanın en az olduğu, güvencesizliğin hakim olduğu işkolları: 442 inşaat, 389 tarım, 265 taşımacılık, 124 ticaret/büro, 109 belediye, 96 metal ve 73 maden işçisi aramızdan ayrıldı. Şirvan’da maden işçileri, Alaşehir’de üzüm işçileri, Bor’da tekstil işçileri ve Elazığ’da sera işçileri toplu işçi katliamlarında kaybettiklerimiz.
2016 yılında işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında da olumsuz gidişatı artıran önemli gelişmeler yaşandı. 15 Temmuz’da yaşanan askeri darbe girişimi bastırıldı ve akabinde 21 Temmuz’da OHAL ilan edildi. Meclis’te OHAL kararının geçmesinin ardından teşekkür konuşması yapan Başbakan Binali Yıldırım, “Devlet millete değil, kendisine olağanüstü hâl ilan etmiştir” demişti.
Ancak OHAL emekçilere karşı bir uygulama özelliği taşıyor, neden?
OHAL ilanı sonrası ilk uygulama, zaten son derece zayıf olan emekçilerin iş güvencelerini koruyan yasaları fiilen ortadan kaldırmak oldu. Darbecilerle, darbe girişiminde bulunanlarla -FETÖ- ile alakasız olan binlerce emekçi işsiz kaldı, diğer emekçiler de işsizlik tehdidi ile en temel haklarını dahi arayamaz duruma geldi.
Emekçiler üzerinde zorunlu BES (Bireysel Emeklilik Sigortası) kesintisi yapılması ve taşerona rahmet okutacak kiralık işçilik düzenlemesi uygulamaya konuldu; yani çalışma standartları ve sosyal haklar daha da geriletildi.
Diğer yandan OHAL, sermayeye önemli düzeyde teşvikler sağladı. Temmuz ayı sonunda gündeme gelen ve sonrasında yasalaşan ‘varlık fonu’ topluma ait olan kamu kaynaklarını (genel bütçe, yeraltı ve yerüstü kaynakları vs.) Bakanlar Kurulu’nun inisiyatifi ve tercihleri doğrultusunda sermayeye aktarım mekanizması olarak işlevlendi.
Aynı durum 2017 bütçesine de yansıdı. Çeşitli istisnalarla sermayeden alınan vergilerin olabildiğince azaltıldığı bütçede devlet kasası emekçilerden alınacak dolaylı vergilerle (ÖTV, KDV) doldurulup, daha sonra teşvikler vb. yollarla sermayeye aktarılıyor. Bütçe yetmezse devreye BES ve İşsizlik Sigortası Fonu girmekte.
Metal sektörü işçilerinin en temel hakkı olan grevleri bir kez daha ‘milli güvenlik’ gerekçesi ile yasaklandı. Ancak yasaklanan sadece grev değil sendikal örgütlenme özgürlüğüdür. Neden? “Bir yerde sendikal özgürlüklerden, toplu pazarlık hakkından söz edebilmek için mutlaka grev hakkının var olup olmadığına bakmak gerekir. Çünkü sendika özgürlüğünü de toplu pazarlık hakkını da belirleyen tek ve en önemli unsur grev hakkıdır. Grev hakkından yoksun bir evrende ne toplu pazarlıktan, ne de sendikal özgürlükten söz edilebilir. Her üçü de birbirini tamamlayan, birbirine vücut veren etkenlerdir, birbirlerinin olmazsa olmazıdır.”
Yine dikkat çeken bir husus OHAL sonrası iş cinayetlerindeki artış. Zaten kötü olan çalışma koşulları daha da kötüleşti. OHAL ilanı ile beraber iş cinayetleri 2016 yılında yüzde 9 artış gösterdi.
İş cinayetleri sonrası adaletsizlik, cezasızlık sürüyor. Davalarda asıl sorumlular mahkemeye çıkartılamadığı gibi tali sorumlular kısa süreli hapis cezalarına çarptırılıyor, bu cezalar para cezasına çevriliyor ve 24 ay taksitlendiriliyor.
Kamu kurumları ve 50’den az işçisi olan az tehlikeli işyerlerinde uzman ve hekim çalıştırma zorunluluğu 1 Temmuz 2017 tarihine ertelendi…
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde Taş-İş-Der Başkan Yardımcısı ve İSİG işyeri temsilcisi hastabakıcı Cemal Bilgin, servislere verilen yemekten dolayı 50 civarı işçi ve hasta yakınının salmonella bakterisi yüzünden rahatsızlanmasını dile getirdiği ve bir şey yapılmamasına karşı çıktığı için, yani “yasal görevini yaptığı için” işten çıkarıldı. Hastane içinde direniş yapılmasına izin verilmiyor.
İSKİ’de taşeron sayaç okuma işçisi olan Enerji-Sen İSİG Sekreteri Tarık Yüce ise sosyal medya paylaşımları nedeniyle işten çıkarıldı. Tarık’ın paylaşımlarından birisi ise geçtiğimiz aylarda açıkladığımız bir rapor olan “AKP’li yıllarda 17 bin 57 işçi yaşamını yitirdi” tweetini paylaşmak. Yani yine “yasal görevini yaptığı için” işten çıkarılmak.
İş cinayetlerinin önlenmesinin en önemli adımı işçi katılımının sağlanmasıdır. Ancak yukarıda verdiğimiz örneklere bakarsak -ki örnekler çoğaltılabilir- işçilerin örgütlenmesi zaten Türkiye’de birçok şekilde engellenmeye çalışılırken bu durum OHAL’le birlikte iyice keyfileşti. Yani devletin tepesinin ifade ettiği “halka ve işçilere OHAL yok” söylemi sadece sözde kaldı. OHAL koşulları patronlar lehine ve işçiler aleyhine devam etmektedir..
Son olarak şunu belirtelim: Emek hareketimiz bu verili koşulların bilinciyle geri çekilmemeli ve işçi haklarını savunmaya söylemsel ve eylemsel düzeyde devam etmelidir. Yoksa işçiler için koşullar daha da kötüleşecektir. Kendi açımızdan söylemek gerekirse “koşullar ne olursa olsun işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi sürecek...”
Teşekkür...
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ni en başından beri mali anlamda da destekleyen İstanbul Tabip Odası’na, Petrol-İş’e ve Tek Gıda-İş’e; bizlere mekansal olarak kucak açan Kimya Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’ne; raporumuzun mizanpajından matbaa sürecine kadar hazırlayan DİSK Basın-İş’e ve raporumuzun tüm bölümlerini sürece yayılı olarak kaleme alan, görsellerini hazırlayan, çeviriler yapan, düzenli aidat vererek destekleyen farklı meslek gruplarından Meclis üyelerimize-gönüllülerimize çok teşekkür ediyoruz. Anonim bir işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi oluşturmanın bilinciyle raporumuzda hazırlanmasına katkı veren hiçbir arkadaşımızın adı yer almamaktadır. Adımız İşçi Sınıfıdır!
İş cinayetleri kaza, kader ve fıtrat değildir, tamamı önlenebilir
Kapitalist emek süreci, yalnızca üretim ilişkilerinin yeniden üretim alanını içermez, aynı zamanda siyasal ve ideolojik süreçleri de içerir. İşyerinde üretilmekte ve yeniden üretilmekte olan, teknik ve toplumsal ilişkiler ancak verili durumda o ülkedeki sınıfsal ilişkiler ve ekonomi politik bağlamında anlaşılabilir. Sözgelimi her gün onlarca inşaat işçisi yaralanır, en az bir iki işçi kardeşimiz ölürken “baret takmadı, kemer kullanmadı” değil, “bu projeler neden bu kadar hızlı ve yangından mal kaçırırcasına yapılıyor” sorusu aydınlatıcı olacaktır.
Bir diğer nokta ise tamamen mücadeleye ilişkin ve altı defalarca çizilmelidir: Sermaye sınıfı, üretim süreçlerinde işçi sınıfı ile ücret pazarlığı yapabilir, ücretler ve sosyal haklar üzerinden tartışabilir, ancak üretimin kendisi, üretim teknikleri, üretimin yapısı ve tüm bunlarla ilişkili olarak çalışma koşulları sermaye açısından dokunulmaz bir alandır. Bu dokunulmaz alanda, işçi sağlığı ve iş güvenliği de dokunulmaz hale gelmekte, emek süreçlerinin doğasından kaynaklanan ve işçileri neredeyse kitlesel olarak katleden karar alma süreçleri tamamen sermaye tarafından belirlenmektedir.
“Emeğin korunması”, “emeğin sağlığı” veya güncel tabiriyle “işçi sağlığı ve iş güvenliği” alanının yeniden düzenlenmesi ve sermayenin geriletilmesi ancak ciddi sınıf mücadelelerinin sonucudur. Zira bir yanda emek, ekonomik haklarının yanı sıra, insanca çalışma koşulları talep ederek sermayenin karşısına çıkar ve onun için en kârlı olan üretim yapısını değiştirmeye zorlar. Sermaye ise bu alanı dokunulmaz ilan eder, yasal düzenlemelere boğar, devletin bu alana müdahalesini mümkün olduğunca en aza indirmeye çalışır ve işin özünde istediği gibi davranmak ister. Bu alanın dokunulmaz olmasının en büyük nedenlerinden birisi de, doğrudan varolan düzenin sorgulanmasını da beraberinde getirecek olmasıdır.
1- İş Sağlığı değil, İşçi Sağlığı: İş Sağlığı kavramı gerek Türkçe açısından gerekse de bizim bakış açımızdan yanlıştır. Zira öncelikle burada “sağlık” sözcüğünün anlam kayması olmaktadır. “İşi sağlıklı bir şekilde yapmak” dediğimizde sağlık (health) anlamından kayma yaşanır. “Aman sağ salim bitirelim şu işi” gibi bir anlam farklıdır, bir işin gerçekleştirilmesi sırasında o işi yapan kişilerin sağlıklarına odaklanmak çok daha farklıdır. Dünyadan işçi sınıfının mücadelelerine baktığımızda da ‘işçi sağlığı’na yakın anlamlardaki kavramlar-içerik kullanılmaktadır.
2- İşçi Güvenliği değil İş Güvenliği: Başına işçi koyduğumuz zaman sınıfsal veya daha radikal bir kavram haline geldiğini söylemek yanlış olacaktır. Güvenlik yalnızca işçi odaklı düşünülemez. Zira “işçi” güvenliği dediğimizde kavramın kapsayıcılığını azaltır ve işçiye odaklanırız. Bu da bizi bir şekilde işçiyi koruma, işçiyi kişisel olarak koruma, işçiyi kişisel koruyucularla koruma noktasına getirecektir.
3- İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği denmelidir: Burada artık bütünleşik bir kavram söz konusu. “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” yerleşik, anlaşılır ve kapsayıcı bir kavramdır. Öte yandan 1973 ve 1974 yıllarında çıkan tüzüklerimizden bugüne hep kullanılagelmiştir. O bakımdan bu kavramı değiştirmek (İş Sağlığı ve Güvenliği veya İşçi Sağlığı ve Güvenliği) doğru olmayacaktır.
4- İş Kazası değil, İş Cinayeti: Meclisimizin ortak fikri bütün iş kazalarının önlenebilir olduğudur. İşçi ölümlerinin önlenebilir olması fikrinin en temel sonucu olarak yaşananları “kaza, kader ve fıtrat” değil kapitalist “iş cinayeti” olarak tanımlıyoruz.
5- Kimler “iş cinayeti” kavramının kapsamında olmalıdır?: Sigortalı, sigortasız tüm işçilerin/çalışanların ölümlerini; işyeri içinde veya dışında; çalışırken, işe gelip giderken (işyeri ya da kendi imkanlarıyla), barınırken, beslenirken vb. yani “iş süreçlerinin bütününde” yaşanan ölümleri iş cinayeti olarak değerlendirmeliyiz.
Ev hizmetleri, güvenlik, esnaf, çiftçi, kamu çalışanı, Türkiye vatandaşlık haklarından yararlanamayan işçi gibi tüm çalışan kesimlerin de ölümlerini iş cinayeti olarak değerlendirmeliyiz.
Ülkemizde birçok sigortasız işçinin hayatını kaybetmesinin yanı sıra sigortalı işçilerin ölümlerinin bir kısmı da kayıt altına alınmamaktadır. Bu durumun ışığında ülkemizde SGK verilerinin çok üstünde bir işçi ölümünün yaşandığını söyleyebiliriz. Raporlarımızda “en az” kavramını kullanmamızın nedeni budur.
6- İş cinayetlerinin yüzde 98’i değil, tamamı önlenebilir: Emek hareketinin diline kadar sızan bir söylem var. Yüzde 98 önlenebilir yüzde iki kaçınılmaz. Bu söylemin kökeni 1932 yılına dayanır. Heinrich “domino modeli”nde kazaya neden olan süreçleri doğrusal süreçler olarak tarif etmiş ve sosyal çevre/atadan gelen özellikler, kişinin hatası, güvensiz davranışlar, mekanik ve fiziksel tehlikeler, kaza ve yaralanma şeklinde birbirini etkileyen domino taşları varsaymıştır. Bu modelin en önemli özelliği modelin tam da merkezine “insan hatası”nı koymasıdır. Heinrich, 75 bin tazminat/sigorta talebini incelemiş, bu inceledikleri dosyalarda ise yüzde 88 oranında kişilerin güvensiz davranışları, yüzde 10 mekanik ve fiziksel koşullardan kaynaklı, yüzde 2’de önlenemez kaza olduğunu belirtmiştir.
Hemen akla şu gelmektedir: Tazminat/sigorta davalarına kim bakmaktadır? Karar alma süreçleri nasıl verilmektedir? Hukuksal süreçler egemen sınıfın çıkarına kararlar vermemekte midir? Kaza raporları kimler tarafından, hangi bakış açısıyla hazırlanmaktadır vs. Teknoloji, bilgi, örgütlenme, değerler ve diğer pek çok şeyinin değişime uğradığı bir toplumun kendisi de değişime tabidir. Ancak, mesele iş cinayetlerini önlemeye geldiğinde çoğu uzman ve uygulayıcı hala domino modeline inanmaktadır. Domino modeli sonrasında çok sayıda ve değişik kapsamlar birçok model ortaya konmuş ve işyerlerindeki ölüm ve yaralanmaların nedenleri irdelenmiş, ciddi bilimsel dayanakları olan kuramlar ortaya konmuştur. Bu kuramların ortak özelliği üretim sürecini bir sistem olarak ele almaları, bu sistemi de toplumsal sistemin bir alt sistemi olarak görmeleri ve incelemeleridir.
7- ‘Önlemek ödemekten ucuzdur’ söylemi yanlıştır: İşyerlerinde gerekli işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini alırsak daha kârlı bir iş mi yaparız? İş kazalarına dair yapılan çalışmalarda veya bu konuyla ilgilenen özellikle mühendislerin vurgularında hep belirtilir: “Önlemek kazalardan kaynaklanan zararlardan çok daha ucuza gelir.”, “İş güvenliği ekonomi sağlar!”, “İş güvenliği kazandırır” derken, aslında şunu da demiş oluruz: “ekonomik olmayan koşullarda iş güvenliği önlemleri alınmayabilir, çünkü pahalıdır!” Bazı iyi niyetli araştırmacılar sermayeyi ikna etmek, sonuçta birkaç kişi dahi olsa insanların yaşamını kurtarmak açısından işin bu boyutunun gösterilmesi gerektiğini savunur. Ama büyük bir çoğunluk işçilerin ölüm ve yaralanmalarına maliyet kalemi olarak bakar, sonuçta bu bakış açısı ideolojik bir bakış açısıdır ve tamamen ekonomik rasyonaliteyle hareket etmektedir. Olayı “önleme” boyutuyla ele alması açısından da yetersizdir, ki yalnızca işyeri bazında önlemler ve bunların maliyetlerini ele almaya çalışan bir bakış açısıdır. Bu bakış açısıyla ilgili gözden kaçmaması gereken bir nokta daha vardır: İşin ekonomik boyutuna sürekli vurgu yapmanın bir adım ötesi devletin sürece müdahalesini gereksiz görmek, sermayenin önünü tıkamaya çalışmakla suçlamak olacaktır.
8- Bizde de gelişmiş ülkelerde de patronlar ceza almıyorlar: İleri kapitalist ülkelerde, bazı sermayedarların ciddi yaptırımlarla hatta ceza davalarıyla karşılaştığı doğrudur. Ciddi anlamda kamuoyunu rahatlatan cezalar da verilir. Ama bunların sayısı onbinlerce ölüm ve yaralanma düşünüldüğünde komik bile değildir. Bu düzenin devamı açısından arada verilen bir rahatlatma olarak algılanmalıdır.
Süreçlerin nasıl işlediğini şöyle bir görmeye çalışalım. Sadece tekil ölümlerde değil, büyük işçi katliamlarında da (Soma veya Torunlar İnşaat gibi), ilk önce gerek işçi ailelerinin, gerekse de kamuoyunun talebi, sorumluların “ceza”landırılmasıdır. Yaşanan olayın hemen ardından şirkete, patrona, hatta sisteme tepki en üst düzeyindedir. Kapitalist sömürünün acımasızlığının billurlaştığı bir andır o ölüm veya yaralanma anı! Hemen birilerinin cezalandırılması istenir, genelde de ilk önce “işçinin şirketi, patronu yargılansın, cezalandırılsın, cezalarını çeksinler” şeklinde veryansın edilir, tepkiler kimi zaman “lanet olsun bu düzene” haline de gelebilir. Patron cezalandırılmalı, şirket cezalandırılmalı derken, olayın sıcaklığı biraz gidince şunu görürüz, cezalandırılacak kişiler hiçbir zaman tepe noktalarda değildir, zaten şirketler de hukuk sistemimizde cezaların şahsiliği ilkesi uyarınca kurumsal olarak cezalandırılmaz. İşyerindeki iş cinayetinin sorumlularının peşine düşülür, örneğin şantiye şefi, saha mühendisi, iş güvenliği uzmanı, kimi zaman proje müdürü, iskeleyi kuran ustabaşı, asansörü imal eden firmanın mühendisi, hatta kimi zaman yaşamını yitiren işçinin çalışma arkadaşı… Kusur asli, tali olarak dağıtılır dağıtılır, çok nadiren yukarıya, patrona kadar gider. Devlet görevlilerinin sorumluluğunu tartışmak ise belki de en son aşamada karşımıza çıkar, çünkü bunun için Türkiye’de amirlerinin soruşturma izni vermesi gerekmektedir.
9- ‘İş Cinayeti’ kavramı çok ağır bir kavramdır çünkü bunlar ‘istenmeyen olaylardır’ söylemi yanlıştır: İşçi sağlığı ve iş güvenliği rejiminde baskın ideolojik varsayımlar, yasal süreçleri ve mevzuatı düzenlerken alınan kararlarda ve davranışlarda belirleyici olmaktadır. Bu varsayımlardan bir tanesi işçi ile işverenin çıkarlarının uyumluluğu, üretimin kutsanması, üretim süreçlerine dair her şeyin meşru kabul edilmesi, genel olarak tehlikeli çalışma ortamlarının bir veri kabul edilip, düzeltilmesi gereken bir durum olarak ileri sürülmesidir. Var olan üretimin kendisi, yapısı, üretim süreçleri içinde işçinin konumu, üretim yöntemleri ve benzeri konulardaki tartışmalar burada kesinlikle yer almamaktadır. Buradan da şu noktaya geliyoruz, herhangi bir kusur işyerinde iken başka, işyeri dışındayken başka şekilde değerlendirilmektedir. İşyerinin dışında olan bir öldürme eyleminde, kasıt, olası kast, bilinçli taksir ve en son taksir şeklindeki sıralama, işyeri içinde tam anlamıyla yer değiştirmektedir.
