Yeni eğitim-öğretim yılı sorunlarla başlıyor
2024-2025 eğitim-öğretim yılı başladı. 20 milyon öğrenci ders başı yaptı. Milli Eğitim Bakanlığı yıllık bültenine göre eğitim kurumlarında 1 milyon 200 bin 741 öğretmen görev alıyor. Türkiye genelinde 74 bin 513 okul ve kurum bulurken, derslik sayısı ise 751 bin 569.
Bakanlık verilerine göre öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilköğretim için 16, ortaöğretim için 12. Derslik başına düşen öğrenci sayısı ise ilköğretim için 23, ortaöğretim için 22.
Atanamayan öğretmenler önünü göremiyor
Bakanlık yeni döneme yönelik çalışmalar yapıyor ancak eğitimdeki sorunlar devam ediyor. Okul ihtiyacı, atanamayan öğretmenler, mülakat sistemi, ücretli öğretmenler, kalabalık sınıflar, okul terkleri, çocuk işçiliği bunlardan yalnızca birkaçı.
Uzmanlara göre Türkiye’de yaklaşık 1 milyon atanmayan öğretmen buluyor fakat Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin geçtiğimiz yıl bu rakamı 68 bin olarak açıklamıştı. Ancak eğitimciler verilerin şeffaf olmadığı görüşünde.
Atanamayan öğretmenlerden biri, 25 yaşında isteği üzerine adını değiştirdiğimiz Ferhat… Memleketi Şanlıurfa’dan iş bulmak için İzmir’e giden Ferhat, Iğdır Üniversitesi’nden 2022’de mezun oldu.
Kamu Personeli Seçme Sınavı’na (KPSS) giren Ferhat, aldığı eğitimlere rağmen atanamadı. Umudu kırılan genç öğretmen adayı, bir devlet okulunda ders verme hayalini bir kenara bırakarak 2023 yılında özel bir kursta eğitim vermeye başladı.
Ferhat, asgari ücretin altında, 11 bin TL’ye çalıştırdı. Üstelik bu maaşını da günü gününde almadı, altı ay boyunca 5 bin TL aldı. O dönem yeni eğitim yılında şartların iyi olacağını düşünen Ferhat, yaz kursu için daha iyi bir ücretle çalışmayı bekliyordu fakat öğrenci sayının az olduğu gerekçesiyle işine başlayamadı. Ferhat bu sefer rotasını kolejlere çevirdi ancak o okullarda da iş bulamadı. Özel ders vermeyi de düşünen Ferhat, Şanlıurfa’da bunun imkansız olduğunu fark etti ve çalışmak için İzmir’e, kardeşinin yanına gitti.
“Ne yapacağımı düşünmenin yorgunluğu var”
Ferhat, askerden döndükten sonra geçinebilmek için “Ne iş olsa yaparım” diyerek bir alışveriş merkezindeki pidecide çalışmaya başladı.
Birkaç ay sonra oradan çıkarak bir kafede garsonluk yaptığını anlatan Ferhat aylık 16 bin TL kazandığını söyledi. Sigortası olmadan çalışan, günlük ücret alan Ferhat, yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Şanlıurfa’da yarı yolda bırakıldım. Çok ağırdı. Orada durmak istemedim, iş de yoktu. Kendimi tüm kötü hisleri içinde barındırarak geziyorum böyle. En başta umutsuzluk var. Düşünmenin yorgunluğu var. Geleceğimi artık düşünmüyorum. Çünkü artık bir geleceğimin olduğunu da düşünmüyorum. Yani ben askerlikten sonraki o iş arayacağım iki-üç ayı düşünüyorum ve ona göre bir şeyler kazanmaya çalışıyorum.”
Milli Eğitim Bakanlığı’nın mezun öğretmenler adayları için yol haritasının olmadığını savunan Ferhat, yetkililerin arkalarında durmadığını söyledi. Torpilin olduğunu vurgulayan atanamayan öğretmen, geleceğe dair hayal de kurmadığını dile getirdi.
12 bin TL’ye çalışan ücretli öğretmen 7 bin lira kira veriyor
Binlerce eğitimci atama beklerken asgari ücretin altında çalışan ücretli öğretmenler de zor şartlarda yaşıyor. Örneğin Adıyaman’da 2016 yılında üniversiteden mezun olan ve adının açıklanmasını istemeyen ücretli bir öğretmen, ders saati karşılığı ayda 12 bin TL aldığını söyledi. 7 bin TL kira ödediğini anlatan öğretmen, “Kiraya önümüzdeki günlerde zam yapılacak. Geri kalan parayla da geçinmek zorundayız. Sosyal hayatım yok. Burada iş olanakları da yok. Şartlar gerçekten çok kötü. Geçinemiyorum” dedi. Öğretmen olarak atanmak istediğini vurgulayan eğitimci, belirsizliğin ortadan kaldırılmasını, daha iyi şartlarda yaşamak istediğini ifade etti.
Din kültürüne yüksek kontenjan
Bakanlık bu yıl 20 bin öğretmen alımı yapılacağını açıkladı ama henüz atama gerçekleşmedi. Eğitim-Sen, yüzde 50 KPSS, yüzde 50 mülakatın olduğu sistemi Danıştay’a taşıdı. Mülakatla ilgili hukuki süreç devam ederken atamalar için sınıf öğretmenliği 3 bin 263, özel eğitim 2 bin 499, rehberlik bin 597, din kültürü ve ahlak bilgisi bin 594, İngilizce 968 kontenjan ayrıldı.
“Mülakatla kadrolaşmaya gidiliyor”
Eğitim-Sen Genel Başkanı Kemal Irmak, sınavlarda çok iyi puan alan ancak mülakatta elenen birçok öğretmen adayı olduğunu söyledi. Bu yolla ayıklama yapıldığını söyleyen Irmak, iktidara yakın kadroların göreve getirildiğini öne sürdü. Irmak ayrıca özel okulların öğretmen alımında adaylara yönelik GBT sorgulaması yaptırdığını iddia etti:
“Mülakat ‘ben istediğimi alacağım ve atacağım’ anlamına geliyor. Güvenlik soruşturması, arşiv araştırması yapıyorlar. Özel okul ise ‘Çalışacağım öğretmenle ilgili GBT istiyorum’ diyor. Milli Eğitim Müdürlükleri aracılığıyla emniyetten GBT alıyorlar. Herhangi bir muhalif öğretmen için, ‘terör örgütüyle irtibatlı basın açıklamasına gitmiş’ denildiğinde öğretmenler çalışamıyor.”
“En az 200 bin öğretmen açığı var”
Irmak’a göre en az 200 bin öğretmen açığı var. Adaylar kişilerin ailelerine yük olmamak için ne iş bulurlarsa onu yapıyor. İntiharlara varan birçok sorun yaşıyor.
Ücretli öğretmenlik yapanların da geçinemediği belirten Irmak, asgari ücretin altında çalıştıklarını vurguladı. Irmak, okulda çalışmak için idarecilerin tüm isteklerini yerine getirmek zorunda kaldıklarını belirtti.
Irmak, Bakanlık bütçesinin az olduğunu vurguladı. Bu bütçenin büyük bir kısmının personele harcandığını belirten Irmak, okulun ihtiyaçları için velilerden para istendiğini ifade etti.
“4 bin öğrencinin olduğu okullar var”
Irmak’a göre İstanbul, Ankara, Bursa gibi büyükşehirlerde okullar yetersiz. Irmak’ın aktardığına göre bu şehirlerde 4 bin öğrencinin okuduğu okullar var. Hatta bazı sınıflarda 40-50 öğrenci aynı anda eğitim alıyor. Irmak, iktidarın öğrencileri imam hatip liselerine yönlendirdiğini anlattı. Fakat Türkiye’de fen ve Anadolu liselerine ihtiyacın olduğunu vurgulayan Irmak, bu okulların yetersiz kaldığını hatırlattı.
“Doğu’da öğretmen açığı daha fazla”
Eğitim Uzmanı Özgür Bozdoğan ise yeni eğitim yılında velilerin sırtına yeni bir yük bineceğini söyledi. Bozdoğan da tıpkı Irmak gibi okul aile birliğinin velilerden para alacağını iddia etti.
Mülakat sisteminin yargıya taşınmasına rağmen uygulandığını vurgulayan Bozdoğan, “Mülakatlar ve öğretmen atamasında bu süreç durdu. Şimdi buradaki temel mesele de şu, eğer Danıştay kararı beklenecekse, mülakatlar neden uygulandı?” dedi.
Bozdoğan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da öğretmen açığının hayli fazla olduğunu söyledi.
Ücretli öğretmenlerle ilgili de konuşan Bozdoğan, şöyle devam etti:
“Sözün özü şu, düşük ücretle çok daha fazla kendi istedikleri şekilde öğretmen yetiştirmek bir tercih. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir tercihi bu. Ama bu tercihten olumsuz etkilenenler öncelikle öğrenciler.”
Bozdoğan, her şehirde üniversite açılmasının ve binlerce kontenjan verilmesinin yanlış olduğunu vurguladı. Özdoğan mülakatların nesnel ölçütlerle yapılmadığını, mevzuata uyulmadığını, nitelikli soruların sorulmadığını belirtti. Komisyon üyelerinin adaylarla iletişimde sorun olduğunu savundu.
Kamuoyunun yeni müfredatı eleştirdiğini fakat iktidarın buna rağmen hayata geçirdiğini aktaran Bozdoğan, şöyle konuştu:
“Okuldan, çocuğu gelecek yaşama hazırlamasını bekliyoruz. Okul, çocukların ilgi, yetenekleri, becerilerini geliştirerek hazırlayan bir kurum. Bütün çocukları, öğretmenleri, okulları aynıymış ve tek tipmiş gibi yönetirsek sıkıntılı sonuçlar ortaya çıkar. Sanırım bu dönemin en büyük sorunu bu olacak. Ekonomiden tasarruf etmek, eğitimden ve çocukların yararlandığı hizmetlerden tasarruf etmek… Bunlar anlaşılabilir bir şey değil. Eğitim hizmeti, ulaşım ve beslenmeyle bütün olarak düşünülmek durumunda.”
Yeni müfredat yürürlükte
Yeni eğitim-öğretim yılında öğrencileri pek çok yenilik de bekliyor. Bunlardan biri uzmanlar tarafından sert eleştirilen “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” kapsamında hazırlanan yeni müfredat. Yeni müfredat okul öncesi, ilkokul 1. sınıf, ortaokul 5. sınıf ve lise 9. sınıftan başlamak üzere kademeli şekilde uygulanacak.
Bakanlık bu yıl ilk defa liseye başlayacak öğrenciler için müfredattaki değişikliklerin yer aldığı sekiz bölümden oluşan “liseye hoş geldin” kitapları hazırladı.
Kitaplar öğrencilere lisede karşılaşacakları dersleri tanıtmak, programı içeriğini açıklamak, başarılı olmak için neler yapılması gerektiği gibi içeriklerle oluşturuldu.
Öte yandan ortaokul öğrencileri için de ailelere yönelik “ortaokul 5. sınıfa uyum rehberi” sunumu yapılacak. Ailelerle tanışma etkinlikleri düzenlenecek.
Yoksulluğun içinde kaybolan çocuklar
Boş buzdolapları… Yırtık terlikler… Okulun ilk günü kırtasiye malzemeleri olmadığı için eve gönderilen çocuklar… Bitlis’te Leyla A. ve dört çocuğunun hikâyesi Türkiye’de yoksulluğun eğitimi nasıl etkilediğinin canlı bir örneği. Onlar gibi binlerce öğrenci okula aç gidiyor, ayağına giyecek ayakkabı, üstüne giyecek pantolon bulamıyor.
TÜSİAD ve ERG’nin araştırmasına göre öğrencilerin yüzde 31’i okula gitmeden önce hiç kahvaltı yapmıyor, haftanın en az bir günü kahvaltı yapmayan öğrencilerin oranı ise yüzde 60’a kadar çıkıyor. Aynı araştımaya göre her dört çocuktan biri haftanın en az bir günü parasızlıktan yemek yiyemiyor.
Bu veriler Türkiye’deki çarpıcı durumu ortaya koyuyor. Bir de yoksulluğun en derin hali yaşayan Bitlis-Tatvan’da Leyla A.’nın ve çocuklarının hikâyesine bakalım.
11 yaşında evlenen, şiddet yüzünden boşanan Leyla A., dört çocuğuna hem annelik hem babalık yapıyor.
Devletten aldığı 5 bin 550 TL desteğin 3 bin TL’si ile kira ödeyen Leyla A.’ ‘nın elinde kalan 2 bin 550 TL ne faturaları ödemeye ne de ekmek almaya yetiyor.
“Ayağında yırtık terlik, elinde ihtiyaç listesi”
Leyla’nın 16 yaşındaki en büyük oğlu Müslüm, maddi imkansızlık nedeniyle ortaokul çağında eğitimden koptu. Çocukluğu çalışarak geçen Müslüm, yaz boyu tarlalarda domates toplayarak ailesinin geçimine katkı sundu. O, domates hasadının bitmesiyle yeni iş arayışına girerken diğer üç kardeşi yoksulluk içinde okulun yolunu tuttu.
Rüzgar, Sercan ve Ela’nın ise okuldaki ilk günü zor geçti. Öğretmen, Rüzgar ve Ela’yı kırtasiye malzemeleri, ayakkabı ve çantaları olmadığı için ilk günden eve gönderdi. Ellerinde ihtiyaç listesi yazılı bir kağıtla eve dönen çocuklar, arkadaşları gibi okul bahçesinde koşup oynayamadı. Sercan ise diğerlerinden daha şanslıydı. Çünkü o okula geçen sene öğretmenin aldığı çantayla gitti.
Anne Leyla, çocuklarının okula gittiği ilk günü şu sözlerle anlatıyor:
“En küçüğü yeni kayıt oldu. Okula götürdüm, eşyası olmadığı için eve geri gönderdiler. Dedim, ‘Gideceğim, borç alacağım.’ Küçük çocuğun ayakkabısı bile yok, terliği yırtılmış, onunla gidiyor. Saçını tıraş etmedi. Diğerinin de defteri, kalemi, pantolonu yok. Ela benim terliğimle okula gitti. Ne yapacağımı bilmiyorum. Okul liste vermiş bana ‘Al’ diyor, nasıl alayım? Ne yapacağımı bilemedim, dondum kaldım.”
“Boş bir buzdolabı, aç kalan çocuklar…”
Çocuklarına ayakkabı dahi alamayan Leyla’nın mutfağındaki buzdolabı da boş. Küflenmiş peynir, biraz üzüm, Ramazan Bayramı’nda bir hayırseverin verdiği içi pekmez dolu bir bidon… Sabah kahvaltıda ne varsa yiyen çocuklar paraları olmadığı için okul kantininden yiyecek alamıyor. Gelecek ay devletten aldığı desteği neye harcayacağını düşünen anne Leyla, “Yağımız, şekerimiz bitmiş, ekmek olsa domates var. Devlet kömür verdi, odun alamadım” diyor. Leyla boşanmasına rağmen parası olmadığını için yeni kimlik de çıkaramadı ve soyadını değiştiremedi.
“Aile ve Sosyal Hizmetleri Bakanlığı’ndan 5,4 milyon çocuk yardım aldı”
Leyla’nın çocuklarının eğitimi için verdiği mücadele, Türkiye’deki yoksulluğun sadece bir örneği. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın geçen aylarda yaptığı açıklamada, “Tek seferlik yardımlar dahil sosyal yardımların farklı kalemlerinden 4,9 milyon haneye destek sağladık” demesi de bu durumu doğruluyor.
Bakan Göktaş’ın 15 Ağustos’taki “Aile Desteği kapsamında yaklaşık 3,2 milyon hanemize 2,9 milyar TL, Çocuk Desteği kapsamında yaklaşık 2,2 milyon hanemize 5,4 milyon çocuk için yaklaşık 900 milyon TL, toplam yaklaşık 3,8 milyar TL ödeme yapacağız” açıklamasıyla 5,4 milyon çocuğun yardıma muhtaç olduğu ortaya çıktı.
Öte yandan TÜİK 2023’te yoksul sayısının 11 milyon 651 bin olduğunu duyurdu. Sürekli yoksulluk oranı ise yüzde 12,3 olarak kayıtlara geçti. TÜİK haziran ayı işgücü istatistiklerine göre de işsizlik 3 milyon 305 bin kişiye ulaştı.
