Fransa’da genel grevler, grev ve blokajlar, iş yavaşlatmalar, gösterilerle proleter mücadele ateşleri yanıyor. Emeklilik yaşının 62’den 64’e çıkarılmasını, prim ödeme süresinin 43 yıla uzatılmasını önlemek ve ağır ve tehlikeli işlerde çalışanların erken emekli olma haklarını korumak için gücümüzü yükseltiyor, her kuşaktan işçiler birleşe birleşe ilerliyoruz.(1)
Her yer grev, her yer direniş
23 Mart günü dokuzuncu genel grev ve gösteriler hazırlanıyor. Çünkü sekiz genel grev ve gösteri ile kaldırım taşlarını döven işçi sınıfına karşı o bildik el kalktı. Anayasanın yürütme erkine parlamentoyu baypas etme yetkisini veren 49.3 maddesi kullanıldı. 49.3 madde nezdinde Elisabeth Borne’un azınlık hükümeti kırmızı düğmeye basmış oldu. Hükümeti Cumhuriyetçi Partiden net destek alamamanın yanında kendi milletvekilleri içinden de fire vermeye başlamıştı zira. Fiziğiyle orantısız bir cıyaklama çıkardı.
Elisabeth Borne hükümeti bugüne kadarki eylemlerin ritminden, toplumsallaşmış içeriğinden anladı ki işçi sınıfının hiçbir kesimini, anne-babalarının hayat standardını bile yaşayamayacak işçi gençliği, emeklilik umudu zaten çok düşük kadın işçileri ikna edemeyecek. Ve yine anladı ki, gerici düzen partilerinin çantada keklik saydıkları seçmenleri bile emeklilik yaşının yükseltilmesine el vermeyecek. Aynı nedenle de, senatodan geçmiş olsa da parlamentoda yapılacak bir oylamada mezarda emeklilik yasasını çıkarmak mümkün olmayacak. Böylece Elisabeth Borne parlamento konuşması sırasındaki yuhalamalara karşı teflon suratını bile koruyamadı, mezarda emekliliğe karşı mücadeleye benzini dökmüş oldu.
Elisabeth Borne neoliberalizmin iniş evresine özgü çapsız bir Thatcher taklidi olmaktan öte gidemezdi. Nitekim daha iş mezarda emekliliğe bile gelmeden 10 defa 49.3’e başvurdu. Fakat bu kez bir batak söz konusu. En başta genel grevler, grevler, boykotlar, otoyol kesme eylemleri, lise boykotları, üniversite boykotları, sokağa inmeyen bölüm öğrencilerinin sokakları doldurması, işyeri blokajları, çöp dağları (Paris merkezinde fareler 10.000 tonu aşan çöplerle kendilerine ziyafet çekiyor!), kolayca kotarılan sokak gösterileri, rafinerilerin bloke edilmesi, geçen Cumartesi internetlerin kesilmesi, ulaşımı sabote etmeler (tren raylarına inilir, raylara bir paket atıverilir, vb.), şehrin ortasındaki en gösterişli alışveriş merkezini eylem alanına çevirmeler, yasayı savunan milletvekili irtibat bürolarının taşlanması, ölüm tehditleri almaları ve koruma istemek zorunda kalmaları, eylemlerde 49.3’ün, başbakanın, ağlak çalışma bakanının, tecavüz davasından yırtan içişleri bakanının kuklalarının idam edilmesi... Mezarda emekliliğe karşı eylemler sadece büyük kentlerde, kentlerde değil kasabalarda, hiç görülmedik biçimde 265 yerleşim yerinde yaşandı. 49.3 uygulanmasından beri Paris’te üç gecedir devlet uyuyamıyor. Akşam haberlerinde uyuşturucu hesaplaşmaları ile yer alan Marsilya’nın bu defa tramvay yolunda, ana caddelerinde, arka sokaklarında mezarda emekliliğe karşı eylemler yapılıyor.