Daha kısaca söyleyelim, işyeri içinde gerçekleşen bir ölüm veya yaralanma “kaza” oluvermekte, işyeri dışında ise “cinayet” sıfatını çok daha kolay almaktadır. Burada kapitalizmin ilk dönemlerinden beri burjuva ideolojisinin en fazla hakim olduğu, kendisini en dokunulmaz olarak gördüğü bir alana gireriz. Özel mülkiyet ve üretim kutsaldır! Birey (işçi) ile diğer birey (patron) karşılıklı, özgür iradeleriyle bir sözleşme imzalamaktadır, kimse kimseyi zorla çalıştırmamaktadır. İşçileri öldüreceğini bile bile zararlı bir madde veya yöntem kullanmak (kot kumlama, asbest, zehirli gazlar vs.), bilimsel olarak da ispatlandığı halde mevzuata aykırılığı da ortadayken bu şekilde üretime devam etmek veya yönetmeliklerimizce çok net ortaya konan yapı iskeleleri standartları varken ilkel iskelelerden her yıl en az 100 işçinin ölümüne neden olmak. Bunlar göz göre göre işçiyi ölüme göndermektir. Ama kapitalizm işyeri dışındaysa cinayet, içindeyse kaza demektedir.
10- Facia, felaket söylemleri doğru değildir: Facia, felaket kavramları ideolojik bakışı güçlendirir/yönlendirir, bir adım sonrasında ise “işin fıtratında var” noktasına götürür. “Torunlar Asansör Faciası” pek çok medya organında bu şekilde yer almıştır, emekten yana yayın organları ise “iş cinayeti” tanımını net bir şekilde koymuşlardır. Herhangi bir işçinin ölümü, yaralanması veya sakat kalması “kaza”, “şanssızlık”, “talihsizlik” olarak görülürken, birden fazla işçinin bir anda ölmesinde hemen “facia”, “felaket” gibi kavramlarla karşılaşırız. Bu kavramlar, insan iradesinin dışında, bir anda, tamamen kendine has, çok özel bir durumu anlatır, anlatmaya çalışır. “10 işçinin yaşamını yitirdiği faciada”, “301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği büyük felaketin acıları…”
Kaza, felaket ve facia kavramları tamamen hedef şaşırtan kavramlardır, sorumluların kim olduğu, nasıl ceza almaları gerektiği ve benzeri soruları tamamen perdeler, vicdanımızı burkar, içimizi acıtır bu ifadeler. Halbuki, “katliam”, “iş cinayeti”, “cinayet” dediğimizde, doğrudan bir sorumluyu, cezalandırılması gereken bir kişiyi içinde barındıran kavramlarla karşı karşıya kalırız. Hangi sözcüğü, kavramı kullanacağınız tamamen ideolojik bir tercihten kaynaklanır, ister bilinçli ister bilinçsiz… Bir üstyapı kurumu olan hukuk sistemine de bu ideolojik bakış açısı içkindir. İşyerlerindeki bir veya birden fazla ölümün hemen ardından, sermaye sahibinin kendisini yasal olarak sağlama alma, temize çıkarma mekanizmalarını harekete geçirme konusunda kullandığı kaynakları zayıflar. Özellikle de patronun çok net bir şekilde olayda kusuru ortadaysa, bu mekanizmaların harekete geçmesi mümkün olmaz. Kastettiğimiz şu, bir anda kendisini aklayacak medya gücünü bulamaz, kendisine anlayışla yaklaşacak sırtını sıvazlayacak bir savcı yoktur, “yatırımcımız da mağdur oluyor maalesef” diyen bir politikacıyı hemen yanı başında bulamayacaktır.
İşçi ölümlerinin hemen ardından yaşanan bu anlar maalesef geçicidir ve tamamen verili sınıf mücadelesiyle bağlantılıdır. Örgütlü ve toplumsal hafızayı harekete geçirecek, uzun soluklu bir tepki olmadığı sürece, olaydan bir süre sonra ortam “stabilize” olacak ve “denge” sağlanacaktır. Zira hakim ideoloji sermaye sınıfının ideolojisidir, belirleyici olan onun üst yapı kurumlarıdır. Bu dönemlerde işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin tartışmalar alevlenir; daha fazla denetim, daha sıkı yasal mevzuat tartışmaları olur, kimi zaman da ciddi adımlar atılır, yasal düzenlemeler getirilir. Ama şunu unutmayalım: Bir insanı sokakta vurduğunuz zaman katil olmaya, ama işyerinde öldürdüğünüz zaman kusurlu, dikkatsiz, tedbirsiz olarak anılmaya devam edersiniz! İş cinayeti kavramı siyasal bir kavramdır ve bu kavramın yerleşmesi, hakimiyet kazanması üst yapı kurumlarını da etkileyecektir, etkilemelidir.
2016 yılında en az 1970 işçi yaşamını yitirdi
Ekonomideki sıkışma dolayısıyla sermaye, emek üzerine daha fazla yük bindirmeyi, yani maliyetleri düşürmek için emeğin daha uzun sürelerde daha ucuza çalıştırılmasını içeren bir politika izliyor. Dolayısıyla da iş cinayetlerine temel neden olan koşullar yaratılmış oluyor. Artık sadece belli işkollarında değil hemen her işkolunda çok yaygın bir şekilde iş cinayetleriyle karşı karşıya kalıyoruz, kalacağız. Bunlara da seri iş cinayetleri diyebiliriz.
2016 yılında işçilerin seri, sürekli, düzenli biçimde öldüğü bir çalışma/iş cinayetleri rejimi yaşandı. İşçilerin çalışma koşulları giderek ağırlaşıyor ama buna karşı işlerini kaybetmemek için ses çıkartamıyorlar.
Türkiye’deki rejim tartışmalarını ve referandum sürecini de bu noktada anlamlandırmalıyız. Ağırlaşan ekonomik ve sosyal sorunların, iç-dış politikada atılan yanlış adımların faturası emekçilere çıkarılacak ve emekçilerin olası tepkilerini önlemek için yönetim erki giderek merkezileştirilmeye çalışılacak.
Türkiye’nin 81 şehrinden işçi, kamu çalışanı, işçi ailesi, hekim, mühendis, akademisyen, gazeteci, hukukçu vb. arkadaşlarımız... Omuzdaşımız olan sendikalar, meslek örgütleri, dernekler, inisiyatifler... Altı yıllık bir çabanın sonunda işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında sorunların çözümü için bir ön adım olan iş cinayetleri bilgi ve dayanışma ağını birlikte oluşturduk. Bu noktada belli şehirlerde adımlar attık, belli şehirlerde duyarlılık oluşturduk. Ancak bu durum yeterli değil.
Yazılı, görsel, dijital basından takip edebildiğimiz, emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ile işçiler, işçi yakınlarının bildirimleri ışığında tespit edebildiğimiz ve her gün güncellenen bilgiler ışığında 2016 yılında yaşanan iş cinayetleri şöyle:
Ocak ayında en az 119 işçi, Şubat ayında en az 144 işçi, Mart ayında en az 160 işçi, Nisan ayında en az 172 işçi, Mayıs ayında en az 127 işçi, Haziran ayında en az 210 işçi, Temmuz ayında en az 176 işçi, Ağustos ayında en az 206 işçi, Eylül ayında en az 150 işçi, Ekim ayında en az 169 işçi, Kasım ayında en az 196 işçi, Aralık ayında ise en az 141 işçi yaşamını yitirdi…
2016 yılında iş cinayetleri sonucu en az 1970 işçi kardeşimiz aramızdan ayrıldı…
Grafikte dikkat edilmesi gereken bir husus var. OHAL ilan edilen 21 Temmuz tarihine kadar iş cinayetlerini mavi renkte, OHAL ilanı sonrası olan iş cinayetlerini ise kırmızı renkte gösterdik. Gerçek olan somuttur. Zaten kötü olan İSİG koşulları daha da kötüleşti. OHAL ilanı ile beraber iş cinayetleri yüzde 9 artış gösterdi.
İşte bu yüzden “OHAL kaldırılsın” diyoruz...
2013 yılında en az 1235 işçi,
2014 yılında en az 1886 işçi,
2015 yılında en az 1730 işçi,
2016 yılında ise en az 1970 işçi yaşamını yitirdi...
2014 yılında tarihimizin en büyük işçi katliamı olan Soma’nın yanısıra birçok toplu işçi ölümü yaşanmış ve 1886 işçinin yaşamını yitirdiği bir yıl yaşamıştık. Geçen yıl Soma’sız 1730 iş cinayeti vardı. Bu yıl ise 1970 işçinin aramızdan ayrılması sorunun çözümünün yasa vb. ile değil işçi örgütlenmelerinin önünün açılması ile olacağını gösteriyor. Yoksa işçi sağlığı ciddi bir alarm vermekte!
2016 yılında yaşamını yitiren 1970 emekçinin 1682’si işçi, memur statüsünde çalışan ücretlilerden; 210’u çiftçilerden/küçük toprak sahiplerinden ve 78’i esnaflardan olmak üzere 288’i kendi nam ve hesabına çalışanlardan oluşuyor...
Ticaret/büro, belediye, maden, metal, enerji, güvenlik, tekstil ve konaklama sektörlerinde de yoğun iş cinayetleri gözükmesine rağmen işkollarında “değişmeyen bir üçlü” var: İnşaat, tarım ve taşımacılık...
İş cinayetleri mevsimlik çalışmanın, sendikasız, örgütsüz ve güvencesiz çalışma koşullarının hakim olduğu işkollarında yoğunlaşmıştır.
AKP iktidarıyla beraber “çılgın projeler”in bir sonucu olarak inşaat işçilerinin ölümü arttı. İnşaat sektörünün yıkımı; emeği, kenti ve doğayı kapsayan bir boyuttadır. Bir yandan işçiler kentsel dönüşüm, 3.köprü, 3.havalimanı, AVM’ler, rezidanslar, baraj yapımı gibi devasa projelerde can verirken; bu projeler kentsel dokuyu ve doğayı da geri dönülemez bir biçimde tahrip etmektedir…
Tarımda yıkımın hızlanmasıyla beraber özellikle yaz aylarında havalar ısınınca işkolundaki emekçi ölümleri sıçrama gösteriyor. İşkolunda mevsimlik tarım işçisi, çiftçi, çoban, orman işçisi ve balıkçı olmak üzere emekçi ölümleri artıyor. Mevsimlik tarım işçileri içinde özellikle göçer olanlar, yani ürün dönemine göre şehir şehir dolaşanların sağlık ve güvenlik sorunu, özellikle ulaşımda ve barınmada had safhadadır. Diğer yandan çiftçiler yüksek vergiler, sübvansiyonların kaldırılması, kotalar, girdi fiyatının artması ve yeni çıkarılan kanunların kıskacı altındadır...
Ekonomik büyümeye paralel olarak ulaşım, lojistik sektörü de büyüyor ve özellikle uzunyol şoförleri arasında iş cinayetlerine yol açıyor. Tır, kamyon, servis minibüsü, yolcu otobüsü, moto kurye, kargo ve taksi şoförleri ölümleri artmaktadır. Taşımacılık işkolunda 14-16 saate varan çalışma süreleri, araçların bakımının düzenli yapılmaması, yolların uygun olmaması gibi etkenler iş cinayetlerinin ana sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır...
2016 yılında iş cinayetlerinin ¾’ü altı işkolunda gerçekleşti...
İnşaat, Yol işkolunda 442 işçi; Tarım, Orman işkolunda 389 işçi; Taşımacılık işkolunda 265 işçi; Ticaret, Büro işkolunda 124 işçi; Belediye, Genel İşler işkolunda 109 işçi; Metal işkolunda ise 96 işçi yaşamını yitirdi...
Diğer işkollarında ise: Savunma, Güvenlik işkolunda 76 işçi; Madencilik işkolunda 74 işçi; Konaklama, Eğlence işkolunda 56 işçi; Tekstil, Deri işkolunda 45 işçi; Enerji işkolunda 45 işçi; Gıda, Şeker işkolunda 43 işçi; Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 38 işçi; Çimento, Toprak, Cam işkolunda 32 işçi; Petro-Kimya, Lastik işkolunda 28 işçi; Ağaç, Kağıt işkolunda 23 işçi; Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 23 işçi; Basın, Gazetecilik işkolunda 8 işçi; Banka, Finans, Sigorta işkolunda 7 işçi; İletişim işkolunda 6 işçi ve çalıştığı işkolunu belirleyemediğimiz 40 işçi yaşamını yitirdi...
2016 yılında 110 kadın ve 1860 erkek işçi yaşamını yitirdi...
İnşaat, maden, taşımacılık, metal, enerji gibi iş cinayetlerinin sık yaşandığı sektörlerde çalışanların hemen hemen hepsini erkek işçiler oluşturuyor. Bu yüzden iş cinayetlerinde tespit edebildiğimiz işçilerin büyük bir çoğunluğu erkek. Kadınlar daha çok tarım, sağlık, eğitim, büro, gıda, tekstil, havacılık, belediye, ev içi çalışma gibi sektörlerde çalışıyorlar. Diğer yandan kadınların iş cinayetleri ya saklanıyor ya da kayıt dışı çalıştıkları için görünmez kılınıyor. Ancak bizler SGK’dan daha fazla kadın işçi ölümü tespit etmemize rağmen yaşananların bir kısmına ulaşabildiğimizin bilincindeyiz...
2016 yılında iş cinayetlerinin yaş gruplarına göre dağılımı ise şöyle...
14 yaş ve altında 18 işçi,
15-17 yaş aralığında 38 işçi,
18-27 yaş aralığında 294 işçi,
28-50 yaş aralığında 998 işçi;
51-64 yaş aralığında 399 işçi;
65 yaş ve üstünde 77 işçi;
Yaşını tespit edemediğimiz/bilmediğimiz 146 işçi yaşamını yitirdi...
İş cinayetlerinin yaş gruplarına dağılımına bakarsak açıklamak istediğimiz bir husus var. Neden 28-50 yaş gibi geniş bir yaş aralığı oluşturduğumuz soruluyor. Dikkat ederseniz ülkemizde 51 yaş ve üstü emeklilik yaşını doldurduğu halde maaş alamadığı için emekli olmayı bekleyenler ya da aynı nedenle ve prim gününü doldurmadığı için emekli olamayanlar. 65 yaş ve üstü olarak da ayrıca belirtiyoruz ki ülkemizde kademeli olarak belirlenen emeklilik yaşı. Diğer yandan 18 yaş ve altı çocuk işçilik. 15 yaş altı çalışması kanunen yasak. 18-27 arası ise ilk işçi olanlar vb. Bu söylediğimiz gruplar daha örgütsüz daha korunmasız işçi grupları. 28-50 yaş grubu ise örgütlülük, haklarını koruma gibi pratiklere daha aşina. Bu anlamda grafikte bu yaş grubunun oluşturduğu dilimlik payın azalması korunmasız yaş gruplarının daha çok kırıma maruz kalması anlamına da geliyor...
2016 yılında 81 şehirde yaşanan iş cinayetlerine bakalım:
262 ölüm İstanbul’da; 89 ölüm Kocaeli’nde; 81 ölüm Bursa’da; 74 ölüm İzmir’de; 72 ölüm Ankara’da; 70 ölüm Antalya’da; 61 ölüm Konya’da; 56 ölüm Manisa’da;
52 ölüm Aydın’da; 49 ölüm Adana’da; 45 ölüm Denizli’de; 43’er ölüm Mersin, Samsun ve Tekirdağ’da; 39 ölüm Sakarya’da; 37’şer ölüm Kayseri ve Muğla’da; 35 ölüm Gaziantep’te;
27 ölüm Balıkesir’de; 26 ölüm Elazığ’da; 22’şer ölüm Çorum ve Şanlıurfa’da; 21’er ölüm Eskişehir ve Malatya’da; 20’şer ölüm Diyarbakır, Erzurum, Yurtdışı ve Zonguldak’ta; 19’ar ölüm Kastamonu, Mardin ve Siirt’te; 18 ölüm Ordu’da; 17’şer ölüm Düzce, Edirne, Niğde ve Sivas’ta; 16’şar ölüm Bolu, Burdur, Hatay, Kahramanmaraş ve Karabük’te;
15’er ölüm Çanakkale ve Isparta’da; 14 ölüm Afyon’da; 13’er ölüm Aksaray, Giresun ve Osmaniye’de; 12 ölüm Tokat’ta; 11’er ölüm Adıyaman, Ağrı, Erzincan, Karaman ve Trabzon’da; 10’ar ölüm Batman, Bilecik, Bingöl, Hakkari, Kütahya ve Sinop’ta; 9’ar ölüm Bartın, Kırşehir ve Kilis’de; 8’er ölüm Kırklareli ve Rize’de; 7’şer ölüm Bitlis, Nevşehir, Van ve Yalova’da; 6’şar ölüm Artvin, Kars, Tunceli, Uşak ve Yozgat’ta; 5’er ölüm Amasya, Gümüşhane ve Şırnak’ta; 4 ölüm Çankırı’da; 3’er ölüm Kırıkkale ve Muş’da; 2 ölüm Bayburt’ta; 1’er ölüm Iğdır ve Ardahan’da yaşandı...
İş cinayetlerinin nedenlerinde ilk sırada trafik/servis kazaları gelmektedir. Bu noktada taşımacılık işkolunda şoför ölümleri ilk sıradadır. Yine mevsimlik tarım işçileri yollara savrulmaktadır. Oysa Bakanlık 24 Mart 2010 tarihinde çıkardığı “Mevsimlik Gezici Tarım İşçilerinin Çalışma ve Sosyal Hayatlarının İyileştirilmesi” genelgesiyle ulaşım güvenliğini sağlayacaktı...
İşçiler üzerlerine ağır nesneler düşmesi, göçük oluşması ya da makineye sıkışma sonucu eziliyorlar. İnşaat ve madenlerde yaşanan göçükler, tarımda ağacın ya da traktörün altında ezilme, metal ve taşımacılıkta ise makinede ezilmeler sık yaşanıyor. Oysa basit önlemler alınsa...
Yine yüksekten düşmeler iş cinayetlerinin önemli bir nedenidir. Düşmelere ise en sık inşaatlarda rastlanıyor. Oysa standart bir iskele, uygun bir emniyet kemeri, kenar korumaları ya da en basitinden bir ağ gerilmesi bile düşmeleri önemli bir oranda engelleyebilir. Ama tabii ki maliyet...
Trafik, Servis Kazası nedeniyle 442 işçi; Ezilme, Göçük nedeniyle 355 işçi; Yüksekten Düşme nedeniyle 323 işçi yaşamını yitirdi...
Takip eden nedenler ise şöyle: Kalp Krizi ya da Beyin Kanaması nedeniyle 217 işçi; Silahlı Saldırı, Şiddet nedeniyle 159 işçi; Elektrik Çarpması nedeniyle 91 işçi, İntihar nedeniyle 90 işçi; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 73 işçi; Patlama, Yanma nedeniyle 53 işçi; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 49 işçi; Kesilme, Kopma nedeniyle 19 işçi ve diğer nedenlerden dolayı 99 işçi yaşamını yitirdi...