TÜİK Hanehalkı Tüketim Harcaması 2023’e göre hanehalkı eğitim harcamalarının yüzde 63,1’i en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grup tarafından yapılırken sadece yüzde 1,5’ini en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grup yaptı.
Açlık sınırı 19 bin TL, yoksulluk sınırı 67 bin TL
Ailesinin yoksulluğu nedeniyle bakılamayan ve ailesinden alınma riski bulunan çocukların sayısını ortaya koyan Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) hizmetinden yararlanan çocuk sayısının ulaştığı boyut da dikkati çekti. Buna göre 2020’de 129 bin 422 olan SED hizmetinden yararlanan çocuk sayısı 2024’ün Mayıs ayında 170 bin 694’e kadar çıktı.
DİSK Birleşik Metal-İş’e bağlı Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) tarafından yapılan araştırmaya göre ise dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için açlık sınırı 19 bin 423 lirayı buldu. Yoksulluk sınırı da 67 bin 186 lira oldu.
Avrupa Birliği’nin istatistik kurumu EUROSTAT verilerine göre 2022’de Türkiye’deki 0-17 yaş grubundaki çocukların yüzde 43’ü yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında kaldı.
“5 milyon öğrenci için ücretsiz yemek uygulaması hayata geçmedi”
Enflasyonun artması ve gelir düzeyinin azalması çocuklarını beslenmesini de etkiledi. Milli Eğitim Bakanlığı 2022’de uygulanan ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in açıkladığı verilere göre okullarda 1 milyon 796 bin 985 öğrenci ücretsiz yemekten faydalandı. Bunların yaklaşık 1 milyonu taşımalı eğitimden yararlanan öğrenciler, 400 bini de okul öncesi eğitim alan çocuklardı. Ancak Bakanlık yetkilileri tarafından 5 milyon öğrenci için kademeli olarak planlanan ücretsiz yemek uygulaması hayata geçmedi ve 2023’te okul öncesinde verilen beslenme desteği kaldırıldı. Şu an Bakanlık tarafından taşımalı eğitim kapsamında olan, pansiyonlu ve yatılı okullarda eğitim alanlar ve deprem bölgesindeki okul öncesi öğrencilerine ücretsiz yemek veriliyor. Bakanlık ayrıca 2024-2025 eğitim öğretim yılında ücretsiz verilmek üzere hazırlanan yaklaşık 178 milyon ders kitabının okullara dağıttı.
“Milyonlarca öğrenci okuldan kopuyor”
Resmî ve sivil toplum kuruluşlarına ait raporlar çarpıcı sonuçları ortaya koyarken uzmanlar ise yoksulluğun milyonlarca çocuğu eğitimden kopardığını vurguladı. Medyascope‘a konuşan Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu üyesi, insan hakları savunucusu Hacer Foggo, yoksul hane sayısının resmi rakamlardan daha yüksek olduğunu anlattı.
“Sürekli yardım, sürekli yoksulluk ve kalıcı yoksulluğa doğru giden bir süreç anlamına geliyor” diyen Foggo, eskiden bir veya iki temel ihtiyaca erişenlerin bugün dört kaleme ulaşamadığını söyledi. Foggo, asgari ücretle geçinenlerin borçlarla ayakta durduğunu belirterek, emekliler ve beyaz yakalıların da yoksullaştıkları bir dönemde olduklarını vurguladı.
“Sosyal destekler, sosyal yardımla ayakta kalmaya çalışan, günlük işler yapan ya da kayıt dışı çalışanlar var. Ki onlar çok daha derin bir yoksulluk çalışıyor” diyen Foggo, bu hanelerin çocuğa üniforma, kayıt parası, ayakkabı, kırtasiye gibi eğitim masraflarını karşılayamadığını vurguladı.
“Masraflar nedeniyle aile bir çocuğunu okula göndermiyor”
Sahada karşılaştığı örneklere değinen Foggo, iki çocuğu olan bir ailenin anaokul çağındaki bir çocuğunu masraflar nedeniyle okula gönderemediğini, velinin çocuklar arasında tercih yaptığını dile getirdi.
Okul beslenmesi için yıllardır mücadele verdiklerini hatırlatan Foggo, “Bu dönemde de çocuklar yine yarı aç, yarı tok okulda gitmek zorunda kalacaklar. Ne varsa, sağlıksız da olsa yiyecekler” dedi. Yeterli beslenmeyen çocukların gelişim sürecinin de sağlıklı olmadığını belirten Foggo, bodurluk, öğrenme güçlüğü, hiperaktivite gibi sorunların ortaya çıktığını ifade etti. Bu durumun gelecek nesilleri de olumsuz etkilediğinin altını çizen Foggo, yetişkinlikteki kronik hastalıkları vurguladı.
Türkiye’de yüzde 20’lik bir dilimin yüksek gelir grubuna dahil olduğunu dile getiren Foggo, ailelere yapılan yardımların yetersiz olduğunu belirtti, devlet tarafından yapılan yardımların kiraya, gıdaya, faturaya, ulaşıma harcandığını söyledi. Foggo, çocuk yardımının 500 TL ile 6 bin lira arasında değiştiğini aktardı, çözüm önerilerini paylaştı.
“Çocuk yoksulluğu önlenirse ülkedeki yoksulluk önlenir”
Foggo, çocuk işçiliğinin azaltılması gerektiğini vurguladı, meslek liselerindeki öğrencilerin ücretli staj kapsamında çalıştırılması uygulamasına da karşı çıktı. “Çocuk yoksulluğunu önlediğiniz zaman o ülkedeki yoksulluğu da önlersiniz. Ama görüyoruz ki iktidarın aslında böyle bir planı yok ” diyen Foggo, sosyal politikaların hayata geçmesi gerektiğini vurguladı.
Devletten yardım alan ve bu yardımlar yetersiz geldiği için çalışmak isteyen bir kadınının sigortalı bir işte çalışması durumunda desteklerin kesileceğini belirten Foggo, bu nedenle yardıma muhtaç milyonlarca kişinin kayıtdışı çalıştığını anlattı. Bu konuda doğru program ve planlama ile yeni bir düzenleme yapılabileceğini önerdi. Devletin eğitimdeki tüm çocuklara sağlıklı ve ücretsiz beslenme desteği sağlaması gerektiğini savundu. Foggo, yerel yönetimlerin beslenme çantaları, sosyal destekler, kent lokantaları gibi uygulamaları daha fazla hayata geçirmesini önerdi.
“Dolmuş parası olmadığı için okula düzenli gelmeyen çocuk var”
Medyascope‘a konuşan ve kamusal eğitimin anayasal hak olduğunu dile getiren Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) Genel Başkanı Kadem Özbay, devlet okullarının bağış adı altında velilerden alınan paralarla ücretli hale geldiğini belirtti. Devletin eğitime harcadığı kaynağın gelişmiş ülkeler açısından son sıralarda olduğunu ifade eden Özbay, okullara beslenmeden personele kadar birçok konuda yatırım yapıldığını söyledi. “Devlete düşen görev ailenin ekonomik gücünü insanca yaşayabilecek bir standart düzeyine getirmek” diyen Özbay, ikili eğitim nedeniyle öğrencilerin gün ışığında ders yapamadığını ekledi. Erken saatte evden çıkan çocukların okulda kahvaltı yapamadığını, kantinlerindeki gıdaların çok pahalı olduğunu dile getirdi.
“Okul müdürleri teşvik etmiyor”
Özbay, “Okul öncesindekilerin yapacakları etkinlikler gibi faaliyetler için eğitim alanı normal bir sınıftan daha farklı dizayn edilmeli. Okul katkı payı alıyor” dedi. Bazı velilerin okula para vermediği için müdürler tarafından eğitime kazandırma yönünde teşvik edilmediğini söyleyen Özbay, şöyle konuştu:
“Aidat adı altında para toplandığında, o parayı veremeyecek çocukların orada yaşadığı psikolojik zorlukları, sırf onun için o gün okula gelmediklerini biliyoruz. Dolmuş parası olmadığı için bir tam hafta okula gelemeyen çocuklar var. Mesela üç gün geliyorsa öbür gün gelemeyen, orada arkadaşlarının yanında utanacağı için gitmeyen, gidip bir yerde çalışıp öbür hafta en azından yol harçlığını çıkarmak için çalışan çocuklar var.”
“Yoksul ve zengin çocuklar için sınıf ayrımı var”
“Artık devlet okullarında, hatta aynı okulun içerisinde yoksulla zengin arasında farklı farklı sınıfların oluştuğunu biliyoruz. Çocuklardan para toplanıyor, bazılarında da yok. Bu çocuklarda ileride çok ciddi psikolojik ve duygusal travma oluşturan olaylar bunlar. Çocuklar onları unutmuyor” diyen Özbay, her çocuğun nitelikli eğitime erişmesi gerektiğini dile getirdi.
Müfredatın “Maarif Modeli”
Yaklaşık 20 milyon öğrenci ve 1,2 milyona yakın öğretmen için eğitim öğretim yılı başladı. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” programı 1., 5. ve 9. sınıflarda ilk kez uygulanıyor.
Eğitimde “Maarif Modeli”
Kamuoyuna 26 Nisan’da sunulan yeni müfredat taslağı, 10 Mayıs’a kadar askıda kaldı. Taslağa bu sürede 67 bin 284 görüş ve öneri geldi. Bakanlık, öğretmenlerden 38 bin 865, eğitim platformlarından da 28 bin 419 görüş geldiğini açıkladı. Yeni müfredat bu görüşlerin ardından 24 Mayıs’ta yürürlüğe girdi.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, her kesimin görüş ve önerilerine açık olduğunu söyledi. Çalışmayla sadeleştirmeye gidildiğini, “yerli ve milli” içerik oluşturulduğunu vurguladı. Tekin, “Dünyada kabul gören, beceri temelli eğitime geçiş açısında bizim için de bir zorunluluktu” dedi.
Hangi düzenlemeler yer alıyor?
Ancak 26 Nisan’da halka duyurulan müfredat uzmanlardan sert eleştiri aldı. Taslak müfredat için her kurumdan yeterince görüş alınmadığı gündeme geldi. Kamuoyuna internet üzerinden açılan taslakta “milli ve manevi değerler” öne çıktı. Kimyadan, okul öncesi ders programına kadar birçok yeni düzenlemenin yapıldığı ortaya çıktı.
Örneğin 1, 2, ve 3. sınıflar için hazırlanan taslak Hayat Bilgisi Dersi Öğretim Programı’na göre öğrenciler yakın çevresindeki müze, cami, kale gibi tarihi mekânları ziyaret edecek.
Okul Öncesi Eğitim Programı’nda da yine öğrencilerin tarihi camiler, sivil toplum kuruluşları ve ticari işletmeler gibi farklı kurumlara ziyaretler gerçekleştirilebileceği ortaya çıktı.
Gezinin konusu hakkında uzman veya görevli kişiler de sınıfa gelecek. Sanat alanı becerilerine yönelik çocukların yapacağı drama etkinliğe uygun eşarp, tül gibi materyali seçebilmesi programda amaç olarak yer aldı.
“Cihat” kavramı…
Liselerde okutulacak Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Öğretim Programı’na “cihat” kavramı salt savaş ile sınırlandırılmadan tüm boyutlarıyla ele alınacak şekilde kendine yer buldu. Derste “Allah yolunda silahla askeri savaş” anlamına gelen “kıtal/mukatele” kavramının da anlatılacağı açıklandı. “İslam düşüncesinde tasavvufi yorumlar” ünitesinde “Alevilik ve Bektaşilik’te erkân ve temel kavramları sentezleyebilme” başlığı yer aldı. Cemevi ise âyin-i cem erkânının yapıldığı, “yol, âdap ve erkân yeri” olarak nitelendirildi.
Dikkat çekici içerikler
Felsefe Dersi Öğretim Programı’nda, karma eğitime karşı olduğunu bilinen Nurettin Topçu’nun “İsyan Ahlakı” isimli kitabından bölümler yer aldı. Öğrencilerden hayatın anlamını “tevekkül” ile açıklamaları istendi. Ayrıca derste hukuk-felsefe ilişkisinde özel hayatın gizliliği, Kıbrıs ve Adalar gibi sorunların araştırılması öne çıktı. Programda Hristiyan felsefesi yer almazken, İslam felsefesi sadece tartışma düzeyinde kaldı.
Ortaöğretim Kimya Dersi Öğretim Programı’nda Türk-İslam âlimlerinin kimya bilimine yaptığı katkılara yönelik okuma parçası verildi. Öğrencilerden bu isimleri takdir etmesi ve onlara karşı vefalı olması istendi. Programda Türk savaş gemilerini kimyasal, biyolojik, radyoaktif ve nükleer tehditlere karşı koruma altına almak için geliştirilen proje gibi yerli ve milli çalışmaların anlatılacağı ortaya çıktı. Vatanseverlik değeri vurgu yapılacak başlıklar arasında yer aldı.
Uzmanlar programa karşı çıktı
Geri bildirim süresinin çok kısa olduğunu vurgulayan uzmanlar, yeni müfredatın çocukları olumsuz etkileyeceğinin altını çizdi. Eğitimciler, sendikalar, çalışmalarla ilgili görüşlerini iletmek için Bakanlığa talepte bulunduklarını ancak yanıt alamadıklarını açıkladı. Çalışmada geri adım atılması için imza kampanyaları düzenlendi. Eğitim Reformu Girişimi (ERG), Bilim Akademisi, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) ve eğitim sendikaları çağrıda bulundu. Müfredat hazırlık sürecinin şeffaf olması gerektiğini hatırlattı.
ERG değerlendirme raporu açıkladı. Rapora göre taslak programlarda toplumsal cinsiyet eşitliğine yer verilmedi. İnsan hakları, vatandaşlık ve demokrasi alanında ifade, din ve vicdan özgürlüğü gibi konular olmadan görev ve sorumluluklara odaklanan bir yaklaşım benimsendi. Derslerde soyut ve açık olarak tanımlanmayan birçok kavram yer aldı. İnsan haklarına ve hukukun bağlayıcılığına yönelik vurgular yoktu. Raporda “Program, ‘esasicilik ve ilerlemecilik’ gibi eğitim felsefelerine değiniliyor. Ancak anlaşılır bir dil kullanılmadığı, bütünlük olmadığı, kaynak belirtilmediği ve argümanlar arasındaki ilişki net bir şekilde ortaya konulmadığı için modeldeki eğitim felsefesinin ne olduğuna dair net bir çıkarım yapılamıyor” denildi.
“Erdemli insan yetiştirme modeli”
Çalışmada pilot uygulama yapılmadığı ifade edildi. “Müfredat ahlaki ve milli değerler üzerine kurulurken toplumsal katkı ve bütüncül gelişim gibi alanları hedefliyor. Ancak öne çıkan değerler, somut, bilimsel bilgiye dayalı bir etik algısıyla sorgulanabilir ögelerden çok öğrencilerin pasif bir şekilde edinecekleri ögeler olarak kurgulanıyor” tespiti yapıldı. “Manevi yönden huzurlu, yetkin ve erdemli insan yetiştirme” amacının program yaklaşımının merkezine yerleştirildiği vurgulandı.
Türk Eğitim Derneği’nin düşünce kuruluşu TEDMEM’in hazırladığı rapora göre program, felsefe dersinde Tanrı’nın varlığının kanıtlanmasına odaklanıyor. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde Milli Mücadele ve Atatürk Dönemi ile ilgili sadeleşme yapıldı. Bu ders için “Demokratikleşme Çabaları”, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası”, “Atatürk’ün Ölümü ve Sonrası” üniteleri 2024 öğretim programında yer almadı.
“Öneriler dikkate alınmadı”
Toplumun farklı birçok kesimi tarafından eleştiriler devam ederken Bakan Tekin 24 Mayıs’ta müfredatı onayladı. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Prof. Dr. Cihad Demirli, “Öğretim programlarında bazı genel tashihler yapıldı. Görüş ve öneriler, değerlendirilerek öğretim programlarına yansıtıldı” dedi.
Ancak açıklanan onaylı öğretim programlarında çok fazla değişiklik yapılmadığı, önerilerin dikkate alınmadığı görüldü. Tepkiler üzerine okul öncesi sanat alanı becerilerine yönelik çocukların yapacağı drama etkinliğe uygun eşarp, tül gibi materyali seçebilmesi yönündeki uygulama taslaktan çıkarıldı. Aleviliği “bozuk zihniyet” olarak tanımlayan Nurettin Topçu’nun eserini ise programda kaldı.
İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde eleştirilere rağmen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi anlatılacak. Tarih dersinde İslam vurgusu, Kimya dersinde öğrencilerden Türk-İslam âlimlerine vefalı olması beklenmesi, öğrencilere Türk-İslam medeniyetinin temel kaynakları olan milli ve manevi değerlerin uygulamalı olarak verilmesi gibi içerikler onaylı müfredat yerini aldı.
Bakanlık yetkilileri tarafından yapılan açıklamalar tepkileri dindirmeye yetmedi. İktidarın kendi ideolojilerine uygun bir nesil yetiştirmeyi hedefledikleri vurgulayan eğitimciler, siyasal İslam’ın kavramları ve yaklaşımlarıyla eğitimin şekillendirmeye çalışıldığını anlattı. Medyascope’a konuşan eğitimciler, “Neredeyse hacca gidebilecek düzeyde din eğitimi veriliyor. Maarif modeli değil, mürit yetiştirme modeli. Bu milli eğitim programı değil, AKP’nin parti programı” yorumunda bulundu.
Müfredat Danıştay’da
Eğitimciler, veliler ve demokratik kitle örgütlerinden oluşan Müfredatı Geri Çekin Platformu, yeni müfredatın uygulanmaması için boykot kararı alarak 11 Haziran’da çocukların okula göndermedi. Milli Eğitim Bakanlığı hakkında suç duyurusunda bulunuldu.
Müfredatı Geri Çekin Platformu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ( Eğitim- Sen), Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası ( Eğitim- İş), Cumhuriyet Halk Partisi ( CHP), Laiklik Meclisi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi kurumlar müfredatın iptali için Danıştay’da dava açtı.
Eğitim-Sen’in hazırladığı raporda “Müfredat değişikliklerinde laik ve bilimsel eğitim geri plana itildi. MEB’in ‘yeni müfredatı’, düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen, itiraz etmeyen nesiller yetiştirmek amacıyla hazırlandı” denildi. Eğitim-İş de müfredatın ilk kez uygulanacağına vurgu yaparak bunun acı sonuçlarının görüleceğini açıkladı.
Müfredat uygulamaya geçti
Tüm bu süreçleri geride kalırken yeni müfredat hayata geçti. Uzmanlar ise yaşanacaklar konusunda bilgi verdi. Müfredatı inceleyen Eğitim Uzmanı ve Danışmanı Suat Kardaş, taslak programa yapılan eleştirilere rağmen sonucun değişmediğini anlattı.
Kardaş, “Müfredatın milli ve manevi değerleri, ahlak eğitimini, din eğitimini bilimsel becerilerin önüne koyan yapısı olduğu gibi duruyor” dedi.
Ders başı yapan çocukların yeni müfredattan olumsuz etkileneceğini vurgulayan eğitim uzmanı, kronik bir problem haline gelen öğrenme yoksulluğunun daha da derinleşeceğini söyledi. Kardaş, hazırlanan programda Bakanlığın öğrencilere kazandırmak istediği kazanımlar arasında denge olmadığını anlattı, “Bu müfredatla yetişecek çocukların ne yazık ki hem temel becerileri edinmek konusunda hem de 21. yüzyıl becerilerini edinmek konusunda daha da geriye gideceğini düşünüyorum” diye konuştu.
Müfredatın yönetim sürecinin de kötü olduğuna değinen Kardaş, “10 yıldır hazırlık yapıldığı söylenen program seminer döneminde son derece yetersiz yöntemlerle, böyle power-point sunumlarıyla, hazır videolarla, içeriklerle doğru düzgün anlatılmadan, öğretmenlerin içselleştireceği, anlayacağı fırsatlar, zamanlar yaratılmadan onlara kazandırılmaya çalışıldı” dedi.
Bakanlığın programın uygulanması konusunda öğretmenler üzerinde baskı uygulayacağını ifade eden Kardaş, denetimlerin artacağını belirtti, “Müfettişleri sahaya daha çok sürülecek ama, öğretmenler bunu hayata geçirirken o kalabalık kavramlar bütününün içinde çok bocalayacaklar” dedi.
“Program aydınlık ve net vizyona sahip değil”
Ekonomik, teknolojik olarak dünyada rekabetin giderek attığına değinen Kardaş, çocukların sahip olması gereken yeteneklerin önemine değindi. Yapay zekanın birçok iş kolunu ve beceriyi tehdit ettiğini savunan Kardaş, yeni müfredat konusunda velilerin de kafa yorması gerektiğini anlattı.
Kardaş şöyle konuştu:
“Çocuklar böyle bir dünyaya hazırlanması gerekirken, öğretim programları ne yazık ki bu dünyayı ıskalıyor. Çocukları belirsiz bir geleceğe doğru, el yordamıyla yine yollarını bulacakları bir şekilde bırakıyor. Dolayısıyla veliler çocuklarının geleceğiyle ilgili kaygılı. Ne yazık ki program hem velilerin hem çocukların önüne parlak, aydınlık, net bir gelecek vizyonu koymuyor.”
“Toplumun yükü bindiriliyor”
Dünyanın hiçbir ülkesinde çocuklara daha fazla ahlak ve din eğitimi verilerek “daha ahlaklı toplumun” ortaya çıktığının görülmediğini savunan Kardaş sözlerine şöyle devam etti:
“Bu yükü çocukların sırtına, eğitim öğretimin, öğretmenlerin sırtına koymak gerçekten haksızlık. Suç işleyenler, kara para aklayanlar doğru dürüst yargılanmadan toplumun önüne tekrar çıkıyor. Birçok ahlaki ve insani endekste Türkiye son sıralarda. Yolsuzluk, demokrasi algısında özgürlüklerde son sıralardayız. Bütün bunları küçük yaşlardan itibaren çocuklara ahlak eğitimi, milli manevi değerler vererek ‘bu toplumu, bu ülkeyi düze çıkarırız düzeltiriz mantığı’ çalışabilecek bir mantık değil.”
Kardaş, eğitim sisteminde verilmesi gereken bilimsel ve bilişsel becerilerin arka plana iterek, ahlaklı, dürüst bir toplumun yaratılamayacağını savundu. Yeni müfredatla zaman kaybedileceğini söyledi. Bu konuda yeni çalışmada dengenin bozulduğunu belirten Kardaş, şu an yapılması gerekenleri şu sözlerle anlattı:
“Madem uygulamaya geçti, madem Bakanlık kulaklarını kapattı, madem ortak bir akılla geliştirmediler bu müfredatı, hiç olmazsa uygulamada özellikle öğretmenlerden sık sık geri bildirim almalılar. Bu müfredatın ne kadar iyi çalıştığına dair bir izleme değerlendirme sistemi kurulmalı. Bunu bir pilot uygulamaymış gibi değerlendirerek sahadan gelen verileri göz önünde bulundurmaları, bu müfredatta gerekli revizyonları yapmaları, bu müfredatın gerçekten ülkenin eğitim sorunlarına ne kadar çözüm olduğuna dair iyi bir ölçme değerlendirme sistemi kurmaları ve gerekli adımları atmaları en mantıklı yöntem.”
“Okullar yeni programların becerilerine uygun değil”
Yeditepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yelkin Diker Coşkun, dünyanın her yerinde yeni düzenlemelerin olabileceğini söyledi. Ancak çalışmanın gerekçesinin “programın çok yoğun olduğu” şeklinde açıklandığını hatırlatan Prof. Dr. Coşkun sonucun aksi yönde olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Yetkin, “Eleştirdiğiniz şey sadeleştirmeye gidilecek bir program olmaması. Yeni müfredatta yer alan becerilerin öğretilmesi, bunların ölçülmesi daha zor hale geldi. Beceri temelli bir program olduğu iddia ediliyor ama bu becerileri hangi okullarda uygulayacaksınız? Okulların laboratuvarları, atölyeleri, sanat, kültür, spor alanlarının buna uygun hale gelmesi gerekiyor. Şu anda tüm okullarımız buna uygun mu? Değil” diye konuştu.
Eğitim kurumlarının yeni müfredata göre hazırlanması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yetkin, bu konuda eğitim almış olan öğretmenlerin varlığına değindi, “Özellikle pedagojik altyapısı zayıf olan öğretmenler, eğitim fakültesi mezunu değilse bu programı anlamakta bile zorluk yaşayabilirler” dedi
Ölçme ve değerlendirme sisteminin altını çizen Prof. Dr. Yetkin, “Yeni müfredat dayalı yeni bir ölçüme değerlendirme olacak mı? Olacaksa nasıl hayat geçecek?” diye sordu.
Çocukların öğrenme süreci devam ederken de izleme çalışmalarıyla ölçülmesi, değerlendirmesi ve onlara geri bildirim verilmesini içeren sistemin varlığını vurguladı.
Prof. Dr. Yetkin, “Asıl kritik şey ölçme değerlendirme sistemimiz yeni müfredat modelini uygulamaya uygun mu? Hayır değil şu anda. Beceri temeli uygulamaya dayalı bir programda sınavların da uygulamalı olması gerekiyor. Bu yapılabilecek mi? Bunu bekleyip izlemek gerekiyor” dedi.
Velilerin “ücretsiz okul” arayışı
20 milyon öğrenci yeni eğitim-öğretim döneminde ders başı yaptı. Veliler çocuklarını iyi bir okula kaydettirmek için yarıştı. Fakat kurumların ücretleri ve eğitim masrafları cep yaktı. Aileler eğitimden tasarruf yapmak zorunda kaldı.
Türkiye genelinde son yıllarda okullaşma oranları arttı. Ancak okul öncesi eğitimin zorunlu olmaması, devlet okullarının sayısının yetersizliği velileri olumsuz etkiledi. Çünkü çocukların iyi eğitim imkanlarına sahip olması ebeveynlerin sosyo-ekonomik durumuyla doğrudan bağlantılı. Artan maliyetler, 1 milyon TL’ye varan okul ücretleri, 80 bin TL’ye satılan kitaplar velileri çözüm bulmaya zorluyor.
Kimisi çocuğunu özel okuldan devlet okuluna kaydettiriyor, kimisi servisi gözden çıkarıyor. Bazıları da “bağış” adı altında devlet okullarına binlerce lira ödemek zorunda kalıyor. Uzmanların verdiği bilgiye göre bin tane özel okul kapandı, ayrıca öğretmen sayısı 20 bin azaldı. Bazı özel eğitim kurumları, içinde öğrencilerle birlikte emlak sitelerinde satışa çıktı.
“Çareyi özelden devlete geçişte buldu”
TÜİK Hanehalkı Tüketim Harcaması 2023 verisi de bu bilgileri doğruluyor. En yüksek gelir dilimindeki yüzde 20, eğitim harcamalarının yüzde 63’ünü yaparken, en düşük gelir dilimindeki yüzde 20 sadece yüzde 1,5’ini yapıyor. Yani arada uçurum var. Bunun bir yansıması özel okullarda görülüyor.
Geçen eğitim-öğretim yılına göre ücreti yüzde 100 artarak 1 milyon liraya dayanan okullar var. Örneğin Koç Özel Lisesi‘nin hazırlık sınıfı ücreti 1 milyon 50 bin TL oldu. Lise yedi gün yatılılık ücreti ise taksitle 460 bin TL’ye çıktı. Yıllık ücreti 300 bin TL’nin altında kolej bulmak zor. Yabancı liseler ise yalnızca eğitim masrafları için 800-900 bin TL arasında fiyat talep ediyor. Yemek ücretleri her okulda farklılık gösteriyor ancak ortalama 75-100 bin TL.
Servis, forma, kırtasiye bedelleriyle birlikte bu okullarda eğitim almanın maliyeti 1 milyon lirayı geçiyor. Fahiş fiyatlar nedeniyle veliler, çocuklarının kaydını özelden devlet okuluna alıyor.
“Anadolu lisesine endişeli geçiş”
Ankara’da yaşayan Hülya Deveci de artan maliyetler nedeniyle çocuğunun kaydını özelden devlet okuluna almak zorunda kaldı.
Geçen sene özel okula yıllık 250 bin TL ödeyen Deveci, bu sene parayı veremedi. Daha sonra oğlunu bir anadolu lisesine yazdırdı. Deveci, devlet okullarında birçok sorun olduğunu, bu nedenle endişe duyduğunu anlattı:
“Veliler laik ve bilimsel eğitimi çocuklarına aldırabilmek için özel okullara gönderiyor. Devlet okullarında özellikle dini içerikli dersler çok fazla, veliler bundan kaçıyor.”
Türkiye’de her üç çocuktan biri hiç kahvaltı yapmadan okula gidiyor. Veliler devletten “sağlıklı ve ücretsiz bir öğün beslenme” talep ediyor. Çocuğunu gönderdiği okulda kötü beslendiğini anlatan Deveci, “Kantinden tost, ekmek arası gibi gıdalar alıyor. Günde 100-150 lira veriyoruz ama para yetişmiyor. Bakanlık henüz bu sorunu çözmedi ama artık çözmeli” dedi.
“Hizmetli yok, okula para ödeyeceğim”
Uzmanlara göre devlet okullarında “bağış” adı altında alınan kayıt ücretleri 100 bin TL’ye kadar çıktı. Ancak Bakan Yusuf Tekin bu durumu “şehir efsanesi” olarak nitelendiriyor. Veli-Der Genel Başkanı Ömer Yılmaz, “Yoksul mahallelerde bu rakam 5 bin TL ile başlıyor. 30 bin TL’ye kadar çıkıyor” dedi. Hülya Deveci de bu bilgiyi doğruladı. Bu yıl henüz ücret bilgisinin verilmediğini dile getiren Deveci, “Biz de ödüyoruz çünkü okulda ödenek yok, okulda hizmetli yok” diye konuştu.
“Kırtasiyeye en az 3 bin TL ödeyeceğiz”
Ailelerin tek derdi kayıt parası değil. Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu Ankara genelinde öğrencilerin ihtiyacı olan 137 kalem ürün üzerinden bir araştırma yaptı. Buna göre okula başlama maliyetleri geçen seneye göre şöyle arttı:
Okul öncesi yüzde 98,9
İlkokul yüzde 91,91
Ortaokul yüzde 84,25
Lise yüzde yüzde 80
İlkokula başlayacak bir çocuğun defter, kalem, boya gibi malzemelerinin maliyeti 5 bin TL’yi geçti. Kırtasiye masraflarına değinen Deveci, “İlk alışverişimiz 3 bin TL’den aşağı olmayacak” dedi. Devletin verdiği kitapların çok kötü olduğunu savunan Deveci, şöyle devam etti:
“Öğrenci kaynak kitap kullanmak zorunda kalıyor ve kaynak kitapların fiyatı çok yüksek ama almak zorundayız. Çünkü devlet kitaplarındaki içerikler gerçekten çocuğa hiçbir şey katmıyor. Öğretmenler söylemiyor ama biz biliyoruz bunu.”
“Çocuğum yürüyerek gidiyor”
Servis ücretlerine de İstanbul’da yüzde 16, Ankara’da yüzde 40, İzmir’de yüzde 20 zam geldi. Geçen sene 33 bin 895 lira olan 23-25 kilometrelerdeki ücret 40 bin TL’ye kadar yükseldi. Öyle ki, okula taksi ile gitmek bile daha ucuz hale geldi. Veliler çocuklarını otobüs, komşuları okulun yakınının geçiyorsa araçlarıyla veya yürüyerek göndermeye başladı. Bu rakamları gören Deveci de çocuğunu servise vermekten vazgeçti. Artan maliyetleri gerekçe gösteren Deveci, “Biz bırakıyoruz ya da okula 25 dakika yürümek zorunda kalıyor. Çünkü servis ücretlerine bu yıl yüzde çok zam geldi” dedi.
“Özel okula 300 bin TL verdim”
İsmini vermek istemeyen ve İzmir’de yaşayan bir veli çocuğunun kaydını devlet okuluna almayı planlıyor. Veli, 6. ve 2. sınıfa giden çocukları için özel okula 300 bin TL verdiğini anlattı. Artan fiyatlar nedeniyle çocuklarını özelden almak isteyen veli, “Bu ücret içinde kitap yok. Çocuk başı 35 ile 40 bin TL arası kitap ücreti var. Bir de 10 bin lira kırtasiye… Branş kitaplarının birçoğunu buluyoruz. Fakat İngilizce ya da dijital kaynakları öyle ayarlamışlar ki… Siz müşteri olarak gidip herhangi bir yerden alamıyorsunuz, veliye vermiyorlar” dedi. Veli, bu sene servis yerine çocuğunu kendisinin okula bıraktığını da dile getirdi.