Bizde İstanbul’a kar yağmadıkça kar haberi yapılmaz diye bir söz vardır. Fransa’yla ilgili haberler de “Paris’te sokaklar savaş alanına döndü” klişeleri ile veriliyor. Birçok yönden tayin edici konumuna rağmen Fransa Paris’ten ibaret olmadığı gibi “savaş alanı” da sadece sokaklar değil! Burjuvazinin dişini gıcırdatan rafineriler, örneğin, ülkenin farklı yerlerinde. Nükleer santraller de öyle (içlerinden birinde meydana gelen sızıntı medyaya yeni sızdı). Emekçilerin açlık sınırına doğru zorlanmasından(2) doğan Sarı Yelekliler gibi eylemler ülkenin iç kesimlerine can vermişti. Bu coğrafi dağılımın yanında eylemlerin çokluk ve çeşitliliği, birbirini bütünlemesi, hepsinin bir toplam oluşturması onları güçlendiriyor. Farklı düzey ve biçimlerdeki eylemler, açılan yollar kartopunu büyütüyor. Mücadelenin toplumsallığını artırıyor, ileri mücadele biçimlerinin meşruluğunu, anlaşılırlığını artırıyor, aynı zamanda ise proletarya hegemonyasını bu çeşitlilik içinde kuruyor. Temizlik işçileri çöpleri toplamıyor ve kamyonların çıkmasını önlemek için depoları bloke ediyorlar.
Paris belediyesinin çöpleri toplamayı reddetmesinden sonra İçişleri Bakanlığı kamu sağlık ve güvenliğini gerekçe göstererek belediyeden 400 grevci işçinin isimlerini istedi. Amaç bu işçilere zorla işbaşı yaptırmaktı. Bunun üzerine çöp toplama merkezlerinin önünde blokaj yapılarak kamyonların çıkışı engellendi. Şu anda 320’den fazla benzin istasyonunda yakıt verilemiyor, kuyruklar uzadıkça uzuyor. İletişim alanındaki 4 tekelin hatlarına sabotaj yapıldı ve tamir işlerine de mümkün olduğunca geç geliniyor! Enerji işçileri burjuva semtlerde elektriği kesiveriyorlar ya da 2024 Olimpiyat köyü inşaatının elektriklerinin kesilmesi her şeyin günü gününe planlandığı bir süreci bozuveriyor. Sokak gösterilerindeki sayı ve direşkenlik hükümete ne kadar ileri gidebileceği konusunda işaret veriyor:Bir kez daha söylemek gerekiyor ki, sendikalar bu süreci etkili bir grev sandığı olmadan yürütüyorlar. Bu noktada hem içerden sendikalara basınç yapmak hem de hızlıca maddi dayanışmayı kotarmak çok önem kazanıyor. Gösterilerde bazı işçilerin görevi grev kasası için para toplamak. Sınıf eylemlerine çoğu kez uzaktan bakan (ama bu sürece ilgisiz oldukları söylenemeyecek) göçmen işçileri mücadelenin parçası kılmak için bir kaldıraç da bu olabilir.
Hükümet krizi -> Yönetememe krizi: Tartışılan demokrasi
Borne hükümetinin emeklilik yasasını parlamentodan geçiremeyeceğini anladıktan sonra 49.3’e başvurması bu maddeyi demokrasi yönünden tartışılır hale getirdi. (Ortaokullarda bile!) Hükümete göre madem anayasada yer alıyor, bu maddeye başvurmak da demokrasinin içerisinde. Oysa bu maddeyi kullanarak kendi parlamentolarını dahi pas etmiş oluyorlar. Dirençle süren grevler, grevlerin yaygınlaşması ve sertleşmesi, genel grev ve gösterilere milyonların katılımı, Fransızların %69’unun emeklilik yasasına ve 49.3 uygulamasına karşı olması, güvenoylamasını da sokakların diri baskısı altında yaptırdı. Oylama 9 oyla kaybedilse de bu bir yenilgi değildi. 9 oyla kazandık diye gezinecek bir hükümet çoktan “ceset” ilan edilmişti.