Meslek hastalıkları kaynaklı ölümleri de raporumuzda diğer nedenlerden dolayı ölümler başlığı altında değerlendirdik. Çünkü verilerimiz bu konuda çok kısıtlı. Elimizdeki bilgiler ışığında 2016 yılında yaşamını yitiren 1970 işçinin sadece 15’i meslek hastalığı nedeniyle yaşamını yitirdi. Bu da yüzde 0,76 oranına tekabül ediyor. Slikozis, kırım kongo kanamalı ateşi, kuduz, arı ve yılan sokmaları sonucu yaşanan 15 ölümün resmi olarak meslek hastalığı kabul edilip edilmeyecekleri bile bir muamma...
Aşırı, yoğun ve fazla çalışmak sağlığa zararlıdır…
2016 yılında en az 217 işçi kalp krizi ya da beyin kanaması geçirerek yaşamını yitirdi
Dr. Cenk Yavaş anısına…
İstanbul Sancaktepe’de özel bir hastanede Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı’ydı. Üç aydır diğer anestezi uzmanının ayrılması nedeniyle tek çalışıyordu. Bir aydır grip, halsizlik ve mide ağrısı çekiyordu. Buna rağmen çalışıyordu ve herhangi bir kalp rahatsızlığı yoktu. Son ay 176 ameliyata girmişti, bakım sorumluluğunu üstlenmişti ve haftada 60 saat çalışıp ayda 8 nöbet tutuyordu…
5 Şubat 2016 Cuma günü ameliyata alınacak üçüncü hastaya anestezi işlemi yaptığı sırada fenalaştı. Mide ağrısı zannederek odasına geçti ama meslektaşlarının önünde aniden yere yığıldı.
39 yaşında kalbi durmuştu…
Ölmek için değil yaşamak için çalışıyoruz…
Aşırı, yoğun ve fazla çalışmaktan kaynaklanan ölüm ilk kez 1970’li yılların sonlarında Japonya’da tanımlandığı için literatüre Japonca adıyla “karoshi” olarak geçti.
Karoshi; 4 hafta ya da daha uzun sürede, haftada ortalama 65 saat ve üzeri ya da 8 hafta ve daha uzun sürede, haftada 60 saat veya üzeri çalışma sonucu, aşırı iş yükü ile beraber, hipertansiyon (yüksek tansiyon), ateriosklerozis (damar sertleşmesi) gibi sağlık sorunlarının bir araya gelmesiyle oluşan miyokard enfarktüsü (kalp krizi) gibi akut kalp yetmezliği ve serebrovasküler (beyin-damar) hastalıkları sonucu ölüm ya da kalıcı çalışamama/kalıcı sakatlık durumu olarak tanımlandı.
İlk karoshi nedeniyle ölüm, 12 Aralık 1969 yılında Japonya’nın Osaka şehrinde en büyük gazete şirketlerinden birisinin yükleme bölümünde çalışan 29 yaşındaki bir erkek işçinin felç sonucu ölümüyle raporlandırıldı. Ölümünden önce sağlıklı olmasına rağmen ayda 200-250 saat çalışıp sadece aylık ortalama 1,9 güne yakın izni olan işçinin çalışma koşulları; düzensiz çalışma saatlerinden, yetersiz işçi sayısı ile baskıları yetiştirmekten ve hatta dinlenme izni olmadan iki vardiya arka arkaya (yani 24 saat) çalışmaktan oluşmaktaydı. Bu ölüme medyanın ilgisinin uyanması 20 yılı buldu.
Cinsiyet, beyaz/mavi yakalı işçi ayrımı gözetmeksizin üretimden hizmet ve sanayiye kadar tüm çalışma alanında yer alan her meslek grubundaki işçiler benzer karoshi riskine sahiptir. Sağlık çalışanları, metal ve kimya işçileri, restoran-otel çalışanları, banka-reklam-gazete-büro çalışanları, öğretmenler, kamyon şoförleri ve çağrı merkezi çalışanları vb. önemli risk grubu olarak kabul edilmektedir. Hiçbir ayrım göstermeden esnek çalışan işçilerin hepsini yutan bu sistemde kamu ya da özel sektör ayrımı da görülmemektedir. Örneğin Japonya’da ulusal bir devlet hastanesinde vardiyalı olarak 80 saatten fazla mesai yapan ve fazla çalışmasının karşılığını da alamayan genç bir hemşire subaraknoid kanamadan (beyin kanaması durumundan biri) hayatını kaybetti.
Meslek hastalıklarından birisi olan karoshi, önlenebilir bir sağlık sorunudur. Dünyada birçok işçi önlenebilir meslek hastalıkları nedeniyle sakatlanmakta ya da yaşamını kaybetmektedir. Ancak bilinenden daha fazla karoshi sonucu ölüm vardır.
Dünyadaki karoshi sonucu ölümlere bakarsak:
1- Japonya Sağlık, Çalışma ve Sosyal Bakanlığı’nın verilerine göre 2005 yılında 328 Japon işçi karoshi sebebiyle yaşamını yitirdi. Bu sayı 2000 yılındaki verilerden 7,3 kat daha fazladır.
2- Finlandiya’da 20-44 yaş grubunda ulaşım, hizmet ve inşaat sektörlerinde çalışanlarda dolaşım sisteminden kaynaklı ölümlerin fazla olduğu yürütülen çalışmalarla tespit edildi.
3- Fransa’da 24-64 yaş grubunda aşırı çalışmaya bağlı ölümlerin örneği Toyota şirketinde yaşandı. İşçi sayısını azaltarak çalışmayı arttıran şirketin faturasını raporlanan 67 işçinin aşırı çalışma sonucu ölümü ve 247’den fazla işçinin ise ağır yaralanması ile işçi sınıfı ödedi. Raporlanamayan ya da kanıtlanılamayan daha birçok ölüm ve yaralanmadan ise şüpheleniliyor.
4- Amerika Birleşik Devletleri’nin yalnızca New York şehrinde ise Japonya’daki karoshi vakalarına benzer belirtileri olan işçi tazminat davalarının sayısı her yıl 200 ila 300 civarındadır.
5- Güney Kore’de ise 2 binin üzerinde karoshi davası bulunmaktadır.
Japonya ve diğer sanayileşmiş ülkelerde incelenen karoshi örneklerinde uzun çalışma saatleri dikkat çekmektedir. Hatta Japonya’nın çalışma saatleri diğer ülkelere göre daha uzundur. Üretim sektöründe yer alan Fransız işçiler ortalama 1645 saat, Alman işçiler 1642 saat çalışırken Japon işçiler ise ortalama 2168 saat çalışmışlardır. Japonya’da karoshi sonucu ölen işçilerin ölümlerinden önce genellikle yılda 3000-3500 saat çalıştıkları belirlendi.
Güvencesiz çalışmanın sonuçlarından biri olan karoshi, bu koşullar altında çalışan işçiyi kasırga gibi sararak beraberinde hayatını, sosyal yaşantısını ve ailesini de sürükleyerek götürmekte, yarattığı etkilerin sonuçları işçinin arkasında bıraktığı yıkımlarla görülmektedir. Aslında başlangıçta çalışmadan kaynaklı sağlık sorunları görünmez, fakat bu yıkımlara uğrayan işçilerde kasırga öncesinde gelen sessizlik misali ölümlerinden önce güçsüzlük, göğüste ağrı, vücudunda titremeler, aşırı yorgunluk belirtileri gibi şikayetlerin görüldüğü belirlenir. Hatta ailesi ve arkadaşları da güçsüz ve yorgun olduklarını fark eder. Fakat işçinin ani ölümüne neden olacak hiçbir ipucu gözlememişlerdir. Kötü çalışma koşulları (uzun, aşırı, yoğun, düzensiz çalışma, gece vardiyası...) ve iş stresine dinlenememe, yetersiz uyku, kötü beslenme ve aile hayatında sorunlar da eklendiğinde işçinin dış çevresinden başlayan etki iç çevresinde yani vücudunda da sistematik olarak belirti ve bulguların kaçınılmaz sonucu olan karoshiye neden olur.
Uzun çalışma saatleri sonucunda düzensiz ve yetersiz uykunun endokrin, bağışıklık sistemini etkilediği birçok araştırmada belirlenmiştir. Aşırı çalışma kalp krizi, felç ve serebral tromboz riskini arttırmakta ve neden olmaktadır. Kalp krizi ve felcin yüzde 18,4, beyin kanamasının yüzde 17,2, serebral trombozun ve infraktüsün yüzde 6,8, kalp krizinin yüzde 9,8 ve kalp yetmezliğinin yüzde 18,7 olarak karoshinin önemli nedenleri olarak belirlenmiştir.
İşçi; hipertansiyon, arterioskleroz, hiperlipidemia (yüksek kolestrol), düzensiz nabız, kardiyak hipertrofi (kalp kasının kalınlaşması), anjina pektoris (göğüs ağrısı) gibi koşullar oluşana kadar bir doktora görünmez ya da çalışma koşullarından kaynaklı olarak doktora görünüp muayene olacak zamanı bile kalmaz. Doktora görünüp tanı alsa da daha önceki sağlık durumu ya da hangi koşullar altında çalıştı(rıldı)ğı, çalışma saatlerinin uzunluğunun değerlendirilmemesi gibi nedenlerden tıbbi tanısı sadece klinik ders kitaplarında yer alan tanıların dışına çıkmaz.
Tüm bu etkilenmelerin en ağır yükünü işçi ve ailesi taşırken patrona etkisi ise sadece yeri doldurulması gereken yeni bir işçi aramak olmaktadır. Uzun, aşırı çalışma saatleri sonucunda yaşamını yitiren ya da kalıcı sekele uğrayan işçinin ailesinin tazminat mücadelelerinin karşısına devlet ve patronlar zorlu bir kanıtlama süreci çıkarmaktadır. Tazminat için belirli kriterler biçilmekte ve bunlara uyulmadığında işçi aşırı, yoğun bir şekilde çalıştığını kanıtlayamamaktadır.
Fazla, yoğun ve aşırı çalışma sonucundaki ölümlerin nedenlerinde ülkenin kültürü ve sosyal çevresi ele alınmaktadır. Hatta Japonların çalışma tarzı çalışkan arıya benzetilerek ya da başka biçimde ilişkilendirilerek açıklanmaktadır. Fakat karoshinin nedeni aşırı iş yükü ile işçiye boş zaman bırakmayan, üretim dışındaki boş zamanlarını bile ele geçiren üretim sisteminin esneklikleri sonucudur. Bu esneklik çalışma koşullarında, işyerlerinde, iş sürelerinde ve iş yasalarında kendini göstermektedir. İşçi de hayatta kalabilmek için emeğini ücret karşılığında satmak zorunda olduğundan sermayenin önerdiği esnek çalışma koşullarını ve ücreti kabullenmek zorunda kalmaktadır.
Olası karoshi nedenli 217 ölüm…
Bu noktada Türkiye’deki aşırı, yoğun ve fazla çalışmaya bağlı ölümlerin işkollarına ve yaş gruplarına bakmak önemli. Böylece önümüzdeki dönem düşünsel, yazınsal çalışmalar ve pratik bir mücadeleyi oluşturmak açısından ilk adımları atabiliriz…
Öncelikle bir kavram karmaşası oluşturmaması açısından konuyu nasıl ele aldığımızı açıklamak gerekiyor. Yasalarımıza göre işyeri içinde gerçekleşen her ölüm, nedeni ne olursa olsun ‘iş cinayeti’ kapsamındadır. Ancak aşırı, yoğun ve fazla çalışmaya bağlı ölümler incelenmemiştir. Bizler de hem yasal mevzuata uyarak hem de iş süreçlerinin bütününe bakış anlayışımızla gerçekleşen bütün kalp krizi ve beyin kanamasına bağlı işçi ölümlerini raporumuza aldık. Ancak Cenk Yavaş’ın ölümünde olduğu gibi bütün bu ölümlerin karoshiye bağlı olup olmadığını bilmiyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi her işçi ölümü tek tek incelenmelidir. Bu yüzden tespit ettiğimiz 217 işçi ölümünü “olası karoshi” olarak değerlendiriyoruz. Yine belirtmeliyiz ki birçok işçi ölümüne “ecel” dendiği için haberdar olamamaktayız. Bu yüzden çok daha fazla ölüm olduğunu unutmamalıyız. Buna göre;
2013 yılında en az 48 işçi,
2014 yılında en az 121 işçi,
2015 yılında en az 155 işçi,
2016 yılında ise en az 217 işçi kalp krizi ya da beyin kanaması geçirerek yaşamını yitirdi…
Yani son dört yıldır “olası karoshi” nedenli ölümler hızla artmaktadır.
“Olası karoshi” nedenli 217 işçi ölümü işkollarına göre daha çok tarım, taşımacılık, ticaret/büro, güvenlik, inşaat, sağlık, konaklama, belediye, gıda ve metal işkollarında görülmektedir.
“Olası karoshi” nedenli 217 işçi ölümünün yarısından fazlasının 51 yaş ve altında olmasının altını çizmek istiyoruz...
Yaşanan bir iş cinayetinin mahkeme sürecini inceleyerek konuyu anlaşılır hale getirelim
THY’de kabin amiri olarak çalışan Zeynep Sema Müstecaplıoğlu, 9 Mart 2013 tarihinde İstanbul-Japonya Osaka seferinin ardından konakladığı otelde, beyin kanaması nedeniyle yaşamını yitirmişti. SGK müfettişleri bu ölümün çalışma kaynaklı olmadığına kanaat getirmiş ve iş cinayeti olarak nitelendirmemişti.
Ancak ailesi SGK ve THY aleyhine Bakırköy 18. İş Mahkemesi’ne dava açtı. THY’de çalışma sonrası ara dinlenme 48 saatten 24 saate düşürülmüştü. Yine bu süreye yolcuların uçaktan tahliyesi, uçaktan iniş, otele gidiş ve bunlara ek olarak her seferden 2-3 saat öncesinde hazır bulunmak dahildi. Geriye 13-14 saatlik bir dinlenme süresi kalıyordu. Bu duruma uçuşların yüksek irtifada gerçekleşiyor olması ve kabin içi basıncındaki değişikliklerin de eklenmesiyle, Zeynep Sema Müstecaplıoğlu’nun can vermesi kaçınılmazdı.
Tabi ki SGK ve THY çalışma koşullarının ölümle alakalı olmadığını savundu. Diğer yandan Adli Tıp Kurumu’nca dava dosyasına ulaşan raporda “Zeynep Sema Müstecaplıoğlu’nun kabin görevlisi olması nedeniyle uzun süreli sık seyahat ettiği, stres gibi faktörlerin beyin kanamasında kolaylaştırıcı etkisinin olabileceği” ifade edildi. Bilirkişi raporunda ise “Sigortalının işveren tarafından görevle işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi halinde, asıl işini yapmaksızın geçen zaman birimi içinde uğradığı tüm kazaların, iş kazası olarak kabulünün gerekeceği” belirtildi.
Kararını açıklayan mahkeme, Zeynep Sema Müstecaplıoğlu’nun işverenin emir ve talimatları doğrultusunda hareket ederken beyin kanaması geçirerek yaşamını yitirdiğini belirtti. Kararında 5510 sayılı yasanın 13-c maddesi hükmüne göre “sigortalının işveren tarafından görevle işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi halinde asli işini yapmaksızın geçen zaman diliminde uğradığı tüm kazalar iş kazası olarak kabul edilecektir” hükmünü hatırlatan mahkeme, Zeynep Sema Müstecaplıoğlu’nun istirahat için konakladığı otelde beyin kanaması geçirerek yaşamını yitirmesinin iş cinayeti olarak kabulüne karar verdi.
8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat uyku…
Bu noktada aşırı, yoğun ve fazla çalışmaya karşı işçi sınıfının verdiği mücadele tarihine bakmamız önemlidir. Birinci Enternasyonal; 1866 yılındaki Cenevre kongresinde, işgününün yasal olarak 8 saatle sınırlanmasını benimsemişti. Bu karar daha sonraki yıllarda dünya işçi sınıfını harekete geçirecek önemli bir dinamik olacaktı. Ayrıca işçilerin çalışma mevzuatlarına dair istemleri de, 8 saatlik çalışma talebini bütünlemiş ve işçilerin ekonomik mücadele programını oluşturmuştu.
Aynı dönemde ABD’de ise, çoğunluğunu göçmen işçilerin oluşturduğu yeni bir işçi sınıfı oluşmaktaydı. 1 Mayıs ve 8 saatlik çalışma olarak ifade edebileceğimiz buradaki işçi hareketi, ilerleyen yıllarda proletaryanın burjuvaziye karşı dünya çapındaki savaşımının simgesi haline gelecekti. ABD’de sendikalar 1 Mayıs 1886’da fiilen 8 saat çalışılacağını ve buna uymayan fabrikaların fiilen engelleneceğini ilan etti. 1886 yılı 1 Mayıs’ı, ABD’de emekle sermaye arasındaki en önemli çatışma günü oldu, birçok gösteri ve grevler yaşandı.
Bu sürece destek için Kıta Avrupası’ndan Rusya’ya kadar eylemler gerçekleşti İkinci Enternasyonal, kurulduğu 1889 yılında 1 Mayıs’ı uluslararası eylem günü olarak önerdi. Amerikan sendikaları da 1 Mayıs 1890’ı emeğin 8 saati dayatma günü ilan etti ve buna paralel olarak İkinci Enternasyonal bu kararı kabul etti. 8 saat çalışma, 8 saat dinlenme ve 8 saat uyku temel prensibine dayanan bu talep; işçi sınıfının toplumsal ilişkiler ve zihinsel gelişimini içeren, daha iyi bir yaşam isteğinin cisimleştiği bir talep oldu. İzleyen yıllarda Pazar günü çalışma birçok işkolunda kalkmış ve Cumartesi günü yarım gün tatil hakkı elde edildi.
Bugün neo-liberal politikalar ile birlikte işçi sınıfının birçok hakkına saldırıda bulunuldu ve çalışma yaşamı hızla güvencesizleştirildi. Türkiye’de haftalık çalışma saati “ortalama” 50 saatin üzerinde. İzin hakları kullanılamıyor. Üç işçinin yapacağı iş bir işçiye yaptırılıyor. İşyerlerinde sağlık ekibi ve ambulans yok. Soma’daki maden işçilerinden mevsimlik tarım işçilerine kadar işçilerin başında “hadi hadi” diyen dayıbaşları, çavuşlar, taşeronlar var. Bu süreç bugün kiralık işçilik, özel istihdam büroları, kıdem tazminatının kaldırılması, iş mahkemeleri kanununun değiştirilmesi gibi birçok saldırı ile derinleştiriliyor. İşte tam da bu noktada yukarıda ifade ettiğimiz olası karoshi nedenli ölümlerin artacağı aşikar.
Mobbing, borç kıskacı, işsizlik…
2016 yılında en az 90 işçi intihar ederek yaşamını yitirdi
Diyarbakır’da yaşayan sınıf öğretmenliği mezunu M.E (adını öğrenemedik), 10 Şubat 2016 tarihinde yapılan son öğretmen alımında da atanan 30 bin kişi arasında yer almayınca 6.kattan atlayarak intihar etti. Yaşanan bu ölüm sonucu ataması yapılmayan öğretmen adaylarının sayıları 40’ı bulan intiharı ve son TEOG’da sınavı iyi geçmediği için Bursa’da intihar eden 13 yaşındaki A.B.Y.’nin ölümüyle birlikte konu 12 Şubat 2016’da yapılan TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda tartışıldı.