Kontenjan sorunu…
Veli-Der Genel Başkanı Ömer Yılmaz, İstanbul’da “güvenli” olan ilçelerde yasal olmayan yollarla öğrencilerin 200 bin TL karşılığında devlet okullarına kaydolduğunu iddia etti. Adres dayalı kayıt sistemi dışında kalan velilerin “bağış” adı altında çocuğunu kaydettirmek istediği okula para karşılığı yazdığını öne sürdü.
Bunun nedeni ise şöyle açıkladı:
“Velinin oturduğu bölgede çok fazla imam hatip oluyor. Oraya kaydettirmek istemiyor. Diğer okullar da çok kalabalık ve güvensiz olduğunda veli bu yola başvuruyor. Okullar yer varsa alıyor yoksa kontenjan açıyor. Okul bu parayı temizlik, giderler için aldığını söylüyor.”
“Lisede sınıflar 50’ye çıktı”
Yılmaz, velilerin çocukların ihtiyaçlarını karşılayamadığını, öğrencilerin okulda aç kaldığını dile getirdi. “Özel okuldan devlet geçiş inanılmaz arttı. Lisede sınıflar 40-50’ye çıktı” diyen Yılmaz, şubelerin çok kalabalık hale geldiğini dile getirdi. Açıköğretim liselerine geçişte de sayıların arttığını savundu.
Kantinlerde tost, ayran, suyun masrafı 150 ile 250 TL arasında değişiyor. Yılmaz çözüm için, “Yoksul çocuklar için eğitim desteği sağlanmalı. Okulların tüm kademesinde bir öğün sağlıklı beslenme verilmeli” dedi.
“325 milyon TL’ye satılık okul”
Öte yandan emlak sitelerinde satışa çıkan özel okullar, rehabilitasyon merkezleri ve kurslar dikkat çekiyor. Örneğin İstanbul Gaziosmanpaşa’da 1.689m² arsa kotlu imarlı özel eğitim okulun 160 milyon TL’ye satılıyor. Başakşehir’de hazır satılık okul binasının değeri ise 325 milyon TL. İlanlarda arsaların metrobüse, otobüs duraklarına, havalimanına yakınlığı ile ilgili bilgilere veriliyor.
Başka bir ilanda 810 milyon TL değerindeki okul arsası için yakınında çok sayıda villa sitesi konut projeleri yeliyor. İlanda “Çoğunluğunu villa sitelerinin oluşturduğu konut bölgesinin ortasında kalmaktadır” notu yer alıyor.
“Arnavutköy’de satılık okul ve binası” başlıklı 218 milyon TL değerindeki ilanda ise “Ful tesisatlı ve mevcut öğrencileriyle kullanıma hazır ruhsatlı özel okul binası. Kiracı kurumla tercihe göre işletme ve öğrencileri ile devri söz konusu. Okul satış sonrası boş bir şekilde de teslim edilebilecektir” yazıyor.
“Özelde öğretmen sayısı 20 bin azaldı”
Fahiş fiyatlar, artan maliyetler velileri zor karar almaya iterken, Türkiye Özel Okullar Derneği Başkanı Zafer Öztürk, enflasyon nedeniyle ülke genelindeki özel okul sayının 12 binden 11 bine düştüğünü söyledi. Ekonomik nedenlerle ortalama bin okulun kapandığını dile getiren Öztürk, bunun temel nedeninin dönüşümle birlikte dershane benzeri yapılarda öğrenci sayılarının azalması, pandemi ve artan maliyetleri gösterdi. Özel okullarda istihdam edilen öğretmen sayısının 170 binden 150 bine düştüğünü dile getirdi.
Ücreti 1 milyon TL’ye dayanan özel okul sayının 10 civarında olduğunu vurgulayan Öztürk, bu ücretlerin çok pahalı olduğunu kabul etti. Öztürk, bunun yanlış olduğunu belirtti. Her okulun birliğe üye olmadığını ve bazı ilkelere önem verdiklerini dile getiren Öztürk, ancak yaptırım hakları olmadığı için bu kurumlara uyarıda bulunabildiklerini söyledi. Öztürk, yapabilecekleri tek işlemin, ilgili kurumu derneğin üyesi olmaktan çıkarmak olduğunu savundu.
“Üzerimizde Bakanlık baskısı var”
Bakanlığın, özel okulların kendi öğrencilerine ücretsiz kurs eğitimi vermesine müsaade etmediğini dile getiren Öztürk, “Bakanlık da özel okullar üzerine sürekli birtakım zapturapt altına alıp yönetmeliklerle bir düzen sağlamaya çalışıyor” diye konuştu. Öztürk, bazı okullarda uygulanan uluslararası programlar için açılacak sınıf ve ders sayısına kısıtlama geldiğini belirtti. Bakanlığın kanunlarla tanınan ücret artışı oranına müdahale ettiğini belirten Öztürk, yüksek enflasyona rağmen okul ücretlerindeki artışın yüzde 54’te kaldığını söyledi.
Velilerin devlet okullardan alamadığı eğitim nedeniyle özel okula yöneldiğini vurgulayan Öztürk, “Kendilerine dayatılan bir eğitim anlayışından biraz daha özgür bir anlayışa gidebilmek, biraz daha güvenli bir ortamda, sosyal olanaklarla daha kaliteli eğitim alabilmek için gidiyorlar. Devlet okulları eskisi gibi değil” dedi. Özel okulların maliyeti nedeniyle son yıllarda özellikle büyük şehirlerde devlet okullarında yığılma olduğunu anlatan Öztürk şöyle konuştu:
“Florya, Kadıköy gibi semtlerde korunaklı devlet okulları var. Veliler özellikle buraya yöneliyor. 30 kişilik sınıflar dahi 50’ye çıktı. Fakat devlet, uzun zamandır yeni okul yatırımı yapamıyor. Dolayısıyla insanlar sadece özel okul ücretleri nedeniyle değil, ekonomik imkanlar, mutfaktaki ateş gibi nedenlerle buralara gidiyor.”
“Türkiye genelinde devlete geçiş yüzde 15’den fazla”
Çok pahalı okulların kontenjanlarında azalma olmadığını anlatan Öztürk, şöyle devam etti:
“Kaliteli özel okullarda bile yüzde 5 ile yüzde 15 arasında kontenjan açığı var. Bin 500 üyesi olan Türkiye Özel Okulları Birliği bünyesinde değerlendirdiği yüzde 5 ile 15 arasında bir geçiş olduğunu söylemek mümkün. Türkiye genelinde bu oran daha fazla.”
Yardımcı kaynak kitapları çok yüksek fiyatlara satan özel okulların olduğunu anlatan Öztürk, bunu yapan okulları desteklemediğini dile getirdi. Bu kitapların, dijital yayınların 25 bin TL arasında olması gerektiğini ancak 60 bin TL’ye çıktığını söyledi. Öztürk, özellikle Bakanlığın bu konuda denetim yapması gerektiğini vurguladı. Özel okullardaki kitap ücretleri ve kaynakları için 35 bin TL istenmesinin ardından yabancı dil kaynakları ve yabancı öğretmenlere ödenen ücretleri gerekçe gösterdi.
“Özel okullar velilerin alamayacağı kitapları bastırıyor”
Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk, “Devletten beklediği fiyat artışını alamayan özel okullar, yayıncının ve kitapçının elde edemeyeceği kârları katlayarak kitaplara fiyat koyuyor. Bizden 10 birime alınan şeyi 40 birime sattıklarını görüyoruz” dedi.
Yayıncıların kendi kitap ücretlerinin çok pahalı olmadığını savunan Kocatürk, maliyetlerin son 2 senede dolar bazında yüzde 85 arttığını ancak, kitap fiyatlarının yüzde 15 düştüğünü söyledi.
Bazı özel okulların kitaplarının piyasada olmadığını belirten Kocatürk, anlaştıkları yayıncılarla öğrencilerine özel, kendi logolarının olduğu yardımcı kaynak ürettiğini ifade etti. Bunların yayınevleri tarafından velilere verilmediğini dile getiren Kocatürk, ailelerin bunları almaya mecbur kaldığını vurguladı. Bu kaynaklar arasında ithal olanların da bulunduğunu anlatan Kocatürk, “Aralarına dijital içerikler, karma kitap listesi koyuyorlar. Bazıları velilerden 80 bin TL’ye kadar fahiş fiyatlar istiyor. Bazı büyük zincir okullar bunlar” diye konuştu.
“Devlet her okula büyük kütüphaneler kurmalı”
Bu kaynakların en fazla 30 bin TL olması gerektiğini anlatan Kocatürk, artan maliyetleri hatırlattı. Matbaaların kullandığı boyaların, malzemelerin kağıdın ithal edildiğini ifade eden Kocatürk, baskı sürecinden ciltlemeye kadar her şeyin fiyatının arttığını, bunun da giderlere yansıdığını söyledi. Kocatürk, çözüme yönelik şunları söyledi:
“Sosyal devlet olarak okullar ya ciddi kütüphaneler kuracak ya da sübvanse edilecek, desteklenecek yayın çalışması. Uzun vadeli ama kitap, kağıt endüstrisinin Türkiye’de kurulması gerekiyor.”
Tarikat ve cemaatler
“Cami ve mescit dışındaki”, tekke, zaviye ve türbeler 30 Kasım 1925’te kabul edilen 677 sayılı kanunla kapatıldı. Şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, halifelik, üfürükçülük gibi unvanlar kalktı. Bakanlar Kurulu’nun 2 Eylül 1925’teki talimatıyla 773 tekke ve 905 türbe kapandı. Daha sonra eğitim kurumu olarak Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) devredildi. Ancak yasağa rağmen, çok köklü geleneklere sahip olan tarikatlar ve dini cemaatler, yeraltına çekildi ve varlıklarını sürdürdü.
Uzmanlara göre Türkiye’de tarikat ve cemaatler günümüzde sadece dini açıdan değil, siyasi, ekonomik ve sosyal açılardan da önemli rol oynuyor. Özellikle AKP’nin iktidara geldiği 2002’den beri devlette bu yapılar ve bu yapılara mensup kişilere alan açıldı.
Tarikat ve cemaatlerle bağlantısı olan dernek ve vakıfların “kamu yararına çalıştığı” gerekçesiyle resmi kurumlarla projeler yürütmesi eleştiriliyor. Bu oluşumlarla protokol yapan ve projeler yürüten devlet kurumlarından biri MEB.
Özellikle 2017’de Karaman’daki çocuklara yönelik cinsel istismar davasında adı geçen Ensar Vakfı ile 5 yıl süreli imzalanan protokol gözleri MEB’e çevirdi. O dönemde protokol krizi yargıya gitti. Bakanlık daha sonra “sivil toplum örgütü” olarak nitelendirdiği başka yapılarla işbirliği yapmaya devam etti. Bu kapsamda bu dernek ve vakıfların sanatsal, sportif, sosyal, kültürel gelişimi desteklemeye yönelik etkinlikleri düzenleyebilmesinin önü açıldı. Eğitim, seminer, proje, gezi, kitap okuma, yarışma, kamp, yaz okulu gibi gibi faaliyetler onaylandı. Açılan kurslarda vakıf personeli olan eğiticilere görev verilmesi sağlandı.
“Değer eğitimi” adı altında işbirliği
İşbirliklerinin merkezini “Değerler eğitimi” oluşturdu. Bu konudaki çalışmaların başlangıcı 2010’da yayımlanan “ilk ders” başlıklı genelgeye dayanıyor. O dönem 18. Milli Eğitim Şurası’na ait kararlarda değerler eğitiminin, her kademede tüm dersler ve okul kültürü içerisinde yer verilmesi gereken bir konu olduğu belirtildi. Öğretmen, yönetici, öğrenci, aile ve çevrenin işbirliğinin sağlanması tavsiye edildi. Uygulamaya geçen bu değerler ise sevgi, sorumluluk, yardımlaşma, dayanışma, aile birliğine önem verme gibi kavramlarla gerçekleşti.
Nur Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen Hizmet Vakfı ve Hayrat Vakfı’yla 2014’te imzalanan işbirliği protokolleriyle değerler eğitimi uygulamalarında vakıf ve dernekler aktif rol aldı. Bu işbirliği “yetişen neslin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen bireyler olması” hedefiyle hayata geçti. Bu amaçla seminerler için hazırlanan kitapçıklarda “Peygamber sevgisi”, “Ramazan bayramı ve oruç” gibi içerler yer aldı. MEB’in yaptığı bu protokoller sonraki yıllarda yenilendi.
2014’teki 19. Milli Eğitim Şurası’nda, ilkokul dördüncü sınıftan itibaren okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin, ilkokul birinci, ikinci ve üçüncü sınıf ders programına eklenmesi önerildi.
İktidara yakın vakıflarla protokoller
Bakanlık 2015’te de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) ile üç yıllık protokol imzaladı. Bu işbirliği ile TÜRGEV yurtlarında kurslar açıldı. İktidara yakın Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) ile 2016’da ve 2020 yılında sosyal, kültürel, sportif faaliyetlerin yapılmasına yönelik protokol yapıldı. 2017’de İlim Yayma Cemiyeti ile benzer biçimde Nur Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen Siverek Öğrenci Derneği ile işbirlikleri için imzalar atıldı. Nakşibendi tarikatı İskenderpaşa Cemaati’ne yakın Server Yaşam Vakfı 2022’de Türkiye’deki tüm okullara düzenlenen ödüllü “Ufka Yolculuk Bilgi ve Kültür Yarışması”nın organizasyonu üstlendi.
Bu anlaşmaların birçoğu daha sonraki yıllarda il milli eğitim müdürlükleriyle yapılarak da devam etti. Örneğin İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü, yönetiminde Bilal Erdoğan’ın olduğu Okçular Vakfı ile protokol imzaladı. Konya’da müftülük ve il milli eğitim müdürlüğü Cihannüma Derneği ile işbirliği yaptı. Bu kapsamında “Kudüs Bilinci” konulu panel ve “Ecdat Yadigarı Kudüs” konulu seminer düzenlendi. Anadolu Gençlik Derneği (AGD), Eskişehir’de “Siyer-i Nebi” yarışması gerçekleştirdi. Türkiye’nin farklı kentlerinde il milli eğitim müdürlükleri Önder İmam Hatipliler Derneği ile protokollere imza attı.
Öte yandan bazı protokol ve işbirliklerin iptali için eğitim sendikaları dava açtı. Ancak yargı kararlarına rağmen Bakanlık bu kurumlarla ortaklık yapmaya devam etti.
Eğitim Vizyon Belgesi’nde “ahlaki değer” yer aldı
Bakanlığın özellikle 2018 yılında itibaren öğretim programlarının temel vurgusu “milli ve manevi değerleri kazandırmak” oldu. MEB’in 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi’nde “Milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi çocukların yaşantılarında inşa etmelerini sağlamayı bu yaklaşımımızın özü olarak değerlendiriyoruz” denildi. “Yeni bir okul” anlayışını sivil toplum örgütü (STK) gibi kurumlarla ortaya konmasının öncelikli olacağı belirtildi. Bu dönemde öğretmenlik alanlarına ilişkin değişikliğe giden MEB, ilahiyat mezunlarının ortaokul ve liselerde değerler eğitimi derslerine girmesinin önünü açtı.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile 2019’da protokol imzaladı. İşbirliği ile Diyanet’e bağlı personelin Bakanlığın yurtlarında, kamplarda, gençlik merkezlerinde Diyanet personelince manevi danışmanlık verilmesi sağlandı. Öğrencilerin din hizmeti, Kuran-ı Kerim, din ve değerler eğitimi almaları için kurs gibi etkinlikler düzenlendi.
ÇEDES ile imamlar okullara girdi
Tarikat ve cemaatlere yakın, iktidarla ilişkisi olan vakıf ve derneklerin eğitim alanındaki faaliyetleri sürerken üç kurum bir araya geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında “Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesi 2021 yılında pilot uygulamayla 48 il ve 181 okulda hayata geçti.