Salt “gönlümüzden geçen” üzerinden, bazan olayların sıcak gelişimi içinde, ya da salt kafamızdaki şablona riayet ederek yaptığımız tespitlerin altı birçok kez boş kalır. Bu yaşadığımız ise kelimenin tam anlamıyla hükümet krizinden derinleşen bir yönetememe krizidir. Hiçbir engelle tökezlememeye ayarlı neoliberal kapitalizm, hayatlarımızı mali oligarşinin isterlerine uygun olan ne ise öyle düzenlemeye çalışıyor. Bunun için ise Fransa’nın devrimlerle doğmuş burjuva demokrasisini felç etmek gerekiyorsa onu da yapıyor. Parlamentoda 49.3 uygulanacağını açıkladığı konuşması sırasıda başbakan Elisabeth Borne’a istifa sloganları ve Fransa milli marşı ile karşılık verilmişti. (3)
Eylemlerde kullanılan sloganlar ve simgelerle sınırlı kalınmaksızın yansıyan, yüzümüze çarpan, yaşamlarımızın bu kadar kolay hiçe sayılması oldu. İşçi “Bu hafta mesai yapıyoruz, Pazar günü işe geliyoruz arkadaşlar (!)” komutunu aldığında buna itiraz edemez. Emeklilik yaşının 64’e çıkarılmasıyla işçi sınıfına bundan çok daha korkuncu söylendi. Her işçi hayatından 2 yılın daha çalınmasına karşı öfkeyle dolu. Tıpkı bizim depremden önce, deprem sırasında ve sonrasında da ölüme bu denli rahatça yazgılı sayıldığımızı görmemiz ve duyduğumuz öfke gibi!
Zamanımıza el konulmasına karşı yeni bir yaşam
İşçilerle devrimciler arasındaki “işbölümünü” yeni bir düzeye çıkaran, liderlik kavramının içini de daha başka doldurmaya çağıran bir bin yılın içindeyiz. Devraldığımız, alıştığımız devrimci “takvimler” de belli ki dönüşüm geçirmek zorunda. Bizde onyıllardır “Mart-Mayıs süreci...” diye kodlanaduran bu iki aylık maratonun uzamı genişlemiş durumda. 1 Mayıs’ın talebi 8 saatlik çalışma nezdinde işçinin işgününü uyku+çalışma+dinlenme/rekreasyon olarak tanımlaması, gündeki anlamını yaşamın bütününde çalışma ve özgür zaman bloklarının yıkılması olarak buluyor. Dahası, tıpkı arkeolojideki yeni bulguların insanın ve dünyanın geçmişini daha açıklanır ve berrak hale getirmesi, bazı bilgileri düzeltmesi gibi, bildiğimiz tarihlerin arka planını da açımlamaya ihtiyaç duyuluyor. (4)
Aslında birçok Avrupa ülkesinde emeklilik yaşı 1970’de 68 idi (İrlanda’da 70, Portekiz’de 69). OECD ortalaması ise 65. Fransa’da da erkekler için emeklilik yaşı 1970’de 66’ydı. 2000 yılında ise kadınlar için 55 ve erkekler için 58’e indi. Dolayısıyla emeklilik yaşının ilk kez bu kadar yüksek olmasından değil, mücadeleler sonucu düşürülmüş olup yeniden yükseltilmesinden bahsediyoruz. (5)
Buradaki eylemlerde taşınan bir dövizde “Zaman hırsızları” yazılıydı. Neoliberalizmin mottolarından “zaman hırsızı”, daha çok da ofiste çalışan işçinin dikkatini dağıtan ve ondan tam bir kapitalist verim alınmasını engelleyen durumlara denir. Telefonlar, mailler, iyi planlanmamış işler, erteleme alışkanlıkları, kararsızlıklar, hayır diyememek, trafik, toksik tipler, bir çay içmeden gitmeyen misafirler, sıkıcı aile meseleleri... Dövizi taşıyan işçi muhtemelen bu propagandaya çok maruz kalmış, hatta düşünüşünün bir parçası kılmıştı ki, emeklilik yaşını yükseltmeye soyunanlara karşı bu kavramı kullanmıştı!