Milli Eğitim Bakanlığı ve bağlı kuruluşların bütçe görüşmelerinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, milletvekillerinin soru ve eleştirilerine cevap verdi. Nabi Avcı öğretmen intiharlarıyla ilgili “tarihe geçecek bir tespitte” bulundu:
“Şimdi, dramatik bir şey, bu atanamayan öğretmen adayı arkadaşlarımızla ilgili sık sık ‘Bu yüzden öğretmen adayı intihar etti’ falan gibi ifadeler kullanılıyor. Şimdi tıpta teknik tabiri nedir bilmiyorum ama bunu bile söyleyip söylememekte tereddüt ediyorum, ‘Gösterişçi intihar eylemi’ diye bir sendromdan bahsediliyor. Aslında niyeti olmadığı halde etrafında ilgi uyandırmak veya ilgi çekmek veya isteklerinin yerine gelmesini sağlamak amaçlı bu tür girişimler. Bana tıpçıların söylediklerini söylüyorum. Dolayısıyla bu tür haberlerin özendirici olmaması çok önemli.”
Öncelikle bir düzeltme yapalım. ‘Atanamayan’ değil ‘ataması yapılmayan’ öğretmenler. Zira bundan 30 sene evvel böyle bir sorun yoktu. Ancak neo-liberal kapitalist politikaların Türkiye’de hızla hayata geçirilmesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Özellikle AKP iktidarı ile olgunlaşan güvencesizleştirme politikalarıyla birlikte birçok öğretmen, okuldan mezun olduğu halde ataması yapılmadı. Eğitim, öğretmenler ve öğrenciler de içinde olmak üzere alınıp satılan bir meta haline getirildi.
Diğer yandan intiharlar sadece öğretmenler için geçerli değil. Ülkemizde banka çalışanlarından güvenlik emekçilerine, çiftçilerden inşaat işçilerine kadar birçok intihar yaşandı. Ancak onların ‘gösterişçi intihar eylemi’ bizim iş cinayeti olarak tanımladığımız bu ölümler üzerine Türkiye’de bırakın pratik mücadeleyi düşünsel, yazınsal anlamda bile bir çalışma yok. Bu noktada dünyada yaşanan işe bağlı intiharların nedenlerini inceleyecek ve ülkemizde son üç yılı kapsayan ‘işyerinde yaşanan’ ve ‘işe bağlı intiharları’ ele alarak bir çıkış noktası oluşturmaya çalışacağız…
İşçiler neden intihar ediyor?
İşe (fazla ve aşırı çalışmaya) bağlı olarak ortaya çıkan intihar, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Japonya’da görülmüş ve karojisatsu kavramı ile tanımlanmıştır. Karojisatsu, işçinin fazla-aşırı çalışması sonucunda muhakeme yeteneğini kaybetmesi ve genellikle depresyona girmesi sonucunda meydana gelen intihar girişimidir. Bu intiharın fazla-aşırı çalışmaya bağlı olarak gerçekleştiğinin kanıtlanması için işçinin, intihar öncesindeki çalışma saatlerinin şu özelliklerden birinin ya da bir kaçının birlikte olması gerekmektedir:
a) Günde 10-16 saat arasında çalışmış olmak,
b) 4 hafta üst üste ortalama 65 saat ve üzerinde çalışmış olmak,
c) 8 hafta üst üste 60 saat ve üzerinde çalışmış olmaktır.
1970 sonrasında uygulanan neo-liberal kapitalist politikalar sonucu günde 12 saati geçen uzun çalışma süreleri, ağır ve aşırı çalışma, yoğun çalışma, iş baskısı, geçici işlerde çalışma, tele çalışma, iş stresi, düşük ücret, ücretsiz fazla mesai, performans sistemi vb. gibi çalışma koşulları işçilerin yaşamını ciddi olarak tehdit etmeye başlamıştır. İş cinayetleri hızla artmıştır. İşe bağlı intiharlar da önlenebilir bir sağlık sorunudur. Ancak önlenebilmesi için öncelikle iş cinayeti olarak kabul edilmesi gereklidir. İşe bağlı intiharların iş cinayeti olarak kabul edilebilmesi için ise çalışma ile ilişkili olduğunun ispatlanması gerekmektedir. Bu durumun zorluğu sorunun tanılanmasını ve boyutunu görünür kılmayı engellemektedir.
Karojisatsu Davası
İşe bağlı intiharlar uzun mücadeleler sonucu ilk olarak Japonya’da iş cinayeti olarak kabul edilmiştir. Japonya Anayasa Mahkemesi’ne taşınan ilk örneği de ‘Dentsu Karojisatsu Davası’dır. Dentsu şirketinde çalışan bir işçi uzun, yoğun çalışma saatleri ve bunun doğurduğu zihinsel, fiziksel ve sosyal tükenme sonucunda, 1991 yılı Ağustos ayında intihar etmiş, ailesi işyerine dava açınca uzun çalışma saatleri ile intihar arasındaki ilişki Japonya’da yasal olarak kabul edilmiştir.
İşe bağlı intihar girişiminde bulunmadan önce kişilerde depresyon, tükenmişlik sendromu, kronik yorgunluk ve muhakeme yeteneğini yitirme gibi zihinsel belirtiler görülmektedir. Bu belirtilerin beraberinde çalışanlarda baş ağrısı, mide ağrısı, ishal, kabızlık, hafif ateş gibi fiziksel belirtiler de ortaya çıkabilmektedir. Çalışanların hiçbir sosyal faaliyeti yoktur, bütün zamanlarını çalışmaya vermişlerdir. Ortak özelliklerine baktığımızda ise; çalışma yaşamındaki herkeste görülebilmekte, günde 11 saat ve üzerinde çalışma, uzun süre ve tatillerde dahi çalışma, yoğun iş stresi olan işçilerde görülmektedir.
Bir ülkeye özgü değil: İntiharların nedeni güvencesizlik
İşe bağlı intiharların görüldüğü ülkelere baktığımızda; fazla-aşırı çalışmaya bağlı intiharların ilk olarak ortaya çıktığı ve kabul edildiği Japonya’da karojisatsu görülme sıklığı, 1999 yılında yüzde 12 iken, 2001 yılında yüzde 33,7’ye yükselerek yüzde 182’lik bir artış göstermektedir ve her yıl yaklaşık olarak 5000 kişinin fazla-aşırı çalışma nedeniyle intihar ettiği tahmin edilmektedir.
Fransa, Avustralya ve Birleşik Krallık’ta fazla-aşırı çalışma sonucu ortaya çıkan intiharlardan bazıları da iş cinayeti olarak kabul edilmiştir. Avustralya’da 2002 yılında yapılan bir çalışmada 1989-2000 yılları arasında görülen 109 intiharda çalışmanın önemli bir faktör olduğu saptanmıştır. Fransa’da 2007 yılında Renault ve Peugeot araba fabrikalarında, Avustralya’da telekomünikasyon işçilerinde çalışma ile ilişkili olduğu düşünülen intiharlar görülmektedir. Yine Fransa’da 2008-2010 yılları arasında France Telecom şirketinde çalışan 34 işçi ardarda intihar etmiştir. Yine Çin’de bulunan ve iPod, iPhone ve iPad üreten Foxconn fabrikasında işe bağlı intiharlar o kadar çoğalmış ve dünya basınına yansımıştır ki Apple firması “İntihar etmeyeceğim kendime iyi bakacağım” diye yazılı taahhüt almaya başlamıştır... Tabi ki bu örnekler buzdağının sadece görünen bir kısmıdır.
Bu noktada Türkiye’deki işçi intiharlarının işkollarına, nedenlerine vb. bakmak önemli. Böylece önümüzdeki dönem düşünsel, yazınsal çalışmalar ve pratik bir mücadeleyi oluşturmak açısından ilk adımları atabiliriz…
Öncelikle bir kavram karmaşası oluşturmaması açısından konuyu nasıl ele aldığımızı açıklamak gerekiyor. Yasalarımıza göre işyeri içinde gerçekleşen her intihar, nedeni ne olursa olsun ‘iş cinayeti’ kapsamındadır. Ancak bugüne kadar hukuken çalışma koşullarından kaynaklanan bir intihar diye tanımlanan ölüm olmamıştır. Bizler ise hem yasal mevzuata uyarak işyeri içinde (işe bağlı olan-olmayan) gerçekleşen hem de işyeri dışında salt işe bağlı intiharları da raporumuza aldık. Genel olarak da ‘işyeri intiharı’ kavramını kullandık. (Yoksa evde, işyeri dışında yüzlerce işçi intihar ediyor. Ancak çok az bir kısmının iş ile bağlantılı olduğunu saptayabildik) Buna göre;
2013 yılında en az 15 işçi,
2014 yılında en az 25 işçi,
2015 yılında en az 59 işçi,
2016 yılında ise en az 90 işçi, işyeri içinde (işyeri dışında ise işe bağlı olarak) intihar ederek yaşamını yitirdi…
Son iki yılda elimize ulaşan bilgilerin daha evvelki yıllara göre daha yoğun olduğunu gözönüne alsak bile yıllara göre güvencesizliğin derinleşmesine paralel olarak işyeri intiharlarında bir artış olmuştur.
2016 yılında gerçekleşen 90 emekçi intiharının istihdam biçimlerine göre dağılımı ise şöyle;
35’i işçi ve 14’ü memur olmak üzere 49 ücretli çalışan,
29’u esnaf ve 4’ü çiftçi olmak üzere 33 kendi nam ve hesabına çalışan intihar etmiştir.
Yine ataması yapılmayan öğretmenler de dahil olmak üzere benzer koşullardaki 8 işsiz işçi intihar etmiştir…
2016 yılında intihar eden emekçilerin yoğunlukla çalıştıkları işkolları ticaret/büro, güvenlik, inşaat, konaklama, tarım, belediye, metal ve taşımacılık işkollarıdır.
2016 yılında işyeri intiharlarının nedenlerini beş bölüme ayırdık. Buna göre;
23 işçi borçları nedeniyle,
10 işçi mobbing nedeniyle,
8 işçi işsizlik nedeniyle,
17 işçi kişisel/özel nedenlerle (basına yansıdığı biçimiyle) intihar etmiştir.
32 işçinin neden intihar ettini ise yeterli bilgi olmadığı için bilmiyoruz…
İşçilerin büyük mücadeleler sonucunda elde ettikleri 8 saat çalışma ve sendikalı olma hakları ellerinden alınmakta ve her geçen gün güvencesiz çalışma koşullarıyla yaşamları daha da kötüye gitmektedir. Bu çalışma koşullarına karşı bütün işçiler birleşip karşı çıkmadığı sürece iş cinayetleri devam edecek ve işçiler intihara sürüklenecektir.
2016 yılında en az 56 çocuk işçi yaşamını yitirdi
Çocuk işçilik yasaklansın…
Nazım Hikmet “dünyayı çocuklara verelim, kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi, hiç değilse bir günlüğüne doysunlar”… diyordu dizelerinde. Evet, yoksulluk en çok çocuklarımızı etkiliyor, savaşlar en çok çocuklarımızı vuruyor, çocuklarımız işyerlerinde en kötü koşullarda çalıştırılıp perişan ediliyor…
Ülkemizde milyonlarca çocuk işçi bulunmaktadır. Çocuklarımızın yarısı tarımda diğer yarısı ise sanayi ve hizmetler sektöründe çalışmaktadır.
Devlet kendi yasalarına dahi uymamakta, çalışan çocuklar korunmamakta ve çalışması yasak olan işkollarında çalışmanın yanında 15 yaşın altında da çocuklar çalışmaktadır. Ayrıca çocuk işçi sağlığı ile ilgili bir çalışma yapmamakta ve öyle ki çocuk işçi ölümlerine dair de çelişkili açıklamalarda bulunmaktadır. Örneğin eski Çalışma Bakanı Faruk Çelik bir önergeye verdiği cevapta 2013 yılında 21 ve 2014 yılında 16 çocuğun çalışırken yaşamını yitirdiğini belirtip bu sayının 2002-2014 yılları arasında 127 olduğunu açıklamıştır.
2013 yılında en az 59 çocuk işçi,
2014 yılında en az 54 çocuk işçi,
2015 yılında en az 63 çocuk işçi,
2016 yılında ise en az 56 çocuk işçi yaşamını yitirdi...
Devlet ya çocuk işçiliğin durumunu bilmiyor ya da doğruyu söylemiyor. Ya da her ikisi de. İSİG Meclisi olarak son dört yılda en az 232 çocuğun çalışırken yaşamını yitirdiğini açıklıyoruz.
Çocuk işçilik konusunda devlet politikalarının bir ortağı AB’dir. AB yetkilileri çocuk işçilik konusunda bir yandan devletin attığı adımlarla olumlu bir çizgide olduğunu söyleyerek övmektedir. Bu noktada kendi eliyle kurdurduğu ve mali olarak milyonlarca Euro aktardığı dernekleriyle sosyal bir imaj çalışması çizmektedir. Oysa Türkiye’de çocuk işçiliğin artışında sizin uygulattırdığınız tarımı çökerten ve sanayiyi daha da bağımlılaştıran politikalar bulunmaktadır. Yine örneğin Türkiye ile imzaladığınız Mültecilerin Geri Kabul Anlaşması sonrası göçmen çocuklar hızla tarım ve sanayinin pençesine atılmıştır.
Söz göçmen çocuklardan açılmışken hemen belirtelim. 2013 yılında çalışırken yaşamını yitiren hiçbir göçmen çocuk tespit edememişken, 2014 yılında 5 Suriyeli çocuk, 2015 yılında 12 Suriyeli çocuk, 2016 yılında 6 Suriyeli ve 1 Afgan çocuk olmak üzere 24 göçmen çocuk iş cinayetlerinde katledilmiştir. Genel olarak çocuklar içinde iş cinayetlerinin yüzde 12,5’inde göçmen çocuklar kurban edilmiştir. Bu durum yukarıda açıkladığımız Türkiye-AB politikalarının doğrudan yansımasıdır.
Çocuk işçilerin neredeyse yarısı tarımda yaşamını yitirmiştir. Bu durumun bir yönünü tarımın çökertilmesi ve aile emeği içinde görmeliyiz. Diğer yönü ise mevsimlik işçiliktir. Çocuklar mevsimlik işçiliğin kadınlar ile birlikte omurgasını oluşturmaktadır ve ‘çocukları çekip alırsanız mevsimlik işçilik kalmaz’…
Metal, inşaat, konaklama, genel işler, ticaret, gıda ve tekstil işkollarında da hatırı sayılır oranda çocuk işçi çalışmaktadır. Çocuk işçiler kalıcı olarak, yaz sürecinde ya da çırak ve stajyer olarak yani sermayenin “meslek lisesi memleket meselesi” ilkesi kapsamında işyerlerinde çalışmaktadır. 4+4+4 eğitim sistemi ya meslek lisesine gidişi teşvik etmekte ve böylece sermayeye ucuz teknik eleman sağlanmakta ya da çocukları eğitim dışına itmekte ve vasıfsız işgücüne katmaktadır. Özellikle eğitim dışında kalan çocukların yaşamı daha da zorlaşmaktadır. TÜİK’in 2013 yılı açıklamasına göre okula devam etmeyen çocuklar için haftalık fiili çalışma süresi 54,3 saat ile Türkiye ortalamasının üstündedir. Üçte birine işyerinde yemek verilmemektedir. Yüzde 36’sının haftalık izni, yüzde 89’nun yıllık izni yoktur. Ve İSİG Meclisi olarak tespitlerimize göre daha fazla iş cinayetine maruz kalmaktadır…
İş cinayetlerinde yaşamını yitiren çocukların yüzde 12,5’i kız çocuğu/genç kadındır. Bu oran genel olarak iş cinayetlerinde tespit ettiğimiz kadın işçi ölümünün iki katıdır…
Türkiye’de çocuk işçilik “ilkel birikim” döneminin bir özelliği olarak çok küçük yaşlarda başlamaktadır. Çocuk işçi ölümlerine 6 yaşından itibaren rastlamaktayız. Türkiye’de 14 yaş ve altında çocukların çalışması yasak olmasına rağmen bu yaş grubunda 18 çocuğun ölümü Türkiye’deki çocuk işçiliğin en çıplak göstergesi durumundadır.
BES sermayeye kaynak aktarmak için oluşturulan bir uygulamadır…
2016 yılında en az 476 emekli / emeklilik çağındaki işçi yaşamını yitirdi
Türkiye’de emeklilik yaşı farklı statülere ve farklı koşullara göre kanunla belirlenmişti, emekli olma yaşı daha düşüktü. Ancak 1999 yılında yapılan değişiklikler ve sonrasında 2008 yılında yürürlüğe giren SSGSS Yasası ile birlikte emekli olabilme yaşı ve prim ödeme gün sayısı kademe kademe (nihai olarak 65 yaş ve 9000 prim günü) yükseltildi.
Bu uygulamaya karşı emek hareketi merkezi olarak 1999’da yüzbinlerce işçinin katıldığı bir miting ile karşı çıkmış ancak gerisi gelmemiştir. 2007-2008 yıllarında ise yerellerde oluşturulan Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformları ile bir mücadele ivmesi yakalansa ve süreç yasanın TBMM’den çıkacağı gün TBMM’yi kuşatma adımını atmaya gitse de emek hareketinin iç tartışmaları sonrası sönümlenmiştir.
Bu gelişmeler sonrası bugün yaşanan durum şudur: Hemen her gün haberlerde emekli olduğu halde çalışan, emeklilik yaşını beklediği için çalışmak zorunda kalan ve emekli olma hakkını sigortasız çalıştığı ya da sigortası düzenli yatırılmadığı için kazanamayan işçilerin çalışırken yaşamını yitirmesi…
Devlet ‘mezarda emekliliği’ adım adım ördü. Bazı açıklamalara bakalım.
Şimdiki Tarım eski Çalışma Bakanı Faruk Çelik 2013 yılının Aralık ayında yaptığı konuşmada devletin görüşünü ifade ediyordu: “Prim günümüzü doldurduk beklememiz gerekiyor, yaşı beklemeden iki yıl erken emekli edebilir misiniz diyorlar. Emeklilik yaşı dünyada 60-65 iken, Türkiye’de 44-49 yaşta emekli olursanız, daha erken emekli olma talebi birey olarak haklı bulunabilir. Ama ülke sorumluluğunu taşıyorsanız sosyal güvenlik alanında popülist bir politika izlememeniz gerekiyor. Biz yaş bekleyenlerle ilgili düzenleme yaparsak torunların bu konuda ‘ah’ edeceğine inanıyoruz...”
Şimdiki İçişleri eski Çalışma Bakanı Süleyman Soylu da 2016’nın Temmuz ayının başında yaptığı açıklamada bu bakış açısını pekiştiriyor: “Emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili bir düzenleme yaptığımız andan itibaren, bugün itibarıyla söylüyorum, 1 milyon 700 bin kişiyi emekli yapmak zorundayız… Bizim böyle bir gücümüzün olmadığını söylemek istiyorum sadece. Bunu sürdürülebilir bir hale getiremeyiz… Sosyal güvenlik sistemimizin sürdürülebilirliği esastır. Emeklilikte ne kadar yaşa takılan var diye merak ederseniz, onu da söyleyeyim, 7 milyon 100 bin kişi. Bu süreç içerisinde peyderpey yaşı geldiğinde emeklilikte yaşa takılanlar... O zaman bizim sosyal güvenlik reformunun tamamen rafa kaldırılması ve tamamen geçmiş dönemlerde yaşadığımız emeklilikle ilgili sürecin Türkiye'de tekrar yaşanması ve gelir, gider dengemizin tamamen altüst olmasını getirebilecek bir sonuçtur.”