Projenin amacı “milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerleriyle yaşantısını inşa etmiş bireyler yetiştirmek”, “aklı-selim, kalbi-selim, zevki-selim” insan yetiştirmek olarak belirlendi. ÇEDES 2022’de 81 ilde 703 okulda, 2023’te ise tüm okullarda uygulandı. Hazırlık sürecinde bütün devlet okullarında değerler kulübü kuruldu, müftülük, milli eğitim müdürlükleri tanıtım yaptı. Ortak faaliyet planı oluşturuldu. İmzalanan ek protokolde proje, erken yaştaki ilkokul öğrencileri dahil tüm öğrencileri kapsayacak şekilde genişletildi.
Geçen sene 300 bin kişiye ulaşıldı
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2023 Faaliyet Raporu’na göre bu tarihte ÇEDES ile 300 bin kişiye ulaşıldı. Proje kapsamında “manevi danışman” olarak görevlendirilen imam, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kur’an kursu hocaları, okullarda öğrencilere “değerler eğitimi” veriyor, seminerler gerçekleştiriyor.
Türkiye’nin dört bir yanında ÇEDES kapsamında öğrenciler hem okullarda hem de okul dışı etkinliklerde din görevlileriyle bir araya geliyor. Camilere, il-ilçe müftülüklerine veya çeşitli derneklere ziyaretler düzenleniyor.
İmam anaokulunda derse girdi
ÇEDES’in gönüllülük esasına göre olduğu belirtilse de tüm okullardaki öğrencilere ulaşılıyor. Proje kapsamında yapılan faaliyetler de tartışmalara neden oluyor. ÇEDES adı altında gerçekleşen bazı etkinlikler şöyle:
Kocaeli bir anaokulunda derse cami imamı girdi. İmam, öğrencilere yardımseverlik ve merhametle ilgili hikâyeler anlattı.
Kars’taki bir okulda öğrencilere “sabır” konusunu anlatmak için mezar maketi kuruldu. Çocuklar yaşamını yitiren anneleri için ağıt yaktı.
İstanbul’da bir imam hatip lisesinde “Filistin’e destek” temasıyla tiyatro gösterisi düzenlendi. Beş öğrenci yere yatırılarak üzerleri beyaz kefenle örtüldü. Küçük kız çocuklarının başları kapatıldı, erkek öğrenciler asker kıyafeti giydi.
Isparta’da bir ortaokulda “kurban ibadetini” anlatmak hayvanın nasıl kesildiği gösterildi. Öğrencilere kurban pazarlığı yaptırıldı. Ardından maketten yapılan küçükbaş hayvanların kesilmesi gösterildi. Bu sırada eline gerçek bıçak verilen bir öğrenci hayvanı kesiyormuş gibi yaptı. Diğer öğrenciler dua okudu.
Yozgat’taki bir imam hatip ortaokulunda yapılan etkinlikte boyunlarına Filistin ve Türk bayraklı atkılar takan öğrenciler, elleri kelepçeli gibi yaparak kameraya bakıp bu konuda yaşanan bir olayı canlandırdı.
Diyanet ilkokul öğrencilerine değerler eğitimi verecek
ÇEDES tartışılırken, Diyanet İşleri Başkanlığı ocak ayında ilkokul üç ve dördüncü sınıf öğrencilerine yönelik, “Genç Gönüller, Çocuk Gönüllerle Buluşuyor Projesi”ni başlattı. Proje kapsamında Diyanet, ilkokul öğrencilerine camilerde manevi danışmanlar ve din görevlileri eşliğinde değerler eğitimi verecek. Ayrıca lise ve üniversite öğrencileri arasından seçilecek “Diyanet Genç Gönüllüleri” ilkokul öğrencilerine rehberlik edecek.
İçerikler pedagojik ölçütlere uygun değil
Eğitimde tarikat ve cemaat bağlantılı yapılarla gerçekleştirilen ortak projelerle öğrencilerin “dini sohbete” davet edildikleri de gündeme geldi. Çocukların ders saatinde camilere götürülmesi gibi uygulamalar eleştirilere neden oldu. Bazı öğretmenler okulda yapılan “okuma grubu” çalışmasında dini içerikli sohbetlere yer verildiğini belirtiyor. Etkinliklere katılımda gönüllülük esasının uygulamada geçerli olmadığını ifade ediyorlar. Eğitimcilere göre yapılan etkinliklerde içeriklerin birçoğu pedagojik ölçütlere uygun olmayan söylemler içeriyor.
MEB 2 bin 709 protokole imza attı
Eğitimde yaşananlara yönelik tepkilere rağmen Bakanlık kurumlarla yapılan tüm protokolleri açıklamıyor. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin 17 Aralık 2023’te Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2023 yılı itibarıyla 2 bin 709 protokolü olduğunu söyledi.
Tarikat ve cemaat bağlantılı kurumlarla protokol yapmaya devam edeceklerini söyleyen Tekin, “Sizin ‘tarikat’, ‘cemaat’ dediğiniz, bizim ‘STK’ (sivil toplum kuruluşu) dediğimiz yapılarla toplasanız 10 protokolümüz vardır. Ben, bu protokollerle bize destek olanlara da teşekkür ediyorum. Onlarla protokol yapmaya da devam edeceğiz” dedi.
Bu açıklama toplumda tepkiye neden oldu. Eğitim sendikaları, uzmanlar, bazı sivil toplum örgütleri Bakan Tekin’in sözlerini eleştirdi. Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) , “Cemaat ve tarikatlara eğitim sisteminde yer olmaması gerekir” açıklamasını yaptı.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), İstanbul ve İzmir Barosu, Eğitim-İş “Anayasa ve laik devlet ilkesinin ihlali” gerekçesiyle Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin hakkında suç duyurusunda bulundu. Ancak geri adım atılmadı.
“Türbanlıyım tarikatların okulda işi yok”
Yeni eğitim dönemi başlarken protokoller uygulanmaya devam edecek. Veliler ise tepkili. Bursa biri ilkokula diğeri lisede iki çocuk sahibi olan ve adının açıklanmasını istemeyen bir veli dini yapıların okullarda faaliyete göstermesine karşı çıktı. Din eğitiminin evde aileler tarafından veya ders olarak isteyen öğrencilere öğretmenler tarafından verilmesi gerektiğini söyledi. 20 sene önce eğitimin bu durumda olmadığını vurgulayan veli şöyle konuştu:
“Ben türban takan biriyim. Çocuklarıma kendim din eğitimi veriyorum. İsteyen veli de yazın kursa gönderebilir, kendi verebilir. Okulda yabancı dil iptal edilip din dersi veriyorlar. Bu yanlış. Çocuğum imam hatibe değil, Anadolu lisesine gidiyor.”
Tarikat ve cemaatlerine mensup kişilerin okullara girebildiği ve eğitim verdiği yönündeki bilgilerden dolayı endişeli olan veli, “Eğitim öğretmenin işi, tarikat ve cemaatlerin çocukla işi yok, Yetişkinler dışarıda istediğini yapsın. Bu yüzden karşıyım” dedi.
“Okul öncesinde MEB’in yetersizliğini tarikatlar dolduruyor”
Eğitimde tarikatların etkisi üzerine araştırmalarıyla bilinen Prof. Dr. Esergül Balcı, kendilerine STK görüntüsü veren tarikat ve cemaatlerin okullarda cirit attığını dile getirdi. Prof. Balcı, “Sözü edilen cemaatler, eğitimin içinde yer alarak eğitim politikalarını da etkileme yoluna giriyor, kendi istedikleri nitelikte, kendilerine bağlı insan yetiştirilmesi için çaba gösteriyor” diye konuştu. MEB’in okul öncesi eğitim konusundaki yetersizliğini tarikatların doldurduğunu savundu. Protokollerle laik eğitimden uzaklaşıldığını anlatan Prof. Balcı, ‘‘dindar ve kindar nesil yetiştirme’’ söylemine adım adım yaklaşıldığını söyledi. Anayasa ve yasalara aykırı hareket edildiğini, suç işlendiğini vurguladı.
ÇEDES’e değinen Prof. Balcı şöyle konuştu:
“Bu proje, özellikle AKP’nin zayıf olduğu İzmir, Eskişehir gibi illerden başlatıldı. Hedef ‘çocuk yaşken eğilir’ atasözünden yola çıkılarak, çocukları ve onlarla birlikte ailelerini etkileyip kendi taraflarına çekmek. Bu proje kapsamında, sınıflara din görevlileri giriyor, istedikleri gibi hareket ediyorlar. Hatta öğretmeni sınıfından çıkarmaya çalışıyorlar. Öğretmenin sınıf özgürlüğü ve özerkliği kalmadı.”
“Aileler fişleniyor”
Etkinliklere katılmayan çocukların ailelerinin fişlendiğini dile getiren Prof. Dr. Balcı, Bakanlığın yaptığı her program değişikliğinde, laik eğitimden parça parça uzaklaştığını belirtti. Prof. Dr. Balcı, “Bu programlarda dini referanslar kullanılmış, pek çok dini siyasi telkinleri içeren bölümler, fotoğraflar, subliminal dini öğeleri içeren değişiklikler yer aldı. Küreselleşmeye yönelme, millilikten uzaklaşma dikkati çekiyor” dedi.
Dinselleştirme projesinin daha çok “değerler eğitimi” adı altında verildiğini savunan Prof. Dr. Balcı sözlerine şöyle devam etti:
“Türkiye’de 58 proje ve 118 program okulu ile toplam 177 imam hatip okulundaki eğitimlerinin sonucunda 18 binden fazla öğrencinin eğitim gördüğü imam hatip okullarında, hafız sayısı 10 bini aşmış durumda.”
“Türkiye bu eğitimle uçurumun eşiğinde”
Prof. Dr. Balcı, 4+4+4 şeklinde 12 yıla çıkarılan kesintili eğitim ile 4. sınıfı bitiren çocukların eğitimlerine bir yıl ara verip ortaokuldan önce “hafızlık eğitimi” aldığını hatırlattı. Prof. Dr. Balcı şu uyarıda bulundu:
“Kapalı dini yapılara sağlanan eğitim imtiyazları, yakın gelecekte milli güvenliğimizi tehdit edecek faaliyetler olarak karşımıza çıkacak. Artık Tevhid-i Tedrisat yani eğitimde birlik yerine dini eğitim yolu açıldı. Türkiye bu eğitimle uçurumun eşiğinde.”
“Öğrenci dışarı çıkarılıyor eğitici okula giriyor”
ÇEDES’e yönelik eleştirileri nedeniyle görev yeri değişen Tüm Öğretmenler Birliği Sendikası Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Serkan Bebek de tepkili.
Bebek, tarikat ve cemaatlerin resmi olarak tanınmadığı için bu yapıların yuvalandığı vakıf derneklerle protokol ve işbirliği yapıldığını anlattı. Bu durumu “Hülle yöntemi” olarak niteledi. Bebek, bu ortaklıkla yardımlaşma, sevgi, hoşgörü gibi evrensel kavramların dini değerler üzerinden öğrencilere aktarılmaya çalışıldığını savundu. Bakanlığın eskiden yaptığı protokol ve işbirliklerini başlangıç ve bitiş tarihi belli olacak şekilde yaptığını dile getirdi. Ancak bu durumun günümüzde değiştiğini söyledi. Eğitimci, son dönemde yapılan anlaşmalarla öğrencilerin “sosyal faaliyet” adı altında okul dışına çıkarıldığını, eğiticilerin, vakıf ve dernek personelinin de okula girebildiğini vurguladı.
ÇEDES ile din adamlarının, vaizlerin okullarda görevlendirildiğini anlatan Bebek, bunun “milli kültür”, “milli ahlak” adı altında yapıldığı belirtti. Bu kapsamda projelerde Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın faal olmadığını ama Diyanet’in aktif çalışmalar yaptığını ifade etti.
“Diyanet üzerinden çocukları camiye, mezarlığa götürüyorlar. Etkinlikleri kız ve erkek olarak ayrı şekilde düzenliyorlar” diyen Bebek, çocuklar için pedagojik ve psikolojik açıdan zararlı olacak etkinlikler yapıldığını savundu.
“İktidar çocukları istismar ediyor”
İktidarı eleştiren Bebek, “Kendi siyasal, ideolojik görüşleri üzerinden çocuklar istismar ediliyor. Örneğin Filistin olayı” diye konuştu. Protokol ve işbirliği yapılan vakıf ve derneklerinin büyük bölümünün iktidara yakın olduğunun altını çizdi. Bebek, Atatürk Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi kurumlarla protokol yapılmadığını dile getirdi.
Bebek, ÇEDES ile TÜGVA tarafından düzenlenen ödüllü yarışma düzenlendiği söyledi. Yarışma broşürlerinin okullar üzerinden tüm öğrencilere dağıldığını, bu şekilde çocuklara ve ailelere ulaştıklarını anlattı. Bebek, “Bu yolla gönüllü katılımını kırıyorlar” dedi.
“Baba ve oğulları” adı altında yapılan etkinlikler aracılığı ile velilere ulaşıldığını dile getiren Bebek, “Fethullah Gülen olayında olduğu gibi bir durum var. Velilerin numaraları istiyorlar. Aynı zamanda ev ziyaretleri var. Burada da aslında bir fişleme var. Kime namaz kılıyor? Hangi kanalı izliyor?” diye konuştu.
Eğitimci, 15 Temmuz’dan sonra halkın bu yapılara karşı tavrında olumsuzluk olduğu ancak bu yolla ve projeyle FETÖ’nün yerini tarikat ve cemaatlerin doldurmaya çalıştığını iddia etti. Diyanet’in yer almasıyla çocukların bu yapılara daha kolay götürüldüğünü söyledi. Bebek, “Örneğin bir öğretmen sınıfta anlattığından sorumlu. Ama orada ne anlatıyorlar, nasıl bir denetim var? Defter varsa ne yazıyor? Şimdi sınıf defteri yok. Ne yazdı anlatılıyor. Orada da kontrolsüz bir durum var” dedi.
Anayasada yer alan laiklik ilkesi gereği yapılan protokollerin iptal edilmesi gerçeğini savunan Bebek, “Kamusal, bilimsel, demokratik, laik eğitim üzerinden bir eğitim programı yapılmalı” diye devam etti.
Erken yaşta uzman olmayan kişilerce verilen eğitim yanlış
Çocuk gelişimi alanında çalışan Klinik psikolog, pedagog Dr. Özlem Özden Tunca’ya göre de bazı eğitim ve etkinler öğrencileri olumsuz etkiliyor.
Dr. Tunca, erken yaşta pedagojik eğitimi olmayan kişiler tarafından verilen cezaların ve din eğitiminin çocuklarda anksiyete, korku, takıntı, disleksiye yol açabildiğini belirtti.
Dr. Tunca, değerler eğitiminde çocuklara sevap işlemenin, günahtan kaçınmanın, dini kurallara uymanın yer aldığını belirtti. Bu yaklaşımın, çocuklarda suçluluk duygusu ve kaygı yaratabileceğini ifade etti. Bu eğitim verenler arasında pedagojik formasyonu olmayan ve çocuğa hangi yaşta neyin nasıl öğretileceğini bilmeyen kişiler bulunduğunu söyledi.
“Çocuk anaokulu, ilkokul çağında kavramı anlamaz”
Dr. Tunca, değerler eğitiminin farklı dersler arasında serpiştirildiğini belirtti. Bu konuda pedagojik bilimler, eğitimde program geliştirme gibi alanlardan yeterli düzeyde bilimsel destek alınmadığını vurguladı. Ayrıca, pilot uygulama yapılmadan hayata geçirilecek yeni müfredatın öğrenciler üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceğini ifade etti. Dr. Tunca, çocuklarda muhakeme ve soyut zekâ gerektiren kavramların, iyi-kötü, doğru-yanlış, günah-sevap, ahlaklı-ahlaksız, erdemli-erdemsiz gibi içeriklerin en erken 12-13 yaşlarında anlaşılabileceğini belirtti. Bu yaş grubunun öncesinde, okul öncesi, ilkokul ve ortaokul çağındaki çocuklara soyut kavramları içeren din bilgileri verilmesinin başarısızlığa yol açacağını savundu. Dr. Özden şöyle konuştu:
“Başarısızlık bir yana, çocuğun kafası karışır ve bu karışıklık beraberinde bazı korkular, kaygılar ve sosyal becerilerin gelişiminde engeller ortaya çıkar. Psikopedagojik ve psikiyatrik açıdan bakıldığında, son yıllarda özellikle ilkokul ve ortaokul çocuklarında sıkça karşılaştığımız sorunlar arasında anksiyete bozuklukları, fobiler, obsesif kompulsif bozukluklar ve gece korkuları, alt ıslatma, yeme ve uyku bozuklukları gibi problemler bulunmakta.”