Mezarda emeklilik eylemleri, 50 yıl önce 68 yaşına kadar çalışmanın ne olduğunu tarihsel olarak bilen bir proletaryadan geliyor. Mücadele etmiş, yıllar içerisinde kazanımlar elde etmiş, şimdi ise yine zamanın, yaşam-zamanın kayıplar hanesine koyulduğu proletaryadan. Bunları yaşamamış olsa bile kesinlikte o yaşa kadar çalışmak istemeyen genç proleterlerden. Ancak bu kez yalnızca kayıp zamanın peşinde koşulmuyor, yeni ve daha yüksek bir yaşam mücadelesi başlığı açılıyor. Sadece kaç yıl çalışıldığı değil, çalışmanın kendisi sorgulanmaya başlanıyor. Kendimiz olamadan geçirdiğimiz, ancak onun dışındayken insan gibi hissettiğimiz, yaşamdaki zaman bloklarından en kalını, en görüneni, en olmazsa olmazı saydığımız, kendimizi tanıtırken ilk cümlede söylediğimiz, çalışmak sorgulanıyor.
O sorgulamayı yapmadan, çalışmayı yaşamın merkezine koymaktan çıkmadan ve en büyük zaman tasarrufunu burjuvaziyi sırtından atarak sağlamadan, böylelikle özgürleşmeden proletarya yeni bir yaşamı kuramaz. 1 Mayıs daha kısa bir işgünü için mücadelenin adıydı; bağımsız ve öncü bir sınıf olarak proletarya bu pratiğin demirinde dövüldü, öncülük ve hegemonyasını anlamlandırdı. Mezarda emekliliğe karşı mücadele de bu yoldan geçmek zorunda. O, tüm bir yaşamın çalışmaya adanmasına karşı bilinci yükselmiş kadın ve erkek işçilerin kazanımı olacak!
DİPNOTLAR:
* “Rüzgar eken fırtına biçer!” eylemlerde kullanılan sloganlardan biri.
Bir de “On est là” marşı var tabii. Futbol seyircisinin pazara kadar değil mezara kadar, yenilseniz, haketmeseniz bile arkanızdayız anlamına gelen tezahüratının sözleri değiştirilerek 2017’den bu yana Sarı Yelekliler dahil eylemlerde söylenir oldu: “Buradayız! Buradayız! Macron istemese de buradayız! İşçilerin onuru ve daha iyi bir dünya için, çocuklarımızın geleceği için Macron onu istemese de buradayız!” :
Pandemi dönemi ve öncesinin neoliberal sağlık politikalarına karşı bir sağlık kolektifinin söylediği versiyon için: https://www.youtube.com/watch?v=LJgWPoMIGWU&ab_channel=CollectifSant%C3%A937
Kapitalist sisteme dair sloganların eylemlerde kitlesel (ve siyasi partiler tarafından) kullanımı ise hemen hiç yok.
(1) İşçi sağlığı ve iş güvenliği, yıpranma payı, kadın işçilerin durumu açısından yasanın son hali şunları kapsıyor:
Emeklilik yaşı 62’den 64’e çıktı (Engelli çalışanlar 55 ve sakatlık statüsündekiler 60 yaşında).Tam emekliliğe hak kazanmak için şimdi 42, 2027’ye kadar ise 43 yıl prim ödemek gerek gerekiyor.