Dünyada kişi başına milli geliri 30-40 bin dolar seviyesinde olan ülkelerin emeklilik yaşını 67-70’e çıkardıklarına işaret eden Soylu, “Bizden daha rahatlar, kişi başı gelir seviyeleri bizden daha yüksek ve sürekli emeklilik yaşını yükseltiyorlar. Sisteme erken emekliliği koyduğumuz andan itibaren bunu sürdürülebilir kılamayacağımızı bir kere daha üzülerek ifade etmek istiyorum…”
Bugün fiilen hayata geçirilen Ulusal İstihdam Strateji Belgesi’nde de yaşlılığın ‘üretken olma-kaynak tüketimi’ düzleminde değerlendirildiğini görüyoruz: “Türkiye’de sosyal harcamalardan üretken olmayan yaşlı gruplara daha fazla kaynak ayrıldığı dikkati çekmektedir…”
Yine geçtiğimiz yıllarda sermayenin ana lokomotifi olan Koç Grubu’ndan emekli olup Akkök Holding’in yönetim kurulunda görev alan Mehmet Ali Berkman’ın açıklamaları da sermayenin emekliliğe bakışının özeti olmuştur: “60 yaşa dünya artık orta yaş diye bakıyor… Klasik olarak bilirsiniz, denir ki insanlar hobilerini geliştirmeliler ki emekli olunca boşluğa düşmesinler. Ben hobiyle hayatın geçeceğine inanmıyorum. Golf oynamak, yelken yapmak mümkün ama bunlar tüm vaktinizi almaz ki… Türkiye’nin kaynak israfına tahammülü yok… Hayat gezme tozmayla geçmiyor...”
İşçilerin emeklilik hakkına karşı bir ‘toplumsal mutabakat’ mezarda emeklilik uygulamasının hayata geçirilmesi ve ideolojisinin oluşturulması adımlarıyla sağlanmış zaten… Şimdiki adımın adı ise bireysel emeklilik sistemi…
Bireysel ‘emeklilik’ koca bir yalan…
Gündelik hayatın diliyle düşünelim. Bu yasa emekçilere bir ‘emeklilik’ modeli olarak yutturulmaya çalışılıyor. Oysa 10 Ağustos’ta TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen yasanın tam adı “Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, aslen birkaç şirketin yöneteceği bir fon sistemi ve özü ‘tasarruf yap’! anlayışı…
Devlet ve sermaye şöyle diyor: Ülkemizde ücretler malum çok yüksek! Asgari ücret 1404 TL. İşçiler yeme, içme, barınma, ulaşım vb. temel giderlerini harcadıktan sonra kalan! paralarını çarçur ediyorlar. İşçiler paralarını çarçur etmesin ve tasarruf yapsın. Bu paralar özel şirketlerin yönetimindeki bir fonda toplansın.
Başka nasıl ifade edelim bilemedik. Aylar boyu çıkardığımız ‘Asgaride Yaşayanlar’ raporunda işçi ailelerinin çok çalıştığını ve az ücret aldığını, geçinemediğini, borç batağında olduğunu ve sosyal yardımlarla ayakta kalmaya çalıştığını belirtmiştik. Her gün çevremizde, gazetelerde ya da televizyonlarda geçim sorunu kaynaklı yaşanan faciaları biliyoruz. Soruyoruz: Biz daha geçinemezken nasıl tasarruf edelim?
Diğer yandan bu yasa bir sosyal güvenceyi esas alan bir emeklilik sistemi değil, emekçilerin ‘yapabilirse’ tasarruflarının birkaç özel şirket tarafından yıllarca kullanılması, yine devletten yüzde 25 oranında kaynak (bizim paralarımız) transferidir. Eğer toplu bir para olursa -ki bu da aldığımız ücretler dikkate alındığında çok cüzi bir miktar- ve bu parayı emekli maaşı olarak istersek ‘ne kadar zaman maaş bağlansın?’ sorusuyla karşılaşıyoruz. Yani ‘yaşamımıza bir süre biçme zorunluluğu’ getiriliyor. Belirlediğimiz sürede de aylık ‘ilköğretim öğrencisi’ harçlığına denk bir düzeyde maaş alabiliyoruz…
Son olarak, bireysel emeklilik sistemi tartışması bir bütün olarak sosyal güvenlik sistemini sorgulamayı gerekmektedir…
Türkiye’de her geçen gün ‘emekli/emeklilik çağındaki işçiler’ daha fazla iş cinayetine maruz kalıyor…
Türkiye’de devlet kurumlarının emekli işçi ölümleri gibi bir çalışması olmamıştır. Oysa hemen her gün haberlerde emekli olduğu halde çalışan, emeklilik yaşını beklediği için çalışmak zorunda kalan ve emekli olma hakkını sigortasız çalıştığı ya da sigortası düzenli yatırılmadığı için kazanamayan işçilerin çalışırken yaşamını yitirdiğini öğreniyoruz.
İSİG Meclisi bütün bu gerçekliğin bilinciyle her işkoluna, mesleğe, cinsiyete ve her kişiye özgü emeklilik yaşının belirlenmesi gerektiğini savunmuştur. Ancak bir ‘genelleme’ yapabilmek için Türkiye toplumunda hastalıkların ve yıpranmanın ortaya çıktığı 50 yaş üstünü emeklilik yaşı olarak belirlemiştir. (Emeklilerin/yaşlıların üretim içinde-dışında kalması tartışması ayrı bir yazı konusudur.)
Yıllara göre ‘emekli/emeklilik çağındaki’ işçi ölümlerinde hızlı bir artış gözlemliyoruz. 2016 yılında da aynı durum devam ediyor. Genel iş cinayetlerine göre düşündüğümüzde de yüzde 24 oranı civarında ‘yaşlı’ işçiler iş cinayetlerinde yaşamlarını yitiriyorlar ki bu durum şu anki sosyal güvenlik sisteminin bir aynası…
İstihdam biçimlerine baktığımızda ‘yaşlı’ işçi ölümlerinin 1/3’ü çiftçi ve esnaf, 2/3’ü ise işçi ve memur statüsünde çalışıyor. Karşılıklı olarak istihdamın değiştiğini söyleyebiliriz. Çiftçilik yapıp geçinemeyen ve işçi ordusuna katılanlar olduğu gibi emekli olduktan sonra geçinemeyip esnaflığa başlayan işçilerin olması gibi…
Yoksulluk ve yasal düzenlemelerle emeklilik hakkının fiilen ortadan kaldırılması yaşlı işçileri güvencesiz çalışma koşullarına itmiş ve güvencesiz işçi havuzunun önemli bir kaynağı haline getirmiştir.
Yaşlı işçiler önemli bir oranda tarımda istihdam edilmiştir. Bunun ilk biçimini küçük toprak sahipliği/çiftçilik, ikinci biçimini ise mevsimlik tarım işçiliği oluşturmuştur. Her iki biçimde de farklı nedenlerle de olsa ana sağlık sorunu sigortasız olma ve iş yolunda yaşamını yitirmedir.
Yaşlı işçilerin ikinci ana istihdamını inşaat ve taşımacılık işkolları oluşturmuştur. Sigortasız çalışmak ya da sigortanın düzensiz yatmasından dolayı bu sektörlerde emekli olmak zordur. Diğer yandan başka mesleklerden emekli olan/olamayan yaşlı işçiler vasıfsız işlerde çalışma imkânı vardır.
Yaşlı işçiler yine gözle görülür biçimde esnaf olarak çalışmaktalar. Küçük bir sermaye ile yapılan bu işlerde de Sosyal Güvenlik Destek Primi (SGDP) borçları sağlık hizmetini almakta önemli bir sorun oluşturmuştur.
Raporumuzun başında değindiğimiz bir husus vardı. Emeklilik yaşı kademeli olarak 65 yaşına çıkarıldı. Ancak bir husus da iş cinayetlerinde yaşamını yitiren yaşlı işçilerin 1/6’sının 65 yaş ve üzerinde olması. Yani ülkemizde yoksulluk ve sömürü düzeyi insanların emekli olmasına bile müsaade etmiyor…
Emeklilik hakkımız…
Ülkemizde emekliliğin belirlenebilmesi için sormamız gereken bazı hususlar şunlardır:
1- Yaşlılıkta ücrete ve sağlığa erişim var mı?
2- Yaşam beklentisinin artışının kriteri nedir? Yani çalışanın ne iş yaptığı belirleyici değil midir?
3- Eğitim durumu, meslek (sanayi işçileri özellikle madenciler fiziksel olarak en çok yıpranan işçilerdir), gelir ve varlık durumu (ev sahibi olmak, emekli maaşlarındaki farklılık, ek gelirin olup olmaması) nedir?
4- Hastalıkları (kalp, ciğer, göz, hipertansiyon, şeker, prostat...) var mıdır?
5- Sigara ve içki benzeri alışkanlıkların etkisi ne durumdadır?
6- Düzenli sağlık kontrolü yaptırabiliyor mu? Sosyal ve psikolojik durumu nasıl? Yaşa bağlı refleks ve zihin zayıflamaları, yeterli dinlenme ve tatil, beslenme, barınma olanağı var mı?
7- Ulaşım ve kent yaşamı nasıl etkiliyor?
8- Peki, işveren ve yönetici pozisyonunda çalışanlarla işçileri aynı kefeye koyabilir misiniz?
İşçilerin belli bir çalışma yılından sonra emekli olma hakları vardır. Emeklilik işçilerin çalıştıkları işkoluna, mesleğe, cinsiyetlerine ve kişisel sağlık durumlarına göre belirlenmelidir…
2016 yılında en az 110 kadın işçi yaşamını yitirdi...
Türkiye’de ve dünyadaki toplumsal cinsiyet algısı gereği kadınların ve kadınlık algısının çifte sömürüye en açık olduğu alanlardan biri de emek süreçleridir. Ancak çalışma hayatında katlanarak kadınların üzerine yüklenen bu süreçlerin, yalnızca çalışma alanına hapsolmaması ve o alanın gerçekliği olarak algılanmaması gerekir. Bunun müsebbibi aslında toplumsal her alanda kadınların sayısal olarak değil fakat toplumdaki eril akıl gereği tam da “%51 Azınlık” olarak algılandığı ve dolayısıyla sömürüye açık kılınan bedenler olarak koşturulduğu hayat gerçekliği olarak görülmelidir. Bir kadının bedeni ile ne yapacağını tahlil eden ve ona emir veren zihin ile çalışma alanlarında kadının toplumsal bu konumlandırılışından beslenerek onu iki kat sömürmeye çalışan güç, aynı güçtür. Toplumsal açıdan yaralanabilir, gözden çıkarılabilir olanlar -ezilenler- sınıfsal manada benzer zor gücü ile karşılaşabilirler. Bu yüzden kadın sorununa dair tartışılması ve mücadele edilmesi gereken her konu aslında taşıdığı toplumsal önem sebebiyle hepimizi ilgilendirmelidir. Her ay derlediğimiz iş cinayetlerinin toplumsal cinsiyet kimliğini dökmek ise bu anlamıyla konuya bir pencere açabilme niyetini taşımaktadır.
Böylece takip edebildiğimiz kadarıyla kadınların yaşadıkları sömürünün ölümle sonuçlanan acı tablosu ile aslında kadınların neyi sırtlandıklarını ve sistemin bu ikili sömürü ilişkisiyle biz emekçilere neler dayattığını görebilmeyi, gösterebilmeyi amaçlıyoruz.
2013 yılında en az 103 kadın işçi,
2014 yılında en az 131 kadın işçi,
2015 yılında en az 120 kadın işçi,
2016 yılında ise en az 110 kadın işçi yaşamını yitirdi.
Gündelik hayatta kadının üzerine kodlanmış olan toplumsal cinsiyet rollerini takip ettiğimizde emek süreçlerinde bunlara dair pek çok iz ile karşılaşabiliriz. Örneğin; kadınların evde, aile içinde, ev işleri ve bakım için harcadıkları emek görünmeyen emektir. Mesai saatleri olmadığı için; çalışmayla dinlenme, boş zamanla iş zamanı, sevgi vermekle emek harcamak iç içe girdiği için; ev içindeki ilişkiler toplumsal değil “doğal” ilişkiler olarak göründüğü için böyledir bu. Ama daha da önemlisi karşılıksızdır bu emek. Bu sömürü ilişkisi “kamusal” alanda doğallaştırılmış bu görüngü sebebiyle farklı bir biçim alarak karşımıza çıkar. Yani çok düşük ücretli ve güvencesiz olsa da bir karşılık ödenen ama görünmeyen emeğin bir biçimde damgasını taşıyan koskoca bir çalışma alanı daha vardır. Geçici tarım işçiliği, ücretsiz aile işçiliği, ev eksenli üretim, gündelikçilik ve (evde) bakıcılık gibi kayıt-dışı sektörü oluşturan çeşitli işlerde çalışanların büyük çoğunluğunu ise kadınlar oluşturur. Gerek gündelikçilik ve bakıcılık gibi kadınların “doğallaştırılan” becerilerine dayandığı için görünmeyen emekten izler taşıyan işler, gerekse eve iş alarak ya da komşu atölyelerinde yapılan kayıt-dışı işler, ücretli emekle ücretsiz emeğin, modern istihdam biçimleriyle aile ilişkilerine dayalı çalışma biçimlerinin arasında bir yerdedir.
2016 yılında kadın işçi ölümlerini incelediğimizde, bu ölümlerin işkollarına göre dağılımında yüzde 44’lük bir oranla Tarım, Ormancılık sektörünün ağırlık taşıdığını görmekteyiz. Kadın işçilerin birçoğu tarım işçisi ve mevsimlik işçi olarak çalışmaktadır. İşçiler ya çalışırken araziye uygun olmayan araçlarla emek harcadıkları için ya da uygunsuz koşullarda taşındıkları için yollarda yaşamlarını yitirmektedirler. Kadın emeği, ev içi emeğin doğallaştırılması ve görünmemesi sebebiyle, kamusal alanda tamamlayıcı bir faktör olarak görülmekte bu sebeple ucuz ve kayıt dışı çalıştırılması meşruiyet kazanmaktadır.
Kadının ev içi görünmeyen emeği ile çalışma hayatındaki emeği niçin bu kadar ilintili diye düşündüğümüzde bunu kamusal açıklamaların izini takip ederek de bulabiliriz. 2015 yılında kadına uygulanan şiddet hakkında açıklama yapma gereği hisseden Sare Davutoğlu “Kadın” ve “Şiddet” kelimeleri yanyana geldiğinde bunun toplumsal infial yarattığını, bu yolla şiddetin artmasına sebebiyet verdiğini beyan etmişti. Toplumsal cinsiyet açısından bir sorun teşkil eden bu açıklamanın hemen akabinde ise işe bağlı ölümlerde adı geçen kadınların ölümlerini de “iş cinayeti” olarak tanımlamak yerine bunun “anne ölümleri” ile bağdaştırılabilecek, doğal bir olgu olduğu kanısına varmıştı. Hâlbuki bir kadın toplum içerisinde ona atfedilen “annelik” mefhumu ile dahi ölümü hak edemez ve bu vesileyle işçi ölümlerinin sebeplerine ilişkin sorular bu denli cevapsız bırakılamazdı.
Evet, kadınlar ölüyor ve öldürülüyor. Bu ülkedeki toplumsal cinsiyet rejimi sebebiyle bu şekilde konumlandırılmış kadınlar, günlük yaşamlarında ve emek süreçleri içerisinde ucuz ve kayıt dışı çalıştırılarak “eve katkı” sağlayan birer mesai artığı olarak görülüyor.
Bu yüzden iş cinayetlerinin toplumsal cinsiyet temelli bu sömürü çarkını üstüne basa basa belirtiyoruz. “Kadın cinayetleri ve işe bağlı ölümler politiktir!”
Son dönem politikalar
Son dönemin en tartışmalı konularından biri de “Kiralık İşçilik” politikası. Bu politika ile hâlihazırda kötü koşullarda, esnek ve güvencesiz çalıştırılan kadın işçiler üzerinden sömürünün daha da katlanacağını öngörmek, ne yazık ki, zor olmuyor:
1- Türkiye’de genç kadınların büyük bölümü küçük ve orta boy işletmelerde çalışıyor. Kiralık işçilikle 10 kişiye kadar işçi çalıştıran küçük işletme sahipleri 5 işçiye kadar geçici işçi de çalıştırabilecekler. Böylece devlet küçük işletmeleri korurken, burada çalışan kadın işçileri; düşük ücretli, güvencesiz, sendikasız ve ömür boyu emekli olamayacakları bir işe mahkûm edecek.
2- Mevsimlik tarım işçileri, temizlik işleri, hasta ve yaşlı bakımı işleri, yani kadınların çalıştığı işler, Özel İstihdam Bürolarının sürekli iş ilişkisi kurabileceği işler olarak tanımlanıyor. Devlet bir grup işçinin geleceğini tümüyle Özel İstihdam Bürolarına terk ediyor.
3- Mevsimlik işlerde dayı başlarının yerini Özel İstihdam Büroları alacak, ev işçileri kendi aralarında kurdukları ağ üzerinden değil, bağlı bulundukları Özel İstihdam Büroları aracılığıyla kiralanacak. Özel İstihdam Büroları arasındaki rekabet sebebiyle hem ücretler, hem de işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda ciddi sorunlar, kayıplar yaşanacak.
4- Fabrikalar ve büyük işletmelerde altı aylık, iki defa olmak üzere işçi kiralayabilecek. Kiralık işçi sayısı düzenli çalışanların dörtte birini geçmeyecek. Büyük işletmelerde, düzenli ve sendikalı işler genel olarak erkek işleri olacağından, işçi lehine olan bu kısıtlamadan kadınlar pek yararlanamayacak.
5- Özel İstihdam Büroları, hamile olup yarı zamanlı çalışmayı tercih eden bir kadının geri kalan işini, kiraladığı diğer işçilerle ikame edebilecek. Bu hem güvencesiz çalışmayı dayatacak hem de doğum izni gibi kazanılmış ve hala üzerinde mücadele verilen pek çok hakkın geriye düşmesi anlamına gelecek.
Günlük hayattaki kadınlık algısı ile işleyen toplumsal cinsiyet rejimi sayesinde sermaye birikiminin kriz uğraklarından çıkış yolu öncelikli olarak kadın emeği üzerinden kurgulanmaktadır. Görüldüğü gibi içinde bulunduğumuz dönemde bu politikalar sermaye birikimini sürekli kılarken kadın işçiler açısından ayrımcılığı ve cinsiyetçiliği körüklemektedir. Kadın istihdamını artırmadığı gibi işsizliği, düşük ücretli işleri ve güvencesizliği meşrulaştıran bir yönde gelişmektedir. Toplumsal bağlamda ise sınıfsal farklılıkların iyice derinleştiği ve Türkiye özelinde orta sınıfın da işçileştiği bir süreçteyiz. Uygulanan bu politikalarla ise geleceksizliğe mahkûm edilen bir sınıf gerçekliği ile karşı karşıya kalacağız. Güvencesiz ve geleceksiz çalışma koşullarını değerlendirdiğimizde genel olarak işçi ölümlerinde, işe bağlı yaralanmalarda ve meslek hastalıklarında artış olabileceğini; kadın işçiler üzerinden açıkladığımız pek çok sömürü ilişkisinin ise artabileceğini öngörüyoruz. Bu bağlamda özellikle bu dönemde işçi sağlığı ve iş güvenliğine dair atılabilecek her adım, emekçilerin geleceğini insanca kurabilmek adına hayati önem taşımaktadır. Emek süreçlerini toplumsal cinsiyet temelinde ele almak ise özgür ve eşitlikçi bir yaşamın inşası için öncelikli olarak ele alınması gereken bir konudur.