Din eğitimi verilmesi isteniyorsa, Dr. Tunca’ya göre çocukların imam hatip liselerinde veya ilahiyat fakültelerinde eğitim almaları sağlanabilir.
Okulların “dezavantajlı” çocukları
Eğitim alanında çalışan sivil toplum raporlarına göre en az 442 bin çocuk okulda değil… Sendikalara göre ise bu rakam 1 milyonu aşıyor. Türkiye’de sadece yoksulluk çocukları eğitimden koparmıyor, sınıfta dışlanan, öğretmen tarafından yetenekleri keşfedilmeyen, ihtiyacı olan imkanlara ulaşamayan öğrenciler de okul dışına itiliyor. Çocukları kırılganlaştıran durumlar çocuk yaşta evlilik, şiddet, istismar, ev içi bakım yükü gibi riskleri artırıyor. Bazıları ise zorluklar arasında “dezavantajlı” duruma düşerek, fırsat eşitsizliği içinde eğitime devam etmeye çalışıyor. Bunlardan bazıları engelli, otizmli veya üstün yetenekli ve zekalı çocuklar…
Türkiye’de özel eğitime ihtiyacı olan dezavantajlı öğrenciler, yetersizliği olmayan akranlarıyla aynı okulda kaynaştırma ve bütünleştirme yoluyla eğitimlerini sürdürüyor. Ayrıca bu çocuklara yönelik özel eğitim okulları ve sınıfları var. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Faaliyet Raporu’na göre örgün eğitim çağında 625 bin 56 özel eğitim ihtiyacı olan öğrenci var. Bunların 359 bin 710’u kaynaştırma ve bütünleştirme yoluyla eğitim alıyor. 86 bin 509 öğrenci özel eğitim sınıflarında eğitim görüyor. Raporda arada kalan 178 bin 837 öğrenciye dair bilgi yer almıyor.
Kaynaştırma ve bütünleştirme uygulamaları yoluyla eğitim gören dezavantajlı öğrencilerin en fazla olduğu kademe ortaokul, en az okul öncesi. Bu çocuklara arasında zihinsel, bedensel, görme engelliler de var. Üstün yetenek ve zekalıların eğitim aldığı Bilim ve Sanat Merkezleri’nde ( BİLSEM) eğitim alan 104 bin 636 çocuk var. Bu öğrencilerin alanlara göre dağılımları genel zihinsel yetenek 88 bin 362, görsel sanatlar 8 bin 877 ve müzik 7 bin 185. Okul sayısı ise 394. Bu merkezlerde 4 bin 297 öğretmen çalışıyor.
Bakanlığın verilerine göre bu alanda eğitim alan dezavantajlı öğrenci sayısı ile kurum sayısı arttı. Örneğin 2019’da bin 736 olan okul ve kurum sayısı 2023’te 2 bin 518’e çıktı. Ancak uzmanlara göre bu yetersiz. Eğitimciler nitelikli ve kapsayıcı eğitim verilmediğini söylüyor. Okul öncesinde sadece 7 bin 950 çocuğun olmaması gerektiğini belirtiyorlar, bütün kademeler için eğitimin önemine değiniyorlar.
Resmi verilere göre en fazla öğretmen 9 bin 572 ile ortaöğretim kademesinde, en düşük ise 51 öğretmenle Araştırma Geliştirme Eğitim ve Uygulama Merkezi (ARGEM) bünyesinde bulunuyor. ARGEM ortaokulu ve lisesi 2017-2018 eğitim-öğretim yılında İstanbul’da faaliyete başladı. ARGEM özel yetenekli öğrenciler için açılmış ilk resmî ayrı okul. Bu okul yalnızca özel yetenekli öğrencilere hizmet veriyor. Öğrencilerin tamamı okulda yatılı. Okulun öğrenci seçimi BİLSEM’lerden yapılıyor. BİLSEM’lerde belli bir zekâ düzeyine sahip olan veya BİLSEM öğretmenler kurulunca önerilenler okulun öğrenci seçme sürecine dahil oluyor. Okul, orta ve lise kısımlarından oluştuğu için dördüncü ve sekizinci sınıftaki öğrenciler aday gösterilmiyor. Bu kurumda ayrı ve özel bir eğitim uygulanıyor. Ancak uzmanlar bu merkezlerin sayısını da içeriğini de yeterli bulmuyor.
Özel eğitim okulunun türlerine ve kademesine göre dersler, özel eğitim öğretmenleri veya bu öğretmenlerin rehberliğinde alan öğretmenleriyle birlikte okutuluyor. Buralarda özel eğitim, ilköğretim veya ortaöğretim programları uygulanıyor. Takip edilen programlar esas alınarak öğrencilerin eğitim performansı ve ihtiyaçları doğrultusunda Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı (BEP) hazırlanıyor. Kaynaştırma ve bütünleştirme yoluyla eğitimine ek olarak 2023 yılında 282 özel eğitim okulu açıldı.
Özel eğitim hizmetleri eğitim kademesine ve eğitim türüne göre farklılıklar gösteriyor. Özel eğitim hizmetleri erken çocukluk, okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim kademelerinde belirli sistemle yürüyor. Ayrıca eğitim türü açısından örgün eğitim, yaygın eğitim, tamamlayıcı eğitim, evde eğitim, hastanede eğitim ve aile eğitimi alanlarında da özel eğitim hizmetleri var.
Tablodaki 5’teki verilere göre, ilkokul çağındaki öğrencilere eğitim verenlerden en yüksek orana sahip olan orta ağır düzeyde zihinsel yetersizliği olan veya otizmi olanların eğitim gördüğü birinci kademe özel eğitim uygulama okulları. En az orana sahip olan ise bedensel yetersizliği olan öğrencilerin öğrenim gördüğü ilkokullar.
Ortaokul çağındaki öğrenciler için en çok orta ağır düzeyde zihinsel yetersizliği olan veya otizmi olan öğrencilerin eğitim gördüğü özel eğitim uygulama okulları açıldı. En az bedensel yetersizliği olan öğrencilerin öğrenim görmekte olduğu ortaokullar.
Uzmanlara göre okul sayısı az, öğretmen eğitimi yetersiz
Bakanlık özellikle son beş yılda okul ve öğrenci sayılarında artış olduğunu belirtse de uzmanlar bu rakamların yetersiz olduğunu söylüyor. Eğitimcilere göre, engelli kız çocuklar hem toplumsal cinsiyet hem de engelliliğe dair farklı ayrımcılıklara maruz kalıyor. Bu grupta eğitim alanların sayısı erkek öğrencilere göre daha az. Öğrenciler şiddetle karşılaşıyor. Öğretmenler yeterli donanıma sahip değil. Okullarda ekip yok. Ailelerin bilinç düzeyi düşük. Üstün zekalı öğrenciler yoksulluk içinde kayboluyor.
Zor şartlarda eğitim alanlardan biri Ağrı’da yaşıyor. Memur olduğu için adının yazılmasını istemeyen konuştuğumuz velinin çocuğuna “serebral palsi” tanısı konuldu. Yani beyinde oluşan bir hasar nedeniyle, çocuk belirli kaslarını kullanmakta güçlük çekiyor. Şu an lise çağında çocuğunun eğitimi için mücadele veren baba zor günler geçirdi. Hareket edemeyen 16 yaşındaki çocuk, ailesine bağımlı olarak yaşıyor. Konuştuğumuz baba, engelli çocuk ve bireyler için imkanların yetersizliğinin annelerin hayatlarının da “yaşam alanı olmadan” geçirmelerine neden olduğunu söyledi. Veli, Türkiye’de yaşamanın zor olduğunu, çocuğuna zarar gelmesin diye bir an yanlarından ayrılmadığını anlattı.
“Kaç okul, donanımlı eğitici, araç-gereç var?”
Babaya göre engelli çocuklar için eğitim de yetersiz ve nitelikli değil. Onlar için yeterli ekipman yok. Örneğin çocukların fizik tedavi, psikomotor hareketlerini geliştirecek zihinsel sürecine katkıda bulunacak yeterli araç gerece, ekipmana ulaşılamıyor. Öğrenciye evde eğitim veren öğretmenler yeterli donanıma sahip değil. Türkiye’de özel eğitim kurumlarının ticari merkeze döndüğünü vurgulayan baba, devlet kurumlarının da yetersiz olduğunu anlattı, “Kaç okulda özel eğitim öğretmeni var? Kaç okulda özel eğitim sınıfları var? Veya kaç okulda özel eğitimle yönelik ekipman var, araç gereği var?” diye sordu.
Toplumda engellilere “acıyarak” bakma eğilimi olduğunu dile getiren baba, “Anne babayı motive edecek yaklaşımlar yok. Mesela yaşadığınız şehirde engellinin rahat gidip gelebileceği yerler yok, anne babanın çocuğunu rahat götürüp getirebileceği fiziki şartlar uygun değil. Çocuğunuzla bir çarşıya çıktığınızda, kaldırım olayından tutun, şehir içinde gezme olsun çok kötü” dedi.
“Okulda asansör çalışmıyor”
Eğitim kurumlarına değinen baba, birçok okulda asansörlerin çalışmadığını söyledi, “Fiziksel engelli bir öğrenci üst kata nasıl çıkacak?” diye sordu. Velilere yönelik belli zamanlarda psikoterapilerin yapılması gerektiğini vurgulayan baba, sözlerine şöyle devam etti:
“Okulda diğer öğrencilerin engellilere bakış açısı üzerinden onlara da bir eğitim verilmesi lazım. Bir engelli bireye nasıl bakılabilir? Nasıl bir iletişim kurulabilir? Acaba acınarak mı yoksa gerçekten onu sosyal hayata katarak, hissettirmeyecek mi?”
Çocukta kendi engellinin ön planda olmasını hissetmesinin önemli olduğunu savunan baba, öğrencilerin sosyal hayata katılması gerektiğini dile getirdi. Öğretmenlerin özverili olduğunu ancak bunun yetmediğini ifade eden baba, bu konudaki eğitimlerin artması gerektiğini de söyledi.
“Kışın çocuk içeride, herhangi bir sosyal hayat yok”
Baba, “Kış olunca çocuk dışarı çıkamıyor. Anne içeride, çocuk içeride, herhangi bir sosyal hayat yok. Dışarıda engelliler oturacakları, sosyal aktivite yapacakları için alan yok” dedi.
Evde bakım ücretinin asgari ücret arttığı için kesildiğini vurgulayan baba, aylık alabilmek için hane içinde kişi başına düşen gelirin asgari ücretin üçte ikisi olması şartına değindi. Hayat pahalılığına vurgu yapan baba gideri karşılamakta zorlandıklarını belirtti.
Türkiye üstün zekalılar çocukları kaybediyor
Türkiye’de sadece engelliler için zor değil, üstün yetenekli ve zekalı çocuklar için de zor ülke. Tanı koymak için emek harcayan, öğretmenin “ilgisizliği” sonucu doktora gitmeye karar veren ve tespit yapılan çocuğun hikayesi de oldukça çarpıcı…
Zihinsel gelişimleri, IQ score olarak yaşıtlarının ilerisinde olan gruba “üstün zekalı” deniliyor. Üstün potansiyelli ve zekalı, özel yetenekli çocukların uzmanlarca ve standardize edilmiş geçerli ve güvenilir testlerle tanısı konuluyor. Bu uzmanlar psikologlar, psikiyatristler, psikolojik danışmanlar, ruh sağlığı çalışanları olabilir. Dünyada ve Türkiye’de nüfus dağılımında oranı yaklaşık yüzde 2,4. Türkiye’de Bakanlık bunlara “özel yetenekli çocuk” diyor. Resmî değerlendirmeler ve tanılama daha çok zeka testleriyle BİLSEM aracılığıyla yapılıyor. Bu çocuklar dördüncü sınıfa kadar sınavlara katılabiliyor.
“Test dışında becerilerine de bakılmalı”
Uzmanların verdiği bilgilere göre bu çocukların bilişsel, duygusal, fiziksel gelişimleri daha ileride. Örneğin kapasiteleri diğerlerinden farklı, eş zamansız gelişimleri var. Ülkemizdeki sınavlar bu çocuklara ulaşmak için çok önemli ama yetersiz. Çünkü daha çok test düzeyinde kalıyor. Bu çocukların girdikleri sınavda o an hastalandıysa, ruh hali kaygılıysa, fiziksel durumu iyi değilse, sınavı yapan kişiyle iyi ilişki kurmadıysa ortam gibi faktörlerden etkileniyor. Ortam sıcaksa, koku varsa, karanlıksa, sınava çok defa girmişse de bu durum onlar için dezavantaj. Bu nedenle çok daha kapsamlı bir tanılama yapılması gerekiyor. Yani bu çocukların kişilik özellikleri, yaratıcılıkları, başka yetenek alanları hepsine bakılarak bir tanılama yapılması önemli. Değerlendirmede aile referansı dışında sadece test değil, aile, uzman, öğretmen görüşü de olmalı. Çocuğun şimdiye kadar yaptığı kişisel gelişimleriyle ilgili projeleri incelenmeli. Diğer arkadaşlarından onu ayıran özellikler analiz edilmeli. Sınıfta neler yaptığı gibi şeylerin hepsi çok önemli. Gelişmiş ülkelere bunlara bakılıyor. Bunlar olmadığında bu çocuklar toplumda kaybolup gidiyor. Türkiye’de de zorluk çeken binlerce çocuk var.
“Üstün yetenekli çocuğu öğretmen keşfedemedi”
Yedinci sınıfa giden ve iki yaşında üstün yetenekli çocuk sahibi olduğunu öğrenen, adının açıklanmasını istemeyen bir veli, tanılama sürecinde zorluk yaşayanlardan yalnızca biri. Çocuğunun İstanbul’da devlet okulunda birinci sınıfa başladığında öğretmenin kendisine “Kurallara uymuyor, uyumsuz, sınıfın sınırlarına uymuyor, direnç gösteriyor, düzen bozucu. Otur dediğinde yapmıyor. Hareketleri yaşına uygun değil, başka şeylerle ilgileniyor” dediğini aktardı.
Öğretmenin çocuğu yaramaz olarak gördüğünü belirten anne, benzer durumu anaokulunda da yaşadığını aktardı. Öğrencinin yeteneklerinin eğitimciler tarafından görülmediğini dile getirdi. Diğer öğrencilerin resim yaparken, oyun oynarken onun kütüphanede kitap okuduğunu anlatan anne, bu sürecin kendisi için de farklı olduğunu ifade etti. Çocuğu küçükken sahip olduğu özellikleri “hareketli” olarak algıladığını belirten anne, psikologa gitmesi ardından durumu öğrendi. Çocuğa istenilen testlerini yaptığını dile getiren anne, bu konuda bilgi sahibi olmak için araştırmalar ve okumalar yaptığını söyledi. Bir süre bu durumu çocuğun sınıfta yaftalanacağını düşündüğü için öğretmeniyle paylaşmadığını ifade etti. BİLSEM sınavlarına katılacağı zaman öğretmen bilgi verdiğini belirtti. Bu süreçte çok zorlandığını anlattı.
“Devlet okullarında yeterli imkan yok”
Öğretmenlerin bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığını savunan veli, pandemi sürecinin kendileri açısından iyi olduğunu söyledi. Ailesiyle vakit geçiren, dışlanmayan, çevrimiçi eğitim alan çocuğunun dersi dinlerken fark edilmeden rahatça hareket ettiğini anlattı. Okulda eğitime devam edilmesi ardından ellerinden geldiğince çocuğuna ihtiyacı olan içerikleri, etkinlikleri sağlamaya çalıştıklarını dile getirdi. Devlet okullarında üstün yetenekli çocuklar için yeterli imkan olmadığını vurgulayan anne, “Ben şu ana kadar geldiğimiz noktada ben kızım için yeterli eğitimi alabildiğini düşünmüyorum. İmkanlar olsaydı özel hocalar tutabilirdik” dedi. Çocuğun geleceği için kaygı duyduğunu ifade eden veli, “Elimden geldiğince bütün hayatı boyunca onu destekleyeceğim” diye konuştu.