RATP (Paris otobüs ve metro işletmesi), elektrik ve gaz endüstrisi ile Fransa Merkez Bankası da içinde olmak üzere farklı emeklilik rejimleri demiryollarında olduğu gibi yürürlükten kaldırılıyor. (Bu uygulama yeni işe girenler için söz konusu.)
Gelecekteki emekli maaşları asgari ücretin yüzde 85’inden (brüt 1200 euro’dan) düşük olmayacak.
İşyerlerinde çalışma süresinin sonuna gelmiş olan işçilerin durumunu daha iyi tanımlamak için bir uygulama başlatılacak. 60 yaşın üzerindeki uzun süredir iş arayan kişilerin işe alınmasını kolaylaştırmak için patronun aile yardımından muaf tutulduğu bir sözleşme tipi denenecek.
İş ve emekliliği birleştiren kurallar değiştirilecek. Emeklilik öncesinde iki yıl part time çalışmaya imkan veren kademeli emeklilik “esnekleştirilecek”.
Bu en zor hüküm olarak anılıyor... Erken işe başlayan her zaman daha erken ayrılabilir. Halihazırda 20 yaştan önce işe girmiş olanların iki yıl erken emekliliği getiriyor. 16 yaş öncesi işe başlamak da dört yıl erken emekli olmayı sağlıyor.
Bu sistem iki yeni yaş limitine adapte edilecek. 20-21 yaş arası iş hayatına girenler bir yıl (63 yaşında) 20’den önce girmiş olanlar iki yıl önce (62 yaşında) emekli olacak.... Hesaba göre 16 yaşından önce çalışmaya başlamışsa 58 yaşında emekli olacak. (Fransız tarzı emeklilikte yaşa takılanlar durumu.)
Doğum borçlanması ve çocuk yetiştirme sebebiyle kadınlara % 5 prim desteği verilecek. Böylece tam emeklilik hakkı kazanmak için prim ödenmesi gereken 43 yılın yasal emeklilikten önce edinilmesi sağlanacak. Ebeveynler arasındaki işbölümünde “eğitim” anneye yazılı olduğundan bu kısım artırılacak. Çocuk yardımı serbest meslek sahipleri ve avukatlar için de geçerli olacak. Yetimler de ebeveynlerinin haklarından faydalanabilecek.
Gece çalışması ve diğer ağır işleri kapsayan meslek hastalıklarından korunma hesabı,
iş değiştirme eğitimini finanse etmekte kullanılabilir. Ağır yük taşıma, kötü postür ve mekanik titreşim gibi diğer kriterler mesleki yıpranmanın önlenmesi için bir yatırım fonu ile bağlantılı ele alınacak.
Bu bahiste, ağır ve tehlikeli işler denildiğinde, gece çalışması, aynı hareketi tekrar tekrar yapmaya dayalı çalışma, farklı vardiyalarda çalışma, gürültü, aşırı sıcak veya soğuk, normalden yüksek basınçta çalışma anılmaktadır.
(2) Bugün (20 Mart) Mecliste yapılan güvenoylamasında NUPES milletvekili Fransızların marketlerde hırsızlık yapar durumuna düştüğünü söyledi.
(3) Fransız Devriminden kalan marşa kitle eylemlerinde de tanık olursunuz. Öncü, sosyalizmden esinlenen işçiler ise Enternasyonal’i, Bella Çav’ı yükseltirler.
(4) 8 Mart ve 1 Mayıs’ın tarihsel ortaya çıkışı üzerine de zenginleştirici tartışmalar var.
(5) Buna karşılık Sosyalist Sovyetler Birliği’nde emeklilik yaşı erkekler için 60, kadınlar için 55’ti. Her çivisi sökülüp yıkılmış Sovyetler‘den belki de bir tek emeklilik yaşı yerinde kaldı. Şimdi Putin ona ilk kez dokunmaya hazırlanıyor.