Fabrikalarda, tarlalarda iş cinayetlerinde birlikte ölüyorsak birlikte mücadele etmeliyiz...
2016 yılında en az 96 göçmen işçi yaşamını yitirdi
Ülkemizde çalışan göçmenlerin sayısı hızla çoğalıyor. Bu durumun bir yansıması olarak da göçmenlerin maruz kaldığı iş cinayetleri artış ivmesi gösteriyor. Ülkemizde göçmenlerin yaşamsal ihtiyaçları ile ilgili dayanışma faaliyetleri gösteren çalışmalar bulunuyordu. Ancak işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında bir boşluk vardı. Bu noktada geçen yılın başlangıcından itibaren düzenli olarak bir raporlama faaliyeti başlattık. Bu mütevazi adımdaki amacımız artık Türkiye işçi sınıfının önemli bir bileşeni olan göçmenlerin sendikal örgütlenmesi konusunda bir pratik sergilenmesi ve işçi sağlığı iş güvenliği sorunlarının gündeme alınmasıydı.
2016 yılında yılında bu konuda dört ayrı rapor çıkardık. Bu raporlarda;
1- Göçmenlerin sadece Ege sularında değil çalışırken de yaşamlarını kaybettiğine,
2- Türkiye’deki göç tartışmasının uluslararası bir boyut içinde incelenmesi gerektiğine,
3- Avrupa Birliği ile yapılan göçmen pazarlığına,
4- Patronlar için göçmenlerin ucuz emek gücü olarak görüldüğüne,
5- İktidar için ise oy deposu olacağı ihtimalinin göz önüne alındığına,
6- Göçmen tartışmasının güncel olarak Suriye/Suriyeliler ekseninde şekillendiğine,
7- Sendikal örgütlenmenin bir ‘göçmen işçi politikası’ olmadığına,
8- Türkiyeli emekçilerin göçmenlerin işlerini ellerinden almasından cihatçı kaygısına kadar ekonomik, sosyal, kültürel nedenlerle göçmenlere mesafeli baktığına,
9- İş cinayetlerinde yaşamını yitiren önemli bir bileşen olarak göçmenlerle ‘ortak örgütlenme ortak mücadele’ perspektifi oluşturulmasına,
10- Dünyadan göçmen işçi örneklerinin incelenmesine,
kadar birçok konuya değindik ve tartışmaya çalıştık. Üç aylık periyotlarla çıkardığımız raporlarda o dönemin güncel olaylarına değinmeye çalıştık.
Yıllara göre göçmen işçi ölümlerine bakarsak;
2013 yılında en az 22 göçmen işçi,
2014 yılında en az 53 göçmen işçi,
2015 yılında en az 67 göçmen işçi,
2016 yılında ise en az 96 göçmen işçi yaşamını yitirdi…
Yani göçmenler sadece Ege Denizi’nde yaşamlarını yitirmiyor, yaşamak için üç kuruşa çalıştıkları işyerlerinde de yaşamlarını yitiriyorlar...
Göçmen işçi ölümlerinin tüm işçi ölümlerine oranı 2013 yılında yüzde 2 iken 2014 yılında yüzde 3’e, 2015 yılında 4’e ve 2016 yılında ise yüzde 5’e çıkmıştır. Sadece bu veri bile ülkemizde göçmen emeğinin hacimsel bir biçimde giderek arttığını göstermiştir. Bu durum ülkemizde göçmenlerin işçi sınıfının yeni bir bileşeni olduğunu ve sendikal hareketin de göçmen işçileri örgütleyecek bir perspektif geliştirmesi gerektiğini açığa çıkarmıştır.
Fabrikalarda ve tarlalarda Türkiyeli işçilerin yanısıra ezici çoğunluğu Suriyeli olmak üzere Afgan, Gürcü, Ukraynalı, İranlı, Iraklı, Özbek, Rus... işçi kardeşlerimiz de iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirdiler. Yani sermayenin daha fazla kazanması için bizler omuz omuza çalışırken milliyetlerimize bakılmaksızın birer birer öldük. İşte bu yüzden ortak mücadele etmeliyiz.
Diğer yandan “Türkiye’nin tartıştığı bir ‘uluslararası göç’ olgusudur ve tartışma konusu ‘Suriye/Suriyeliler’dir”. Bu noktada göçmen işçi ölümlerini pek arzu etmesek de milliyetlerine göre de tasnif ettik.
Milliyetlerine göre göçmen işçi ölümlerine bakarsak;
Yüzde 61’i Suriyeli;
Yüzde 12’si Afgan;
Yüzde 5’i Gürcü;
Yüzde 4’ü Ukraynalı,
Yüzde 3’ü İranlı;
Yüzde 2’şer Iraklı, Özbek ve Rustur.
Diğer milliyetler olarak ifade ettiğimiz yüzde 9’luk dilim ise Azeri, Çinli, G.Koreli, Kırgız, Litvanyalı, Pakistanlı, Sırp, Türkmen ve Venezuelalı göçmenlerdir.
Bu durum 2013 yılından beri tuttuğumuz kayıtlarımızla da benzerlik göstermektedir…
Geçmiş yıllarda en çok ölümün yaşandığı tarım işkolu yerini inşaata bırakmıştır. Göçmenler emek yoğun sektörlerde güvencesiz bir şekilde, asgari ücretin altında ya da düşük yevmiyelerle çalıştırılmaktadır.
Son olarak Güney Kore ve İspanya’daki göçmen işçi örgütlenme deneyimlerini paylaşalım...
Güney Kore Göçmen İşçiler Sendikası – Migrant Trade Union (MTU)
G.Kore’de 1980 sonrası neoliberal politikalar doğrultusunda ihracata yönelik sanayileşme hayata geçirildi. Aynı dönemde G.Kore işçi sınıfının mücadelesi sonucu da önemli haklar elde edildi. Bu noktada ücretlerin düşürülmesi amacıyla da göçmen işçilere ülke kapıları açıldı.
Göçmen işçiler kayıtdışı olarak ve 3D diye adlandırılan kirli, tehlikeli ve zor (dirty, dangerous and difficult) işlerde çalıştırılmışlardır. Yine yıllarca süren stajyer sistemi adı verilen; İş Kanunu’ndan yararlandırılmadıkları, sendika-grev-toplu sözleşme haklarının olmadığı ve yerli kayıtdışı işçilerin 1/3’ü oranında ücret aldıkları bir kölelik sistemi yüzbinlerce göçmen işçinin yaşam koşullarını oluşturmuştur. İşte “Güney Kore mucizesi” adı verilen söylemin arka planında bu sömürü koşulları yatmaktadır.
Göçmen işçiler üzerindeki baskıyı artıran istihdam yasası üzerine 2003 ve 2004 yıllarında aralıksız 381 gün süren oturma eylemi sonrası fiilen MTU kurulmuştur. MTU’nun amacı eşit koşullarda çalışma ve toplu sözleşmeli, grevli sendika hakkıdır. Ancak MTU’nun kuruluşu için 2005 yılında başvuru yapılmış, yıllarca süren eylemler, tutuklamalar, sınır dışı etmeler ve hukuki süreç sonunda Ağustos 2015’te yılında yasal olarak tanınmıştır.
MTU, militan bir işçi sendikası olan Kore Sendikalar Konfederasyonu (KCTU)’ya üye olmuştur. Orta Asyalılar dışında Doğu Avrupa ve Afrika’dan gelen işçiler de yasal statüsüne bakılmaksızın üyedir.
Tabi bu noktada konfederasyon olarak KCTU’nun da göçmen işçilere bakışına değinmek gerekir. KCTU hükümetin 1990’lı yılların başında Orta Asya’dan ilk işçi talebine karşı Koreli işçilerin iş güvencesini ve ücretlerini tehdit edeceği gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Ancak göçmen işçilerin mücadeleye katılması ile birlikte KCTU’da güvencesiz işçilerin mücadelesini eksenine almasına paralel olarak göçmen işçi haklarını savunmaya başlamıştır ve bünyesinde bir Göçmen İşçiler Merkezi oluşturmuştur.
Bugün yeterli nicel düzeyde olmasa bile (Ağustos 2015’te 1100 üyesi vardı) MTU’nun varlığı, yine KCTU içinde Kore işçi sınıfı mücadelesi içinde yer alması örnek alınması gereken deneyim olarak tarih sahnesindedir...
Göçmen işçi örgütlenmesinde İspanya sendikaları
İspanya geleneksel olarak göç veren bir ülke iken, son 20 yıldır Romanya, Fas, Ekvator, Kolombiya, Dominik, Çin, Filipinler, Bulgaristan, Arjantin, Peru gibi ülkelerden göç akınına uğradı. Bu göçmenler bizim ülkemize benzer olarak tarım, inşaat, konaklama ve ev hizmetleri gibi sektörlerde çalışmaktadır. Ancak 1/6’sının çalışma izni yoktur ve yine ispanyol işçilerin 1/5’i oranında ücret kazanmaktalar.
İspanya’da sendikal konfederasyonlar İşçi Komisyonları (CC.OO) ve Genel İşçi Birliği (UGT) 1970’li yıllardan beri göçmen işçilerle dayanışma içindedir. CC.OO 1977’de kuruluşundan beri göç konusuna özel bir önem verdi ve bir Göç Ofisi var. 1990’da da da benzer bir amaçla UGT Sosyal Eylem Konfederal Ofisini kurdu. İki konfederasyon iletişim içinde adım attılar.
Bu adımlar devam etti. 1986 yılında CC.OO özellikle Afrikalı işçilerin sorunları için Yabancı İşçiler için Bilgi Merkezi’ni, 1991 yılında da UGT Göçmenler ve Mülteciler için Danışma Merkezleri’ni kurdu. Oturma izni, aile birleşmeleri, vatandaşlık hakkı, çalışma vizesi gibi destekler sağladılar. Yine dil, mesleki eğitim, iş bulma, hukuki destek gibi işlevleri yerine getirdiler.
İki konfederasyonun temel amacı göçmen işçilerin örgütlenmesinden çok onlara yasal ve idari destek sağlamaktır.
Diğer yandan Tarım İşçileri Sendikası’na (SOC) değinmek gerekir. Sendika 2000’li yıllarla beraber özellikle Endülüs’te Almeria bölgesinde göçmen işçilerin mücadelelerinin güçlenmesi için de faaliyete başlamıştır. SOC işçilere çalışma koşulları ile ilgili konularda, iş yasalarının ihlal edildiği durumlarda, ikametgah ve çalışma izinleri ile ilgili konularda ve tarım ilaçlarından kaynaklanan hastalıklarda yardım etmektedir. Ayrıca İspanyolca kursları ve sendikacılık dersleri de vermektedir. SOC göçmen işçilere bireysel olarak uğradıkları saldırılar ve haksızlıklar olduğu durumlarda da yardımcı olmaktadır.
2016 Yılı İş Cinayetleri Raporu'nun matbaadan basılan halini PDF formatında okumak için...
2016 yılında iş cinayetlerinde yaşamını yitiren 1970 işçiyi saygıyla anıyoruz!
Kenan Hurma, İlyas Bostancıeli, Hüseyin Karaman, Osman Nikferoğlu, Feridun Taygan, Abdurrahman Çacur, Hüseyin Koktay, Adem Dürge, Derviş Yılmaz, Cafer Tayyar Yalaza, Ahmet Sarıca, Nedim Aygün, Bekir Dalkıran, Ufuk Mutluer, Cevdet Can, Sinem Kır, Gürkan Yıldırım, Şenol Elmas, Fırat Oktan, Saim Karakaya, Ahmet Özata, Mustafa Yılmazlı, Harun Topçu, İbrahim Çapa, Emel Ay, Tuncay Güç, İlhan Ergene, Ümit Güler, Cevat Altuğ, Nuri Güllü, Nevzat Sarı, Nurettin Alpalan, Danyal Irgav, Ramazan Yıldırım, Ali Rıza Korur, Mehmet Nuri Gürsoy, Halil Bilmez, Sedat Berikpak, Oğuzhan Tosun, Yakup Yurtsever, Sevda ., Tevfik Türkoğlu, Beşir Mankay, Ali Alzeri, Sedat Yeşiltaş, İsmail Yüceler, Ayhan Ay, Cengiz Yıldırım, Ali Alak, Musa Akkuş, Bilal Akkuş, Mehmet Çınar, Mustafa Bay, Yakup Demirci, Askeri Ersin, İbrahim Karaaslan, Erol Gültekin, Fuat Ağaç, Mehmet Hanifi Polat, Ahmed Elfaris, Mustafa Tutuş, Yılmaz Bayrak, Mohammed Abdul Majeet, Osman Coşkun, Ahmet Kurt, Tanış Doğan, Mehmet Murat Durdu, Ercan Durdu, Mustafa Durdu, Murat Küçükoğlu, İlyas Siğinç, Malik Goseni, Mehmet Baylan, Deniz Daş, Servet Yıldız, Mustafa Mercan, Sedat Özdemir, Recep İnan, Mehmet Demirbaş, İsmail Polat, Bayram Kartal, Yasin Duran Esen, Gökhan Yılmaz, Hamit Özelci, Mahir T., Derya Koşca, Ali Barış Savaş, Uğur Öcal, Mehmet İşler, Nihat Bulca, İsa Önder, Rahmi Yerli, Serdar Akarsu, Resul Demirçi, Mahir Benzet, Özer Aydemir, Fecri Sezer, Fikri Hancı, Gökhan Düdükçü, İsmail Köroğlu, Erol Yılmaz, Yaşar Tutar, Hasan Sever, Ramazan Uğur, Velat Demiroğlu, Hasan Ali Tuncel, Metin Eryılmaz, Kemal Kayalı, Çağlar Yanardağ, Cavit Şahinkayası, İlyas Harmankaya, Mustafa Karahan, Abdullah Karaca, Ertuğrul Yetik, Mehmet Çelik, Bruce Gordon İrving, Nail Dursun, Abdülkadir Baba, Hulusi Yılmaz, Nurullah Akgün, Tunç Uncu, İsmail ., Selçuk Mumcu, Mücahit Yıldız, Hüseyin Dalkılıç, Halil Usta, Emrah Katrancı, Murat Aksan, Murat Aydoğmuş, Ramazan Uyar, Burak Ergin, İbrahim Taytoğlu, Ahmet Dokuyucu, Hatice Temel, Bayram İlik, Mehmet Ali Oyur, İsmail Cırıt, Ahmet Dal, Sait Karaman, Osman Aydın, Yavuz Lazut, Süleyman Çertel, Alper Tiryaki, Hasan Tepecik, Mehmet Kurtaran, İbrahim Doğan, Abdül Kuddüs Nazar Mehmet, İsmet Aydın, Mehmet B., Gürcan Tanış, Ayşer Çing, Murat Görmüş, Kenan Kormaz, M.A.Y., Elvan Urhan, Şahabettin Oman, Aslan Şahin, Ali Sait Aydoğan, Gülcan Yıldırım, Turkay Bahtiyar, Yunus Çelebi, A.A., İhsan Şen, Aziz Uysal, Bayram Yılmaz, Mehmet Aslan, Sadi İçtem, Ahmet Akcan, Marvan Quays Saad, Muharrem Samtaş, Nihat Kaytaz, Sakin Döner, Bekir Murat, Mustafa Sarı, Savaş Kızılkan, Kerem Arat, Murat Ant, İbrahim Kılınç, Mehmet Kasim Tari, Mehmet Şefik Tuncer, Sedat Bulut, Abdurrahman Sönmezsoy, Reşit Can, Halil Başer, Mahmut Batumak, Bedrettin Caylı, Nusret Beyazalma, Yavuz Yıldız, İsmail Tekin, Abdulbaki Aydın, Ercan Açar, Hakan Erturgut, Gökşen Bütüner, Fatih Durak, Latif Demir, İlhan Bayramoğlu, Taner Demirel, Safiye Yılmaz, Habibe Aydın, Sevil Şahin, Hakan Abakay, Mustafa Canbaz, Abdülkadir Adın, Recep Taştan, Ahmet Güney, Bekir Alkış, Mustafa Keser, Kadir Kırbaşçı, Ramazan Karadağ, Ali Doğanyiğit, Ahmet Onur, Ender Özkan, Tamer Şimşekyılmaz, Seval Şahin, Bayram Akgül, Avni Öztürk, Hüseyin Baygın, Ali Sevan, Kemalettin Kibar, Mustafa Turan, Nail Yılmaz, Hamdi Mutlu, Şefik Can, Erdal Yıldırım, Ozan ., Halil Öztürk, Ali Çap, Önder Deniz, Yalçın Boy, Necmettin Dinç, Zıaurrahman Zıaozbe, Hidayet K., Bekir Gökdere, Abdulkadir Aftel, Ömer Coşkun, Abuzer Dalkıran, Siyami Güner, Bekir Canpolat, Mehmet Berk, İzzet Özçelik, Sümmani Kocaoğlu, Hilmi Şencan, Mehmet Çordan, Mehmet Emin Tekin, Musa Bakkaloğlu, Akif Sariboğa, Mehmet Böleç, Murat Hamarat, Onur Ekiz, Erdem Arıkan, Mehmet İncesu, Ekrem Alakaş, Himmet Övey, Rıza Menteşe, Ömer Yonca, Mahşuk Yonca, Selahattin Akdemir, Fehmi Meniz, Bessam El Musa, Emin Kabataş, Orhan Sertkaya, Haşim Küçük, Adil Cerit, Yaser Hikmet, Ali Timur, Fatih Küçük, Özkan Ölmez, Ahmet Tuzcu, Hasan Zelkan, Hakan Çiftçi, Mesut Ölmez, Fikret Tunalı, Halil Demir, Mahmut Gürevin, Ramazan Darar, Ahmet Uzun, İlvan Çeçen, İbrahim Olgun, Tamer Yapar, Çağrı Koçtürk, Turgay Ceylan, Hüseyin Hüsnü Atalay, Muharrem Durmuş, Halil Demir, Mustafa Alkan, Rıdvan Erol, Gökhan Kara, Hakkı Kezer, Gökhan Kaya, Temel Yıldırım, Mehmet Kızılbent, Gökhan Koçman, Recep Taşpınar, Levent Mergen, Nufel Şimşek, Ahmet Güleç, Hava Bilir, Yusuf Şakar, Ulaş Bağatır, Ferhat Aydın, Hasan Kartal Arslan, Muhammet Tiyek, Hanım Dudu Vardar, Kervin Martin Pinerua Urbina, Hakkı Gökdemir, Soner Aksüt, Süleyman Bozkurt, Türkay Korkmaz, Fatih Havuz, Sadık Kartal, Ömer Kılıç, Murat Seyhan Karadeniz, Lokman Bakır, Durmuş Erdoğan, Gökhan Aygül, Sami Birici, Öztürk Aytekin, Oğuzkan Dere, Orhan Bilekli, Ahmet Şaşmaz, Mustafa Özkan, Adem Yıldırım, Adem Çakır, Dursun Uzun, Zeki Taşdemir, Ayşe Akyol, Kadir Kılıçalp, Bayram Güzel, Ramazan Saltı, Ayşe Alpak, Mervan Aslan, Recep Acar, Ali Osman K., Mehmet Bağcı, Erdoğan Dağdelen, Dinçer Gürbüz, Ali Öztürk, Arif Karaoğlan, Mehmet Özdinar, Satılmış Karademir, Atilla Metin, Esat Balkır, İsmail Hakkı Punar, Mehmet Duran, Uğur Karakaya, Pembe Aydaş, Ali Doğuç, Hasan Şensu, Alime Sarıkaya, Mustafa Albutu, İbrahim Ergin, Özkan Demir, Hasan Kaya, Hasan Adak, Şevket Sezgin, Raife Erdemir, Mehmet Emin Küçükangı, Mehmet Ali Hergül, Hüseyin Kaya, Şevket Aksüt, Tevfik Selvi, Nadir Budakçı, Hayrullah Eygay, Musa Yücel, Yunus Şen, Cafer Gül, Resul Fidan, Osman Ocak, İsmail İpkin, Mutlu Bali, İbrahim Çingilt, Öztürk Ulutaş, Güngör Karaduman, Erol Açıkgöz, Muhammet Kasım, Mert Yılmaz, Muhlis Kaya, Fuat Solmaz, Kadir Anıt, Mukadder Ali, Salih Hüseyinoğlu, Ali Bakır, Vedat Hayal, Yusuf Akbulut, Muzaffer Evin, Yusuf Aydın, Kemal Kaptagel, Aytekin Özyol, Mehmet İçöz, Rıfat Ergovan, Ferit Oruç, Sezer Nalbant, Ramazan Zeybek, Sefa Taş, Kasen Abdullah, İkram Balcı, Mehmet Yücel, Ali Aydınlık, İbrahim İşcan, İbrahim Aydemir, Ali Demirci, İrfan Dursun, Murat Karakaya, Mustafa Özçırak, Ali Yardım, Sebahattin Gençce, Mustafa Ünuvar, Ali E., Cuma Hülakü, Hüseyin Bıçkıcı, Mustafa ., Mehmet Demirkaya, Ali Öztürk, Yasir Seyfettin, Eser Öztürk, Ahmet Şıho, Zeki Yılmazer, Hüseyin Burak Ekmekçi, Ayhan Keltek, Osman Güneş, Mustafa Ünal, Selami Böge, Kadir Oruç, Ferdi Karagül, Sinan Dinç, Celal Gökbudak, Raif Güneç, Mehmet Kırıcı (Abak), Osman Dolaş, Murat Kazık, Abuzer Kuş, İsmet Karadeniz, Fakhrıdın Dalıev, Nesim Sayılır, Ayhan T., Salih Coşkun, Fadıl Yeşil, Murat Güler, Adem Köseoğlu, Yusuf Durmuş, Mehmet Kıyam Boryam, Tevrat Şahin, Adnan Dedeli, Battal Doğan, Abdullah Obeyt, Mehmet Selim Aslan, Gül Mehmet İktu, Eda Özdemir, Ümit Işık, Halil Balçın, Mehmet Girgin, Mehmet Öztürk, Bekir Yüksel, Hasan Güçlü, Musa Yücel, Erdal Akkaya, Emrullah Alemdar, Mehmet Yarış, Ahmet Mendi, Ali Özkahraman, Yaşar Çakar, Halim Kalaboyu, Necip Bulut, Osman Kırcalı, Tuncay Hünerci, Adil Bıçakcı, Mahmut Gazi Can, Şahin Tuncay, Hasan Şahin, Hayrettin Akgün, İbrahim Özdemir, Mehmet Ercan, Ali Kartal, Mehmet Can Öztürk, Mesut Y., Turgay Mertek, Ömer Kaya, Abdülkadir Köşedaşı, Erdem Uçar, Ayhan Cevdet Yardımcı, Şenol Kurnaz, Arslan Ç., Resul Çiçek, Yakup Çiçek, Hamit Çevik, Kadri Barak, Halil İbrahim Arslan, Serkan Kaplan, Mesut Can Karateke, Semavi Güneş, Cengiz Bayındır, Mustafa Yanbaş, Mustafa Aslan, Ahmet Bekro, Necip Murat Sürücü, Veli Aydın, Selahattin Sağlam, Abdurrahman Taşkın, Özgür Babayiğit, B.K., Mehmet Gökdağ, R.G., Cemil Demirtaş, Mehmet İmre, Feleknaz Sezer, Muammer Karatepe, Tacettin Kar, Kamil Taşçı, Abdurrahman Bolat, Rındı Güven, Halime Güven, Musa Meriç, Hüseyin Açıkkol, Nuriye Öner, E.D., Mehmet Ali Atik, Mehmet Aslan, Hava Aslan, Ahmet Demir, Salih Süslü, Hatice Çimentepe, Çağlayan Poyraz, Ayhan Küçük, Kahraman Kaya, Mustafa Gölcük, Mehmet Alaylı, Aydın Yıldız, Mehmet Yılmaz, Mehmet Yaman, Şadi Çoban, Erol Kaçar, Ali Çakar, Cemal Şahin, Ümit Bıyık, Mohamed Alahmad Alsalıh, Orhan Kurtoğlu, Neşet Çakır, Fidan Markaya, Okan Gevrek, Şaban ., Aykut Tıngır, Serhat Alkurt, Özge Kahraman, Zafer Güney, Salih Kaya, Fehmi Cengiz, Muhammed Gevher, Fikri Duran, Şirin Çelebioğlu, Hulusi Epli, Abdülbaki Aykut, Mustafa Ay, İlyas Yıldız, Ahmet Ungan, Kerim Güner, Ali Küre, İslam Özgenç, Erdoğan Aslan, Yılmaz Temiz, Ergin Doğan, Recep Ekşi, Veysel Karani Keleşoğlu, . Karagöz, İbrahim İçyer, Cenk Namlı, Erkan Top, İsmet Babrak, Abdullah Kerimi, Sefet Şahin, Abdulkadir Aziz, Emin Yar, Yavuz Aydoğmuş, Taylan Beri, Tugat T., Erdal Aybaz, Temel Yıldız, Çağdaş Eşki, Ali Muhammed, Mehmet Köfteci, Doğan Ergül, Fehim Altun, Abdülkadir Aydın, Ünal Katırcı, Salih Özkara, Sibel Güneş, Abdurrahman İbrahim, Alaaddin Parmaksız, Kamil Önel, Hüseyin Dinler, Şiho Fırat, Mehmet Avcılı, Mehmet Cenikli, Emre Cevahir, Aziz Akpınar, Yılmaz Kılıç, Sezer Akdoğan, Fahri Narlıoğlu, Erdal Aras, Fatih Uysal, Şaban Kocadağ, Mahdi Shemshad, Seyithan Aral, Ali Seven, Veysi Türksoy, Mehmet Gider, Mustafa Atasoy, Mehmet Karagöz, Tevfik Köseoğlu, Şaban Karataş, Berkay Zengin, Hüseyin Alpak, Alaattin Çakır, Nevzat Eke, Şükran Özalp, Gönül Şahin, Çimen Doğan, Hakan Küçükkoçan, Violeta Khanieva, Ali Muslu, Faruk Maden, Okan Aytar, Yalçın Çakar, Mahmut Sarıtaş, Ali Can Dövüşçü, Aydın Ağar, Ramazan Yılmaz, Mehmet Birtekin, Uğur Celeb, Veysi Tümenci, İsa Şerbetçi, Kadri Yılmaz, Mustafa Arzhelge, Ali Özgüner, Şükrü Semiz, Ala Ğayda, Selahattin Bahşi, Mehmet Üstünsoy, Mehmet İmren, Osman Özuzun, Gökhan Karamanoğulları, Kamil Çoban, Birol Merdim, Süleyman Akdeniz, Mustafa Altıntaş, Hasan Kurt, Sabri Akkuzu, Abdulkadir Demir, Fatma Şenol, Murat Kaş, Turan Tuğrul, Himmet Kaya, Hüseyin Çiçek, Muhammet Recep Çömez, Ramazan Demiz, Kenan Uçkun, Bilal Terk, Ayşegül Küçükyılmaz, Mustafa Ağıralan, Fedir Suprenenko, Yakup Şahin, Mehmet Kara, Metin Fırat, Şenel Aydın, Ayşe Aydın, Zikrullah Aydın, İsmet Aydın, Mehmet Emin Bozkurt, Ayhan Atmaca, Ali Şatır, Şennur Yılmaz, Mehmet Akbaş, Kemal Ataseven, İ.K., Refik Göksu, İsmail Kırlı, Mehmet E., Müslüm Akça, Ahmet Turan, Eflet Parlak, İbrahim Yıldız, Ö.B., İsmail Özcan, Mehmet Zehir, Sadettin Akdaş, Tevfik Delioğlu, Abdullah Solmaz, Ayhan Topal, Gökhan Guguk, Ali Solmaz, Mustafa Akfırat, Ramazan Aydın, Halit Kılıç, İdris Furkan Yenigün, Mehmet Yaşar Coşkuner, Ahmet Yolmaz, Tayfun Şit, Musa Anarefe, Mehmet Sarı, Hakan Bozkurt, Sema Tunç, Turgay Kırcıloğlu, Necat Demir, Sercan Ulka, İsmail Bayrak, Yunus Günok, Emrah Yalçınkaya, Kadir Kaymaz, Şükre Abay, Mehmet B., Yaşar Aytan, Sinan Çalgın, Turan O., Celal Kuvvetli, Gazi Bakırcı, Emre Mercan, Avni Bıçakçı, Metin Çiçek, Alaettin Polatlı, Hatice Yıldızlı, Hacı Takak, Salim Özkurt, Yavuz Gül, Mehmet Yılmaz, Şemsettin Karabulut, İlyas Eşkil, Turgay Aydın, Serkan Kartal, Soner Berberoğlu, Orhan Uca, Fatih Yıldız, Doğacan Deniz Uç, Sedat Karadeli, Mehmet Aytaç, Abdullah Onsekiz, Ayhan (Hasan) Erkan, Cafer Toktaş, Kazım Gündüz, Cebrail Bulut, Ümit Bozkurt, Mehmet Emin Kanat, Ahmet Kaygusuz, Emrah Kavi, Orhan Karaca, Nesimi Karaman, Mehmet Çelen, Ahmet Yiğit, Sedat Algan, Gülami Kurt, Feyzullah Nuri, Musa Şipillioğlu, İbrahim Çelik, Ziya Avcı, Yaşar Kalkar, İkram Gökyüzü, Yusuf Demir, Ahmet Altun, Zihni Bayburt, Arif Gül, Ercan Özkaya, A.A., Yunus Özdemir, Şehmus Tufan Işık, M.K., Raif Turan, Ömer Şahin, Celal Oruç, Halil Karabulut, Saim Altunel, Ahmed El Hasan, Zafer Gölge, Hanifi Yoldaş, Murat Balcıoğlu, Mehmet Karaduman, Talet Okdem, Orhan Alp, Yılmaz Şentürk, Ömer Gündoğdu, Murat Doğan, Yasin Kara, Mutlu Kaya, Mehmet Reşit Güzel, Ergün Karabulut, Behiç Erdem, Hasan Kıyar, Mustafa Demir, Mecit Köse, Özkan B., L.Y, Onur Atan, Hüseyin Bağlı, İsmail Hakkı Türkmen, Lütfü Yetkin, Bilal Sürgün, Yunus Yılmaz, Cengiz Akıncı, İsmail Ersen Atik, Necati Kahraman, İbrahim Yılmaz, Ahmet Şahiner, Yusuf Akşahin, Murat Karakaya, Halil İbrahim Demir, Erhan Zorlu, Ziya Ekici, Ali Eroğlu, İlhan Koca, Abdülmenaf Çakar, Musa Özgenç, Hidayet Duz, Fikret Çakır, Eyüp Şahin, Emrah Çavdar, Yaşar Çiftçi, Zehra Borazan Poçulu, Tunahan Çakırca, Kamer Coşkun, Mehmet Mete, Cihangir Tuncer, Sezgin Demiray, Mehmet K., Mehmet Özbağlar, Yavuz Gökhan Şahin, Sinan Göktaş, Rıza Yücel, Bülent Demirkaya, Muhammet Bozoğlu, Hacı Kınay, Can Dalgıç, İhsan Kurt, Rasim Yalçınkaya, Kadir Güden, Ayhan Keleş, Saadettin Çavuş, Mehmet Kılıç, Mevlüt Alan, Ahmet Kaan Tıramış, Oğuz Günay, Yaşar Özer, Metin Sezgin, R.M., T.A., Musa Özgüler, Ali İhsan Ulusoy, Abdi Ege, Sabri Yaldız, Adnan Yatçın, Muhammed Necip, Bünyamin Öztürk, Muhammed Mahmoud Eşsilim, Erdoğan Kırık, Aslan Topçu, Adem Topçu, Necdet İkiz, Aziz Tatlı, Şahin Çiftçi, Pınar Müçek, Zeynep Müçek, M.Ü., Ruyan Altın, Seviye Altın, Burcu Has, Zehra Çakmak, Elif Boğa, Tülay Ak, Gamze Özçoban, Fatma Çataldere, Gülseren Güllü Karaman, Hayriye Çakmak, Sacit Demirtaş, Kemal Öz, Şükrü Kavaklı, Osman Teski, İsmail Topkara, Ramazan Kara, Atike Doğan, İbrahim Aydın, Meryem Korkmaz, Hatice Korkmaz, Osman Seçilmiş, Selahattin Gürsoy, Cengiz Yıldırım, Akın Konca, Ali Göktepe, Namık Dıkkıloğlu, Halis Özcan, Fettah Erdem, Ramazan Dönmez, Fahrettin Çakmak, Mutlu Çelik, Nurcan Kınık, Bayram Soyak, Edanur Baksi, Üzeyir Çatal, Güzel Altun, İdris Güleryüz, Yunus Emre Şahin, Selçuk Işıkelekoğlu, Recep Kaya, Sezai Göl, Nazirjon Rozikov, Ferdi Yılmazer, Özcan Cura, Harun Şahin, Mehmet Varışlı, Ruşen Yılmaz, Orhan Kızıl, Osman Duman, Halil Özen, Şehmuz Polat, Serkan Türk, Turgay Kaya, Seçkin Yıldız, Ali Karslı, Ahmet Özsoy, Şükrü Samsunlu, Ercan Kaftar, Esra Temur, Mustafa İpek, Emin Kömürcüler, Bülent K., Mustafa Yaman, Mete Sertbaş, Levent Oksak, Ümit Altuner, Mesut Deveci, Ceyhan Çoban, İbrahim Şahin, Ahmet Tutal, Muammer Yılmaz, Kadir Oflaz, Abdullah Batak, Mustafa Çetin, İsrafil Aydoğdu, Haktan Kibrit, Mustafa Yılmaz, Zafer Görgülü, Ahmet Aksoy, Abdulminem Ömer, Ömer Acar, Fazıl Yolcu, Şemsettin Polat, Murat Beyaz, İsmail Karatay, Cemal Aksel, Muzaffer Çolak, Ali Tamam, Cuma Karakuş, Atakon Akot, Osman Duman, Mehmet Sesli, Mustafa Emlik, Şaban Uysal, Remzi Ateş, Heybet Karaman, Hüseyin Çamurcu, Murat Beşiktepe, Serkan Sert, Sefa Çetin, Mehmet Tekdemir, Ahmet Eraslan, Cuma Boran, Ferdi Karakurt, Onur Metin, Mehmet Coşkun, Adil Çarkıç, Cüneyt Tatlı, Mahmut Tuncer, Mehmet Altunbilek, Mikail Bölükbaşı, Süleyman Demir, Güner Tufan, Birol Demir, Temel Gücü, Yılmaz Kabataş, Cemalettin Çatıkaş, Necmettin Ördek, Kamil Yıldız, Caner Küpeli, Abdil Aydoğmuş, Veysel Pembe, Feyyaz Şancı, Zafer Altuntaş, Mehmet Akın, Şuayip Açıkbaş, Mustafa Doğrular, Fikret Samancı, Kamil Yaldız, Kemal Peynir, Abdülkadir Şeker, Erkan Durgut, Gazi Güldoğan, Erhan Oruç, Mutluhan Nayir, Hakan Sarp, Mehmet Ali Delikçi, Nüzhet Okay, Mutlu Budak, Muhammed Canşi, Serdal Uçar, Burak Ay, Ali Akkurak, Ahmet Altun, Gökhan Akyol, Hasan Hüseyin Çalışkan, Mehmet Ünaldı, Sinan Akdemir, Ömer Çoban, Soner Boz, Süleyman Uçar, Mustafa Yeşilyaprak, Leyla Ekici, Ahmet Mutoğlu, Çetin Borlak, Cemil Candaş, Samet Cantürk, Yalçın Aran, Halil İbrahim Tepebaşılı, Abdullah Özsemerci, Cihan Nazlıgül, Nuri G., Selim Beğen, Şükrü Akbıyık, Ahmet Doğan, Ömer Sefil, Nezir Çerbez, Süleyman Bayraktar, Erkan Ölmez, Hüseyin Yıldız, Ömer Çakır, Veli Karadoğan, Hasan Akay, İsmail Ekinci, Nuri Balcı, Kenan Avcı, Münür Filiz, Cemile Aydın, Diyap Abid, Murat Başer, Fatma Sarıçiçek, Ali İlhan, A.E., Kadir Muhammed Simavi, Mesut Karakoç, Zülfü Habip Yaşar, Doğan Deniz, Turan Özdemir, Muhammed el Aşab, Rami el Aşab, Basil Halit, Kusay (Hüseyin) el Salih, Abdullah Haydar el Bargas, Ayşe Gence, Recep Ersoy, Ercan Şen, Ökkeş Muğlu, Halim Oğuz Giray, Turgut Güzel, Meltem Karadeniz, Birol Anuf, Vefa Muhammed, Sıdıka Müslim, Kemal Eroğlu, Rahim Mahmut, Hasan Karaoğlan, Osman Saygılı, Muhammed Uysal, Zeki Gürlek, İlhan Aydoğdu, Ali Küçükuzun, Yaşar Çetin, Hasan Çelikten, Furkan Ateş, Mehmet Emin Bulgurcu, Namık Tezmen, Orhan Gülbiten, Yusuf Akdi, Feridun Yükseltürk, Ramazan Yıldız, Alaattin Bayrak, Kadir Yayla, Ali Kaya, Mustafa Caymaz, Alpay Ünal, Niyazi Gülerce, Celil Serim, Selim Mehmet Serim, Murat Gülen, Volkan Uysal, Mehmet Ferik, Ahmet Şimmo, Mutlu Aydar, Kadir Güney, Mustafa Cemal, Sevim Kardeş, Elif Tutuş İnce, Soner Gözdağı, Alaattin Diken, Muammer Erdoğan, Fırat Karavil, Mustafa Solak, Yunus Ahmet Erken, Ali Abay, Ali Rıza Çatal, Esra Tekin, Ahmet Bayraktar, Birol Bakü, Ahmet Cebeci, Rüstem Akıncı, Aykut Koçak, Muhammed Muhtar Muhayri, Mehmet Ali Nalbantoğlu, Erhan Gülbeniz, Yılmaz Kuzucu, Serhat Koç, Cemil Üstünel, Havle El Halef, Göksel Kurnaz, Fatih Aybir, Cengiz Elveran, Talat Kara, Emre Eser, Hakan Yaslıtaş, Yusuf Yücedağ, Yusuf Bal, Mehmet Ağırağaç, Murat Genç, Fikret Akçay, Mikail Cengiz, Mustafa Mete Ayık, Niyazi Murtazalioğlu Aliyev, Halil İbrahim Çakır, İsmail Güceyüz, Hüseyin Koç, Mustafa Mutlu, Ümit Gedik, Mustafa Güllü, Abdurrahman Çiçek, Mustafa Korkmaz, Salim Çakmak, Kadir Başaran, Abdullah Yıldız, Hüdaverdi Özkan, M.E., Mecnun Karavaş, Fahri Demir, Bilal Seçen, Fatih Yamaner, Hüseyin İmren, Aleksandre Akopashvili, Husein Al Husein, Karim Özbek, İsmail Kurt, Hüseyin Kar, Mahmut Çekiç, Selahattin Uslu, Yılmaz Eren, İmdat Çise, Serhat Bozkurt, Kerim Erhan, Tevfik Yusuf Haznedaroğlu, Çağlayan Çöl, Umut Sakaroğlu, Mahmut Çizmecioğlu, Abdulhekim Buğda, Özgül İde, Gülşen Bahadır, Mahmut Mert, Adem Kurt, Muhammed Eymen Demirci, Ercan Sebat, Merve Yiğit, Yasin Öcal, Mustafa Bıyıklı, Erol Eskisoy, Ali Zülfikar Yorulmaz, Dombrasow Dimitriv Kyucyukov, Halil İbrahim Sevimli, Kamil Yaşar, Hakan Akay, Serdar Aslan, Bekir Ulusoy, Kemal Güngör, İhsan Bircan, Akın Ercan, Engin Güvercin, Bayram Bitane, Bakır Yıldırım, Barış Turan, Mehmet Beşir Ova, Hüseyin Eşen, Ahmet Cankar, Ali Sevda, Timurhan Kapışkay, Feruşah Esen, Durmuş Topal, Ekrem Öztürk, Bilal Kaya, Süreyya Tezel, Cumhur Köse, Dursun Ali Göl, Cemal Doymaz, Oleksiy Voytsov, Sergi Kravchenko, Mehmet Yıldırım, Mustafa Törün, Gürsu Ulaşan, İlknur Yüce, Özler Kiriş, Hikmet Türk, Şinasi Özdemir, Veli Duman, Celalettin Pamuk, Ertan An, Murat Güllüce, Sıddık Peçenek, Erkan Çınar, Ercan Yılmaz, Ayhan Ölçer, Sabri Emir, Yakup Kahraman, Yaşar Taşkıran, Kadir Tekin, Davut Uzun, Hikmet Kafalı, Mehmet Fatih Çetin, Rahman Yalçın, Önder Bilikli, Mehmet Timur, İsmail Tonbak, Mürsel Güven, Şahin Aytaç, Vazha Abduladze, Ahmet Elahmed, Halis Arıtürk, Mehmet Şimşek, Şerafettin Aydın, Ali İhsan Arslan, Mustafa Altun, Ercüment Doğan, C.K., Burhanettin Dönmez, Mehmet Şeyhan, Halil Cebe, Şevki Yirmibeş, Ramazan Çalışkan, Fatma Aktaş, Dursun Ayar, Ümmügülsüm Coşkun, Kemal Karaduman, Gürsel Yıldız, Remzi Duman, Hasan Kaya, Ziya ., Mahmut Atalat, İsmail Kocabaş, Tülay Maraz, Ercan Dağ, Yücel Güneş, Mehmet Taşkıran, İsmail Kahraman, Coşkun Geriş, İbrahim Aslantaş, Sait Coşkun, Şadıman Yıldırım, Recep Tekin, Adem Karahan, Bekir Bilir, Sinan Demiralay, Fatih Keleş, Emin Özdamar, Arkadı Tabagua, Mersiye Ebru Çorbacıoğlu, Ahmet Yazıcı, Ferhat Kurtoğlu, Salman Kaya, Ketevan Mgeladze, Osman Nuri Elmalı, İsmail Süder, Mehmet Baş, Rasim K., Hüseyin Maloğlu, Adnan Murat Alpaslan, Mustafa Tahtakale, Abdullah Rahmadi, Nihat Sevinç, Ali Yıldırım, Özgür Ağa, Özgür Dermenci, Suat Kafesçi, Abdullah Topal, İlyas Dündar, Mustafa Kılıç, Durali Akar, Mustafa Uğur, Ramazan Mengükan, Cemal Alıcı, Yunus Aydoğdu, Murat Yıldız, Selman Mertaslan, Serkan Ateş, Ramazan Işıkoğlu, İsmail Cengiz, Gökhan Öztürk, Cumali Kaya, Halis Nohut, Ahmet Akkaş, Engin Duvarcı, Hüseyin Elisa Yahya, Ramazan Dağdelen, İbrahim Shafi, Musa Yıldız, Mehmet Gündoğan, A.P., Baba Altun, Kurtuluş B., Sevran Arlı, Abdullah Albayrak, Mehmet Ali Akıncı, Ömer Gündoğdu, Veysel Altuner, Emrah Gültek, Adnan Özdemir, Ahmad Fayaz Sultani, Adil Bülbül, Resul Demirtaş, Recai Çakır, Yunus Bıçaklı, Mehmet Altunkaya, Fırat Kahvecioğlu, Turan Kahvecioğlu, Taner Yumuşak, Hami Güneş, Hilmi Koçan, Hakan İskefiyeli, Saffet Tatlı, Abdullah Din, Eyüp Şahin, Ali Çetin, Cemal Arıkan, Mehmet Ülkü, Vyacheslav Kuprin, Yeşim Alkan, Özgür Bodur, Leyla Erduran, Burhan Doğruer, Ahmet Er, Servet Ildız, Fatih Nair, Eray Çavuş, Bayram Çınar, Ercan Arslangiray, Özkan Bozkurt, Ali Osman Kaçar, Şenel Koyun, Engin Aydınlı, Mehmet Karahan, Yusuf Karadağ, Efraim Duman, Yusuf Oğuzalp, Dede Altındal, Kemal Bahçe, Necati Ayan, Hüseyin Akın, Nuh Akar, Mehmet Ertunç, Mustafa Çobaner, İrfan Korkmaz, Muzaffer Aksoy, Kamil Cerruh, Ayhan Kazan, Eşref Taşkıran, Sevim Eroğlu, Nuri Necati Kanpara, Cemil Demirbüken, Ali Demircan, Haydar Çöklü, Mustafa Atılgan, Adem Kum, Tahir Karagündostu, Hafize Karagündostu, Mehmet Demir, Mert Çakıl, Veysi Akkoç, Reyhan Aslan, Tahsin Çakır, Ali Akdemir, Turgut Tosun, İdris Koçak, Muhammed Sefa, Ali Sefa, İlhan Küser, Celalettin Arıç, Sevim Uçan, Fethi Maden, Mehmet Akar, Hüseyin Gökmen, Mustafa Yıldız, Hüseyin Yılmazer, Cengiz Arslan, Şevket Rüzgar, Ömer Ateş, İsmail Kesgin, Mehmet Yücel, Serkan Yorulmaz, Hacı Aydın, Murtaza Yılmaz, Hakan Kurtulmuş, İbrahim Biliç, Hasan Özyer, Mustafa Er, Serdal Dündar, Ramazan Sevinç, Vildan Altay, Gökhan Tan, Osman Karaca, Birol Dalgıç, Halil İbrahim Sarıkaya, Cesur Arslan, Nizamettin Başer, Esra Bulut, Murat Kürüm, Yüksel Keskin, Ferhat Sevil, Şeref Yıldız, Aras Kasnak, H.U., Kenan Demirkaynak, Ramazan Tetik, Behlül Ataş, Kemal Akarsu, Adem Derinlik, Hong Woo Shin, Veladdin Feralı, Özcan Gencer, Celil Ceylan, Bekir Turgut, Ersan Kaya, Şevki Işık, İbrahim Kulakoğlu, İbrahim Çakal, İshak Ceyhan, Şaban Çiftçi, Sabri Doğmuş, Sebahattin Mert, Ömer Yakar, Bekir Akkavak, Nazım Karlı, Arif Koçak, Hanifi Doğan, Selim Ateş, Cemil Şener, Şükrü Işkın, Memduh Demirci, Abdülhamit Karaç, Seyfettin Aydın, Ufuk Köylü, Enver Karataş, Mehmet Bilik, Fahri Sarıaslan, Muhammed Abdulvehab, Yasin Hammud, Bayram Kılıç, Musa Yeşil, Tahir Görgün, Ömer Yıldız, Halil Balta, Ali Acun, Mehmet Orman, Ali Çileli, Habip Yıldız, Güngör Şükürhan Korkmaz, Mehmet Yavuz, Adnan Farhan, Yakup Bakır, Yakup Saraçoğlu, Adil Yüksel, Samir Harun, Mustafa Satan, Eyüp Güneş, Osman Günaşık, Adıgüzel Caner, Mehmet Talış, Abuzer Erdem, Ahmet Keskin, Ensari Can, Cemal Karip, Uğur Dur, Yasin Dur, Mahmut Olgun, Bayram Yılmaz, Yaşam Karaabalıoğlu, Mahmut Zengin, Cumhur Özmen, Oktay Karğı, Dursun Erdoğan, Rahmi Kutlu, Hayrettin Dönmez, Mustafa Mehmet Altunbulak, İsmail Erkmen, Aydıner Çalışkan, Hasan Kale, Süleyman Kaya, Ramiz Eriş, Selman Ateş, Bekir Gürses, Yılmaz Dicle, Veysel Utma, Selçuk Uray, Emre Mert, Zeynep Coşkun Eser, Hayrettin Acı, Hüseyin Öklü, Tamer Ertürk, Ahmet Yıldırım, Cüneyt Bürke, Kadir Şimşek, Ali Gökay, İbrahim Mahmutoğlu, Mehmet Dilli, Ali el Derviş, Gürsel Ezen, Mehmet Hanifi Sağlam, Emin Yaşar Onarıcı, Hasan Kaya, Necmettin Yanık, Tayyibe Mutluer, Ammar Hachalef, Osman Güvercinoğlu, Kerim Tepe, Osman Selek, Mustafa Bıçak, Yasin Benek, Zafer İbrahim Kaçar, Metin Şirin, Hasan Hüseyin Eşkol, Abdulsamet Eren, Fahri Kuzören, Mustafa Çelik, Muzaffer Durmuş, Osman Aksüt, Hasan Hüseyin Satar, Ahmet Satar, Metin Satar, Feti Satar, Ayşe Uğuz, Orhan Yanık, Zülbiye Tosun, Şaban Güneş, Aziz Özman, M.T., Gürsel Tekin, Mevlüt Ok, İsmail Acar, Zeki Yıldız, Ahmet Altun, Mesut Dikel, İbrahim Türel, Hasan Sönmez, Zeki Erdem, Mehmet Şentürk, Sadettin Ataş, Süleyman Aydın, Yunus İşeri, Muhittin Bingöl, Bülent Yılmaz, Yusuf Uysal, Umut Alagöz, Hacı Demirel, Benhur Mutlu Atasever, Halil Kılıçoğlu, Berat Sezer, Cenkay Coşkun, Caner Seven, Feridun Erdoğan, Zeki Abiş, Ali Boz, Deniz Keklikçi, Ramazan Göçmen, Yetiş Keser, Erhan Tamiş, Orhan Özdemir, Ali Demirelli, Veli Yaman, Eyüp Ensar Ulaş, Taner Kılıç, Oğuzhan Dura, Naci Kalemci, Mustafa Uğur, Meral Çağlayan, Fehim Sarıkaya, Murat Satılmış, Hikmet Ali, Hamdiye Gökalp, İsa Öztürk, Hasan Ersoy, Turgut Barut, Remzi Özbek, Yaşar Yasin Öktem, Ferhat Ali, Adem Kiraz, Koray Çağlayan, İbrahim Köksal, B.Y., Burhan Naici, Soner Arslan, Yaşar Sarıkaya, Cemali İşmarcı, Adem Babacan, Uğur Katmer, Muzaffer Bektaşoğlu, Vahap Polat, Vedat Karalı, Hüseyin Davat, Savaş Keve, Ahmet Emirhan, B.K., Abuzer Öztürk, Süleyman Sarı, Ali Deniz, Yasin Yorulmaz, Bektaş Çulha, Ali Yağız, Mustafa Bayrak, Aslan Doğanalp, Hasan Karataş, Mutlu Çaldağ, Şaban Ayhan, Erdoğan Aslan, Hasan Sezgen, Übeyit Bakır, Celil Şefkatli, Mehmet Dalcı, Duran Baysal, Abdülmüttalip Tekin, Mehmet Şahin, Kutluay Elvan, Ahmet Zengin, Yüksel İşinden, Kadir Baltacı, Okan Yüksel, Recep Çıtır, Hüseyin Özkaya, Mehmet Delibaş, Ali Tunç, Şaban Erdem, Önder Özkan, Özgür Öz, Bekir Şeker, Mustafa Aksoy, Ali Yıldız, Cengiz Eskici, Taner Yaşa, Erdem Soydan, Turgay Bulut, İsmail Kaya Çapa, Muhammet Dilbaz, Fuat Mireş, Fırat Yüzücü, İlhan Engin, Aydın Bulut, Oktay Kara, Osman Aydın, Ali Sedat Alkan, Ercan Yıldırım, İsmail Karagöz, Ercan Tuğlu, Mehmetcan Çelebi, Salih Ulu, Halil Berke Aygün, Rafet Yılmaz, İsmail Karaoğlan, Metin Topçu, Soner Baykan, Zeliha Cengiz, Murat Gül, Nevzat Alagöz, İlker Keskin, Hakkı Gül, Cem Buz, Nizamettin Kandemir, Doğan Günan, Abdullah Yıldız, Mustafa Saygı, Muharrem Kahramantürk, Veysel Atalay, Adem Bayazit, Hasan Kaplan, Mustafa Yılmaz, Dursun Kaya, Mustafa Çınar, Sinan Yıldızsoy, Ali Turgut, Sinan Çelik, Adem Yaprak, Osman Aktaş, Talip Avcı, İsa Başol, Cuma Muhammed Sadun, Mehmet Yaşar, Mehmet Ö., Yusuf Bolat, İsmail Efe, Vahit Turluk, Fahrettin Akyurt, Cenk Namık, Kudret Gökçe, Burhanettin Korkmaz, Nejat Davut Kaya, Tahir Akkuş, Hasan Ay, Salim Kalkan, Bahri Karatepe, Alpay Demirer, Çağla Korkmaz, Selim Şeker, Mehmet Bayraktaroğlu, Rohat Aktaş, Gülşen Yıldız, Aydın Dedegil, Fatma Berna Atmaca, Murat Yapıcı, Nail Aydın, Serkan Maçın, Necip Çöllü, Dilek Eren, Hüseyin Keskin, Kemal Yeşil, Faruk Çapan, Muammer Alpan, Orhan Erdoğmuş, Metin Albostanlı, Mahmut Altunsöz, Fevziye Oğuz, M.E., Musa Atasoy, İsmail Gündoğan, Hasan Karakoç, Oktay Akbaşak, Duran Görgeç, Bülent Birol, Bayram Yuca, Kadir Memiş, Şahabettin Cemali, Ufuk Uslu, Adem Yayla, Sefa Doğan Özer, Adnan Atalar, Necip Birge, Muzaffer Zeybek, Taner Sülkü, Mustafa Güler, Ammar Koç, Hasan Çakır, Nevzat Kaya, Hasan Tirit, Mendul Meryem, Galip Aksoy, Ala Zuru, Serkan Kara, Mustafa Yalçınkaya, Qyun Un, Muhammet Parmaksız, Coşkun Ayyıldızoğlu, Mevlüt Kolcu, Yasin Bakır, Şükrü Yaşar, Osman Yardımcı, Mehmet Alma, İsa Aygün, Selahattin Yıldırım, İbrahim Top, Kadir A., Tarkan Tokatlı, Mesut Sönmez, Ufuk Alagöz, Ercan Emol, Sinan Karagüdekoğlu, Hasan Türkmen, Selçuk Aydın, Bekir Güler, Ramazan Işık, İsmail Okur, Predrag Marjanovic, Uğur Işık, Bahattin Devekse, Turgay Çoksatar, Serdar Cebeci, Ali Aktepe, Yalçın Arzuman, Atıf Arışan, Şahin Şentürk, Cenk Yavaş, Selçuk Karakuş, Sadık Ünlü, Ahmet Öztürk, Selim Poyraz, Bülent Aydın, Ayşegül Pürnek, Meryem Yılmaztürk, Cumali Akman, Orçun Münyas, Mustafa Haliloğlu, Yıldız Demirtaş, Figen Gündüz, Filiz Koçak, Mustafa Küçük, Sedat Durgun, Güner Altınok, Fevziye Kayış, Muammer Kosacı, Mevlüt Öksüzoğlu, Mehmet Akif Durak, Vedat Aydın, Yusuf Çağlar, Ahmet Temir, Mehmet Şimşek, Mehmet Kaya, Muzaffer Atmaca, Osman Var, Düzgün Kaya, Şevki Kocabaş, Gulnora Tuxtayeva, İzzet Eğen, Arzu Nevruz, Faruk Tonat, Yusuf İzgi, Nazmi Altındüren, R.Y., Ali Adem Erge, Hüseyin Çınar, Murat Halis Kaya, Mustafa Kuloğlu, Hüseyin Aktaş, Sebattin Aksoy, Serkan Ok, Ramazan Kavakalan, İbrahim Şahin, İshak Şahan, Serhat Bilmez, Soner Sözdinleyen, Cengiz Çelik, Tolgahan Demirörs, Selami Argun, Mehmet Dursun Bektaş, Abdülsamet Düken, Süleyman Kışla, Nusret Gündoğdu, Hasan Hüseyin Erken, Alim Eser, Abdalla Salih, Kasım Tunç, Mehmet Erdoğan, Bünyamin Dağ, Yücel Yarbaş, Ramazan Öztürk, Mehmet Arın, Murat Pınar, Ekrem Cire, Sevim Örnek, Cevdet Yıldırım, Ayşegül Polat, Kemal Özgür, İbrahim Yalman, Ali Özçelik, Çetin Zahir, İsmail Mehmet, İ.Ö., Selim Sulak, Zafer Arıkan, Ramazan Altunsaray, Volkan Orman, Akif Uçar, Engin Özder, Zafer Yaşin, Atilla Erkik, Ufuk Özcan, Erol Çiçek, Ramazan Tosun, Muradiye Aktaş, Kamil Rençber, Nazif Kurt, Nihat İnce, Engin Yaşar, Alaaddin Özden, Yusuf Çakmak, İsmail Karagöz, Yusuf Özer, Mehmet Zeki İlter, Ahmetcan Elbük, Murat Oktay, Nurettin Özdemir, Mehmet Yıldız, Şahin Aydın, Ebubekir Polat, Mevlüt Topal, Murat Tiryaki, Muhammed Albades, İsmail Özel, Erkan İncepınar, Sabri Binici, Mehmet Karakuş, Çağrı Derow, Emir Taşdemir, Mustafa Bilgiç, Nevzat Şahinoğlu, Hüseyin Ocak, Muhammet Demir, Bekir Yıldırım, Alican Gürkan, Selahattin Karaman, Abdullah Ceylan, İsmail Sel, Yusuf Gülistan, Hacı Güneş, Ali Özküçüker, Ümit Bayraktar, Ali Demir, Ali İrfan Çakır, Yaşar Özkan, Mustafa Taner Yıldız, Serhiy Mykhadyuk, Asıf Kudret, Hacı İbrahim Ayaz, Ferhat Kaya, Sezer Bilin, Dmıtrıj Baskırov, Turgut Demetgül, Sezgin Aktaş, Ahmet Cihat Akçay, Muhammed Özbalık, Ozan Akpınar, Doğan Işık, Pelin İnci Çakmakçı, İsmet Fatih Algöz, Gürsel Özkan, M.A., Halil Kazancı, Tolga Bahat, Arafat Ünal, Gülperi Özbek, Ahmet Koçyiğit, Hasan Karataş, Murat Tekiz, Oğuz Can, Mahmut Adıgüzel ve ismini öğrenemediğimiz 26 işçi...