Çocuğunun okulda şiddet gördüğünü düşünen aile
Özel eğitimde ailelerin yaşadıkları vahim tabloyu gözler önüne seriyor. İstanbul’da bir özel eğitim ve uygulama okulunda ikinci sınıfa giden giden bir öğrencinin yaşadıkları bunun bir örneği. Ev hanımı olan Tuba Karaçay adlı velinin verdiği bilgilere göre yaz okuluna giden otizm tanısı konan öğrenci, servisten inmesi ardından el işaretleriyle babasına ağzını gösterdi. Yüzünde şişkinlik vardı, babası tişörtünü kaldırdı. Vücudunda tırnak izleri, morluklar vardı. Bacağın da benzer biçimde morlukları gördü. Veli hemen öğretmeni aradı ve bu durumu sordu. Anne Karaçay’ın söylediğine göre öğretmenin kendilerine öğrencinin düşmesinden kaynaklanan eski yaralarından bahsetti. Tırnak izleri için bilmediğini dile getirdi. Velinin iddiasına göre öğretmen ailenin kendine göndermek istediği videoyu göndermek isterken öğretmen telefonu velinin yüzüne kapattı. Tekrar aramasına rağmen açmadı.
Okula gitmek istemeyen çocuğunun şiddet gördüğünü düşünen aile bu durumdan şüphelendi. Geceleri uyuyamadı. Çocuğunu doktora götürdü ve rapor aldı. Daha sonra okula giden veli müdürle görüştü ve onun da tepkisinin öğretmen gibi olduğunu dile getirdi. Müdürün kendilerini sakin kalmaları konusunda ikna etmeye çalıştığını vurgulayan anne Karaçay, müdüründe öğretmen gibi yaklaştığını savundu. Karaçay müdürün, “Bunlar eski izler, sizin yapmadığınız ne malum. Bildiğiniz yere gidin şikayet edin” ifadelerini kullandığını aktardı.
Görüşmenin ardından İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne giden aile öğretmeni ve müdürü şikayet etti. Ardından karakola giderek şikayette bulundu. Soruşturma açıldığını anlatan Karaçay, şu an kamera kayıtlarına bakıldığını dile getirdi. Veli çocuğunun daha önce karma eğitimin olduğu özel kreşe gittiğini belirtti. Olaydan sonra öğrenciyi başka okula kayıt ettiğini ifade eden veli, çocuğunun şu an mutlu biçimde eğitime gördüğünü anlattı.
“Okulda kamera istiyorum”
Anne Karaçay çocuklarının şiddet gördüğünü düşündüğü okula yönelik şöyle konuştu:
“Hiçbir eğitim vermediler. Uğraştıklarını ama yemek yemiyor diyerek ilgilenmediler. Her gittiğimde çocuk bir yerde hatta yerde oturuyordu. Sırasında oturmak istemediğini söylediler. Minder okula götürdük. Kendi kendine kitaplarla oynuyordu. Kırtasiye ürünlerini istediler. Sınıfta oyuncak yoktu.”
Öğretmenin çocukla ilgilenmediğini ifade eden veli, maddi imkanlarının yetersiz olduğu için özel okula veremedi, “Okullara karşı güvensizlik duygusu yaşadım. Mahkemeye de söyleyeceğim, sınıfat kamera istiyorum” dedi.
Üstün zekalı öğrencileri neler olumsuz etkiliyor?
Uzmanlar ailelerin yaşadıklarını doğrular nitelikte konuşuyor. Türkiyede üstün zekalı ve üstün yetenekli çocukların durumunu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Ayça Köksal anlattı. Köksal’ın verdiği bilgilere göre bu öğrenciler okullarda en fazla “farklaştırılmanın yapılmaması” ile ilgili zorluklar yaşıyor. Bunun anlamı var olan “zeka” yok gibi değerlendiriliyor, çok da fazla bir şey yapılması düşünülmüyor. Oysa Doç. Dr. Köksal unlar için gelişim hızlarına göre farklaştırılmış ve özel eğitim verilmesi gerektiğini söyledi. Örneğin kronik yaşı altı olan bir çocuk matematik dersindeki yeteneği sekiz-dokuz-10 yaş seviyesinde olabilir. Buna uygun müfredat olması gerekiyor. Bu olmadığı zaman okulda sıkılma, derslerde hareketlenme. Okulu bırakma veya istememe arkadaşlarını rahatsız etmek gibi dürtüsel davranışlar sergiliyorlar. Seviyelerine uygun eğitim aldıklarında yüksek olan merak duyguları daha gelişiyor. Sorunlar ortadan kalkıyor. Doç. Dr. Köksal keşfedilmemiş çocukların yaşadığı problemleri şöyle anlattı:
“Kendileri gibi tanılı veya hızlı gelişimi olan arkadaşları yoksa etraflarında diğer çocuklar yanında kendilerini garip hissediyor. ‘Onlar gibi düşünmüyorum, onların ilgi duyduğu şeylere ben ilgi duymuyorum’ şeklinde düşünüyorlar. Bu durum yalnız kalmalarına yol açıyor. Kendilerini izole ediyorlar. Sorun kendilerindeymiş gibi hissediyorlar.”
“5 yaşından önce test önermiyor”
Doç. Dr. Köksal, ailenin çocuk doğduktan sonraki süreçlerinde ilginç bir şeyle karşılaşırsa araştırma yaparak bilgi sahibi olması gerektiğini söyledi. Çocuğu takip etmesinin önemine vurgu yaptı. Doç. Dr. Köksal’ın aktardığına göre örneğin çocuk altı yaşında yapması gereken bir şeyi bir yaşında yapıyor olması bir ipucu. Erken konuşması, yürümesi, sayılarla daha ilgi duyması, erken gülümseme gibi… Ama her çocuk zeka testine girmek zorunda değil, psikolog, öğretmen gibi uzmanların yönlendirmesi de önemli. Beş yaşından öncesinde bir zeka testi yapılması çok uygun değil.
Yoksul ailede çocukların kaybolup gitmesinin daha kolay olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Köksal, “Aile çocuğun ihtiyaçlarının hepsine cevap vermeyebilir, bilgi sahibi olmayabilir, odak noktası geçim derdi olabilir” dedi.
“Çok kalabalık sınıf öğretmenin takibine engel oluyor”
Okulda sınıfların çok kalabalık olmasının öğretmenin çocuğu yakından takip etmesine engel olabileceğine vurgu yapan Doç. Dr. Köksal, şu örneği verdi:
“Örneğin sorunun cevabını biliyor ama parmak kaldırmıyor. Bu çocuklar arkadaşları lakap takar diye çekiniyor. Bu durumda öğretmen fark etmeyebilir. Öğretmen dikkat süresine, eleştirel ve yaratıcı düşünmesine, aklındaki fikirlere, ilgi duyduğu alanlara, üretmek istediği projelere bakması gerekiyor.”
Doç. Dr. Köksal normal ile üstün arasındaki bir grup olduğunu ve bunların parlak zeka düzeyinde olduğunu belirtti. Doç. Dr. Köksal, “Yani normalin üstündeki çocuklar. O gruptaki çocuklar çok çalışkandır. Öğretmenin sağ koludur, ne derse yapar, düzenlidir. Ve genelde zeki olarak sınıfladığımız gruptaki çocuklar onlardır. Ama üstün zekalı çocuklar bazen sabote eder. çok eleştirir, çok sorgular” diye konuştu.
Türkiye engelli çocukların okulu bırakmasında Avrupa birincisi
Engelliler Konfederasyonu Başkanı Mustafa Özsaygı da Bakanlığı eleştiren isimlerden. Velilerin yaşadıklarının arka planında olanları anlattı. Özsaygı, “Eğitime erişimde, engelli çocukların yanı sıra kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili farklı olan çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajlarını ortadan kaldıracak adımlar yıllardır atılmadı” diye konuştu.
“Özellikle öğrenme güçlüğü çeken engelli öğrencilerin eğitim hakkına büyük ölçüde ulaşamadığı bir eğitim öğretim dönemi daha başladı” diyen Özsaygı sorunların arttığını belirtti. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri içinde ilkokuldan sonra engellilerin okulu bırakma oranının yüzde 60 ile Türkiye’nin ilk sırada geldiğini ifade etti. Özsaygı, bunun nedenini, “Bugün de yaşamaya devam ettiğimiz sorunlar. Pandemi ve deprem döneminde yaşanan eğitimden uzaklaşma süreci engelliler için akranlarına göre daha fazla geride kalma durumu yarattı.. Bu durum engellilerin okulu bırakma ihtimallerini ve oranlarını artırdı” olarak açıkladı.
“Engellilerin hakkı ihlal ediliyor”
Kırtasiye ve okul gereçlerinin yıllık enflasyon oranının yüzde 130 olduğunu dile getiren Özsaygı, bu durumun engellilerin okullu bırakmalarında etkili olduğunu savundu. Anayasadaki “eğitim hakkının” kağıt üzerinde kaldığını ifade etti. Özsaygı, “Zihinsel, İşitme, görme, ortopedik ve öğrenme güçlüğü çeken diğer nöro-tipik engellilerin eğitim hakları sistematik bir şekilde ihlal ediliyor” dedi.
Özsaygı, Kamu kurumlarının engellilerin eğitim haklarını evrensel kurallarla yaşama geçirmediğini savundu, “Engellilerin eğitimiyle görevli Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün bütçesi Bakanlık bütçesinin yüzde 1 düzeyinde” dedi. Bu durumun Bakanlığın politikasını yansıttığını söyledi.
Milli Eğitim Bakanlığı ve bağlı okullarda engellilerin eğitimi için yeterli düzeyde bir bütçe, kadro, müfredat düzenlemesi yapılmadığını dile getiren Özsaygı şöyle konuştu:
“İlköğretim düzeyindeki okula giden öğrenciler içerisinde ‘özel eğitim’ kapsamındakilerin oranı yüzde 0,3 düzeyinde. Tüm zorluklara rağmen eğitim ortamlarına erişebilen engelli öğrencilerin büyük çoğunluğu ‘kapsayıcı eğitim’ kapsamında eğitim alıyor. Kapsayıcı eğitim içinde bile engelli öğrenciler sistematik bir ayrımcılığa maruz kalıyor.”
“1milyon öğretmenin sadece yüzde 1’i özel eğitim öğretmeni”
Özsaygı, 1 milyonu aşkın öğretmeni içerisinde özel eğitim öğretmenleri toplam eğitimcilerin sadece yüzde 1,4’ünü oluşturduğunu dile getirdi. Bu öğretmenlerin çoğunlukla yeterli “engelli hakları farkındalığı” ve “hak temelli bir yaklaşım” algısına sahip olmadığını vurguladı. Özsaygı, okulların sadece yüzde 2,4’nün “özel eğitim kurumu” olduğunu, dersliklerde ise bu oranın yüzde 1,4′ indiğini ifade eti.
“Okulların büyük çoğunluğunun servisleri, sıraları, merdivenleri, lavaboları, sınıfları, tahtaları, asansörleri, kantinleri, bahçeleri, spor alanları ve tüm fiziki yapıları engelliler için erişilebilir olmaktan uzak” diyen Özsaygı, ihtiyaçlara vurgu yaptı. Özellikle erişilebilir olmayan toplu taşım araçlarının evrensel normlara getirilmesi gerektiğini söyledi.
“Engelli çocuklar okula alınmak istenmiyor”
Hükümetin bu politikasının engellileri eve hapsetmenin ve engelli çocukların da okul hayatından uzaklaştırmak olduğunu dile getiren Özsaygı, şöyle dedi:
“Otizm spektrumu içinde olan, mental yetersizliği olan, öğrenme güçlüğü çeken ve down sendromlu çocuklar ile nadir hastalığı olan çocuklar ve aileleri akranlarına göre katbekat zorluklar yaşıyor. ‘Biz böyle çocukları alamıyoruz’, ‘şartlarımız uygun değil’, ‘diğer öğrenci velileri istemiyor’ kayıt döneminde öğrenme güçlüğü çeken çocukların ailelerinin sürekli duydukları sözlerdir.”
RAM’larda verilen özel eğitim raporlarının çok sorunlu olduğunun belirten Özsaygı, otizm spektrumu içinde olan ve öğrenme güçlüğü çeken öğrencilerin ders saatinin ayda 12 olduğunu anlattı. Özsaygı’nın çözüm önerileri özetle şöyle:
“Eğitim hizmetleri devlet tarafından parasız verilmeli. Pandemi ve deprem nedeniyle akranlarına geride kalanlar için önlem alınmalı. Eğitim için bütçe, kadro ve müfredat gelişimi sağlanmalı. Eğitim materyalleri erişilebilir özelliklerde hazırlanmalı. Braille alfabesi, işaret dili, beden dili ve alternatif iletişim biçimleri geliştirilerek engellilerin eğitimleri kolaylaştırılmalı. Ailelerinden uzak, adeta tecrit durumundaki körler ve sağırlar okulları kapsayıcı eğitim sisteminin içine alınmalı. Okul ve sınıf sayıları artırılmalı. Engelli öğretmenlerin erişilebilir okul, sınıf, laboratuvar gibi ortamlarda ve branşlarında çalışmaları sağlanmalı.”
Eğitimde otizmli çocuklar ne durumda?
Türkiye’de yaklaşık 2 milyon otizmli olduğu tahmin ediliyor. Sivil toplum kuruluşlarının verilerine göre eğitim çağında yaklaşık 700 bin otizmli çocuk var. Bu çocukların yalnızca 41 bini nitelikli eğitime erişebiliyor.
Yeni dönemde otizmli çocuk ve gençlerin eğitim ve yaşam koşulları bir kez daha gündeme gelirken, bu konuyu Türkiye Otizm Meclisi Sekretarya Sorumlusu aynı zamanda İstanbul Otizm Gönüllüleri Derneği Başkanı avukat ve aktivist Sedef Erken anlattı.
Erken, Millî Eğitim Bakanlığı’nın mevzuatının sahada karşılık bulmadığını vurguladı. Erken, öğrencilerin okul kapısından içeri girerken sorunların başladığını söyledi. Diğer velilerin çocuklarını otizmli olanlarla okutmak istememesi, bazı idarecilerin ilgisizliği, kimi öğretmenlerin ayrımcı yaklaşımı ve bu öğrencilere ders vermek istememesi gibi örnekleri anlattı.
Haklarını arayan bazı ailelerin problemli olarak görüldüğünü ve okuldan uzaklaştırılmaya çalışıldığını dile getiren Erken, “Bir öğretmen ya da okul müdürü, ‘Bizim okulumuzda çok öğrenci var, okulumuz bu çocukların yeri değil, onlar engelli okuluna gitmeli’ diyebiliyor. Şu mazeret, bu mazeret birçok şey sayabiliyorlar” dedi.
“Eğitim ticarete dönüştürülüyor”
Yüksek gelirli ailelerin çocuklarına iyi olanaklar sunulduğunu belirten Erken, son dönemde bazı kişilerin otizmli çocukların eğitimini sektör, velileri müşteri olarak gördüğünü ve bunu ticaret haline getirdiğini söyledi. Erken, “‘Şurada bir danışmanlık merkezi açayım, seansı bilmem kaç liradan bu insanlara hizmet vereyim. Güzel para var bu işte’ diyen bir kesim de var” dedi.
Bakanlığın mevzuatına değinen Erken, üst birimlerden yazılar göndererek sorunların çözülemeyeceğini dile getirdi. Özel eğitim sınıflarında, özel eğitim uygulama okullarında idarecilerin birçok problemle karşı karşıya olduğunu hatırlattı. Erken, gerekli materyali bulunmayan sınıflar olduğunu aktardı ve peyzaj mezunu ücretli öğretmen yerine daha fazla donanımlı öğretmenin atanması gerektiğini belirtti. Öte yandan Erken, yoksul ailelerin çocuklarına gerekli imkânları sağlayamadığını söyledi. Ayrıca Erken, okul ve kurumlardaki eğitimlerin de yetersiz olduğunu vurguladı.
Raporlar ne diyor?
Uzmanlar, öğrenme profili farklı olan veya özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklara farklılaştırma bakımından ayrılan alanın genişletilmesini istiyor. Yeni müfredattan bunu bekliyor.
Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Eğitim İzleme 2023 Raporu’nda bazı tespitler dikkat çekti. Çalışmaya göre uzaktan eğitim sürecinde dijital eğitim platformları özel eğitim desteğine ihtiyaç duyan çocukların gereksinimlerini karşılayamadı.
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği (ESHİD) kız çocuklarına karşı cinsel şiddet içerikli raporuna göre, engelli kadın ve kız çocuklarının karşılaştıkları hak ihlallerinin tespit edilmesinde engeller var. Engelli kız çocukları adete erişmeye çalışırken adli ve idari süreçlerde sorunlar yaşıyor.
Bakanlıklara ait resmî bazı veriler ve bilgiler
MEB, 9 Mart’ta deprem bölgesinde gönüllü özel eğitim öğretmenleri ve rehber öğretmenlerin görev yaptığı 32 adet özel eğitim destek çadırı kurdu. Psiko-destek programları uyguladı.
MEB’in eğitim raporunda özel eğitimde pansiyonların doluluk oranı 2023 için yüzde 20,49 oldu. Raporda “İşitme ve görme yetersizliği olan öğrencilerin kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla eğitim uygulamalarına yönlenmesi ayrıca engelli maaşı ve aile bakım ücretlerinin pansiyonlarda kalan öğrencilerden kesilmesi nedeniyle özel eğitim okul pansiyonlarının doluluk oranları düşüktür” ifadesine yer verildi.
Özel yetenekli bireylerin eğitiminde görev alan öğretmenlerin yeterliliklerinin artırılması amacıyla 16 üniversite ile işbirliği protokolleri imzalandı.
Bakanlık faaliyetler için genelge yayınladı
Bakanlık bünyesindeki il ve ilçeler düzeyinde özel eğitim hizmetleriyle birlikte rehberlik ve psikolojik danışma sunan RAM faaliyet gösteriyor. Bakanlık yeni eğitim öğretim yılına yönelik “yürütülecek faaliyetler” konulu genelge yayınladı. Buna göre, tam zamanlı kaynaştırma-bütünleştirme yoluyla eğitim alanlar okula uyum ve eğitime erişimde RAM ile işbirliği yapılacak.
Okullardaki mevcut özel eğitim sınıflarının hangi kademede olduğu incelenecek. Kayıtlı öğrencilerin yetersizlik türü (işitme yetersizliği, görme yetersizliği, bedensel yetersizlik, birden fazla yetersizlik, hafif zihinsel yetersizlik, hafif otizm spektrum bozukluğu, orta-ağır zihinsel yetersizlik, orta-ağır otizm spektrum bozukluğu gibi) değerlendirilecek. Sınıfların kapasitesine bakılacak. Öğrencilerin taşıma yoluyla eğitime erişimi ile yerleşim yerinde bulunan özel eğitim okullarının kapasiteleri bakılacak. Bu konularda gerekli planlamalar yapılacak.
Ayrıca evde veya hastanede eğitim alan öğrencilerin durumları, e-Okul sistemine işlenecek. Eğitimleri için gerekli planlamalar gerçekleştirilecek.
MESEM’in hayattan kopardığı çocuklar
Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) programı kapsamında çalışırken iş kazalarında hayatını kaybeden çocukların sayısı artıyor. İş Sağlığı ve Güvenliği Meclisi ( İSİG) verilerine göre 2023-2024 eğitim ve öğretim döneminde dokuz çocuk MESEM kapsamında çalıştırılırken yaşamını yitirdi.
Eğitimciler, MESEM’e yönelik eleştirilerde bulunuyor ve sistemin bazı sorunlarını işaret ediyor. Eğitimcilerin belirttiğine göre dört gün işyerinde çalışıp bir gün okula gitmek üzerine kurulu olan bu sistem, çocukların eğitim almadan diploma peşinde koşmalarına neden oluyor. Bir MESEM öğretmeni, “Bu çocuklar, ‘biz nasıl olsa okumadan, ders görmeden mezun olacağız’ düşüncesiyle geliyorlar” dedi. Ayrıca, eğitimciler verilen ücretlerin çocukları tehlikeli işlerde çalışmaya teşvik ettiğini ifade etti.
Eğitimciler, denetimlerin yetersiz, öğretmen sayısının az olduğunu ve idarecilerin çocukları MESEM’e yönlendirmek için gezilere çıktıklarını dile getiriyor. Ayrıca, bu merkezlerde devamsızlığın yaşandığını da vurgulayan eğitimciler, yoksulluğun çocukları bu tür eğitimlere yönlendirdiğini aktardı.
Hayatını kaybeden çocukların ailelerin tek talebi, sorumluların gereken cezaları alması. Çocuklarının hayallerinden ve yaşamlarından kopmuş olmalarından dolayı büyük acı çektiklerini belirten aileler, mevcut denetimlerin yetersiz olduğunu, başka çocukların da ölmesini istemediklerini söyledi.
Uzmanlar uyarılarda bulunurken, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri de çocuk işçiliğinin arttığını gösteriyor. 15-17 yaş arasındaki çocukların işgücüne katılma oranı, 2020’de yüzde 16,2 iken, 2023 yılına gelindiğinde yüzde 22,1 ile son 10 yılın zirvesine çıktı. İşgücüne katılma oranı erkek çocuklar için yüzde 32,2, kız çocuklar için ise yüzde 11,5 olarak kaydedildi.
MESEM’in içeriğinde var?
Çocuk işçiliği ve artan rakamlar tartışılırken, uzmanlar ve eğitimciler MESEM’e yönelik eleştirilerde bulunuyor. Peki, MESEM nasıl çalışıyor?
Bu program, 25 Aralık 2021’de 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu’nda yapılan değişiklikle meslek sahibi insan ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak düzenlendi. Daha önce belge verilirken, şu an öğrenciler lise diploması alıyor. MEB’in Mesleki ve Teknik Eğitim Politika Belgesi’ne göre, MESEM’e en az ortaokul mezunu öğrenciler kayıt oluyor.
İşyeri tabanlı bir mesleki eğitim programı olan MESEM’e 14 yaş ve üzeri kişiler kayıt yaptırarak çıraklık eğitimine başlayabiliyor. Dört yıllık eğitim boyunca meslek alanlarında bir işletme ile yapılan sözleşme sonucu öğrenciler haftada dört gün işletmede mesleki eğitim alıyor. Haftada bir gün ise okulda genel bilgi dersleri ile teorik eğitim görüyor. Bu programda beceri sınavlarını geçenler 11. sınıf sonunda kalfalık, 12. sınıf sonunda ustalık belgesini alıyor. 9, 10 ve 11. sınıf öğrencileri asgari ücretin en az yüzde 30’u kadar ücret alıyor. Yani yaklaşık 5 bin 100 TL kazanıyor. 12. sınıftaki kalfalara ise asgari ücretin en az yüzde 50’si kadar maaş veriliyor, bu ücret ise, 8 bin 500 TL’ye tekabül ediyor.
Milletvekillerinin Meclis’te verdiği soru önergelerine şubat ayında yanıt veren Bakanlık, bazı verileri paylaştı. 8 Şubat 2024 tarihli bilgilere göre, MESEM’e kayıtlı toplam öğrenci sayısı 421 bin 633 olarak belirlendi. Bu öğrencilerin 82 bin 618’i kadın, 339 bin 15’i ise erkek. Ayrıca, kaza geçiren öğrenci sayısının 336 olduğu bildirildi.
Öğrencilerin ana ölüm nedeni: Makineye sıkışma, inşaatta yüksekten düşme
İSİG verilerine göre MESEM kapsamında çalışan çocukların ölüm nedenleri arasında makineye sıkışma, patlama ve yanma öne çıkıyor. Bu çocuklar, metal, gıda, tekstil, ağaç, enerji ve taşımacılık gibi çeşitli iş kollarında çalışıyor. Ayrıca, MESEM uygulamasının bir sonucu olarak, inşaatlarda çalışan çocukların sayısında artış gözleniyor; geçen yıl ölen çocukların yüzde 20’si inşaat sektöründe çalışıyordu. İnşaatlardaki ölümler genellikle yüksekten düşme nedeniyle gerçekleşiyor. Uzun yol taşımacılığı veya moto-kuryelik yapan çocukların sayısındaki artış, trafik kazası nedeniyle ölümlerde de bir artışa yol açtı.
Çocuklar ağır işlerde çalıştırılırken hayatını kaybetti
MESEM’e yönelik eleştiriler gündeme gelirken, İSİG’in hazırladığı bilgi notuna göre 2023-2024 eğitim ve öğretim döneminde MESEM kapsamında hayatını kaybeden çocukların ölüm nedenleri şu şekilde sıralanıyor:
17 yaşındaki Alperen Enes Ural, Manisa’nın Soma ilçesinde stajyer olarak çalıştığı inşaatta doğalgaz borusu döşerken yüksekten düştü.
17 yaşındaki Murat Can Eryılmaz, Kilis’te 13 katlı bir inşaatta çalışırken yüksekten düştü.
15 yaşındaki 9. sınıf öğrencisi Erol Can Yavuz, Kütahya’da Yeni Sanayi Sitesi’nde staj yaptığı mobilya atölyesinde üzerine sunta blokların devrilmesi sonucu hayatını kaybetti.
14 yaşındaki Arda Tonbul, İstanbul’da staj yaptığı işyerinde kafasının sac büküm makinasına sıkışması sonucu hayatını kaybetti.
17 yaşındaki Ömer Çakar, Diyarbakır’da 10. sınıf öğrencisiydi. MESEM kapsamında klimacıda staj yapıyordu. Klima takarken ikinci kattan düştü.
16 yaşındaki Zekai Dikici, Manisa’da elektrik tesisat bölümünde okuyan 11. sınıf öğrencisiydi. Bir inşaatta elektrik tesisatı döşeme işi yaparken beşinci kattan düşerek hayatını kaybetti.
17 yaşındaki Ulaş Dumlu, Konya Ereğli’de lise son sınıfta stajyer olarak çalıştığı elektrik firmasıyla şeker fabrikasına gitti. Burada arıza gidermek için çıktığı elektrik direğinden arıtma havuzuna düşerek hayatını kaybetti.
15 yaşındaki Alperen Kocayavuz, Ankara’da stajyer olarak çalıştığı inşaatın altıncı katından asansör boşluğuna düşerek hayatını kaybetti.
16 yaşındaki Eren Dağ, Konya’da saat 20:00 sularında, MESEM kapsamında çalıştığı sondaj firmasıyla gittiği bir tarlada kuyu açmak için sondaj çalışması yapılırken elektrik akımına kapılıp yaşamını yitirdi.
Aileler çocuklarını anlattı
Arda Tonbul’un kafası sac büküm makinasına 16 dakika boyunca sıkıştı. Tonbul, altı gün hastaneden tedavi görmesine rağmen kurtarılamadı. Baba Rıfat Tonbul, gözleri dolu dolu oğlunu şu sözlerle anlattı: “Arda çok afacan, hiperaktif, uyanık bir çocuktu. Hayatı dolu dolu yaşamak isteyen bir çocuktu. Evde durmayı fazla sevmeyen, devamlı arkadaş ortamında olan, meraklı da bir çocuktu…”
Eşi ev hanımı olan ve kendisi bir yemek şirketinde çalışan Baba Tonbul, Arda’nın öz annesinin kalp krizi nedeniyle oğlu yedi aylıkken hayatını kaybetti belirtti.
Arda’nın meslek sahibi olmak için meslek lisesine gittiğini ifade eden baba, oğlunun kendisine, “Baba ben meslek öğreneceğim. Hayata erken başlayacağım. Şimdi okuyanlar çok atama bekliyor. Garantisi yok” dediğini aktardı. Oğlunu üç defa okuldan almak isteğini anlatan baba, “Havalar da soğumuştu. Kıyamıyordum… Metal sektöründe çalıştığı için eli avucu hasat içinde geliyordu. Israr ettim. Oğlum da yalvardı, işimi sevdiğini söyledi” dedi.
“Hayali iş sahibi olmaktı, ihmal sonucu öldü”
Küçük yaşına rağmen büyük hayalleri olan oğlunun hayallerini paylaşan baba Tonbul, Arda’nın kendisine, “Lise diplomasıyla beraber ustalık belgesini de alacağım. Askerden sonra kendi iş yerimi kuracağım ve sanayici olacağım” dediğini anlattı.
Yaşanan olayda Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve işyerinin büyük ihmali olduğunu vurgulayan baba Tonbul, sistemin kötü işlediğini ifade etti. Tonbul, “Çocuğun kafasında baret yok. Çocuğumun orada makinenin yanında çalışmaması gerekiyordu ama daha önce de defalarca çalıştırmışlar. Okul, işyerinin kötü olduğunu biliyordu. Çocuklar bunun bilincinde değiller. Öğrenme arzuları var ve yaşlarından dolayı cesaretleri çok yüksek” dedi.
Marketten alışveriş yaptıktan sonra eve döndüğünü ve o sırada telefonunun çaldığını belirten baba Tonbul, “Patronu aradı. Çocuğumun kaza yaptığını, durumunun ciddi olduğunu ve ambulansın yolda olduğunu söyledi” dedi.
“Çocuğum karşımdan hiç gitmiyor”
Baba Tonbul, 16 dakika boyunca kimsenin çocuğunu fark etmediğini belirterek, “Yağmurlu bir gündü, hastaneye nasıl gittiğimi bile bilmiyorum. Doktorlar umut verdi ama beyin kanaması hiç durmadı ve hayatını kaybetti” dedi. Hukuki sürecin başlatıldığını ve ekimde duruşmanın olacağını ekleyen baba Tonbul, yaşanan olayın ardından Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in istifa etmesi gerektiğini vurguladı. Oğlunun çalışırken aylık 7 bin TL aldığını belirten baba, duygularını şu şekilde özetledi:
Baba Tonbul, “Çocuğum gözlerimin önünden hiç gitmiyor. Aylardır böyle, hep karşımda yürüyorum. Ben acı, ıstırap çekiyorum. Eğer çocuğu oradan alsaydım, onun sözünü dinlemeyip orada çalıştırmasaydım başına böyle bir iş gelmeyecekti. Kendime de kızıyorum. Niye böyle bir şeye müsaade ettim? Çocuğu neden dinledim? Baştan niye gönderdim?” diyerek duygularını ifade etti.
Tek isteğinin sorumluların cezalandırılması ve başka çocukların böyle bir facianın yaşanmaması olduğunu vurgulayan baba Tonbul, “Bu iş yerlerine çocuklar veriliyorsa, çok güvenli ortamlarda ve ustalarının denetiminde, kontrolünde işi öğrenmeleri gerekiyor” dedi.
“Cumartesi günü staja gitti”
17 yaşındaki Alperen Enes Ural, Manisa’nın Soma ilçesinde stajyer olarak çalıştığı inşaatta doğalgaz borusu döşerken yüksekten düştü. İki çocuk babası ve Soma’da maden işçisi olan Faruk Ural, oğlunu anlattı.
Çocuğunun imam hatip lisesinde eğitime başladığını, ancak yarım dönem okuduğu bu okulu benimsemeyince meslek lisesine gitmeye karar verdiğini belirten baba Ural, öğrenci sayısının az olması nedeniyle MESEM’le birleştirilen sınıfta eğitim gören Alperen’in staja gittiğini söyledi. Baba Ural, konuyla ilgili olarak şunları ekledi:
“Alperen yapı itibarıyla sakin, zararsız, kimseyi kırmak, üzmek istemeyen bir çocuktu. Aşırı sosyal değildi. YouTuber olma niyeti vardı. Okuldan aldığı küçük miktarı ve verdiğim harçlıklarla birlikte yayın için ekipmanlara harcamıştı. Bilgisayar, mikrofon, yayını koltuğu gibi… İnternette de birçok yerde hesap açmıştı. Oyunları paylaşıyordu.”
Olayın yaşandığı gün patronun kendisini aradığını ve hastaneye çağırdığını belirten baba Ural, hastaneye gittiğinde yaşadığı anı hiç unutamadığını söyledi. Baba Ural, “Doktorlar ve hemşireler müdahalede bulunuyordu. Görmemi istemediler. Bir oksijen tüpü eksikliği nedeniyle odanın kapısını açıp oksijen tüpünü içeri koyarken, çocuğumun o halini gördüğümde yıkıldım, beynimden vurulmuşa döndüm” dedi.
Durumun kötü olduğunu o an anlayan baba Ural, oğlunun başka bir hastaneye nakledildiğini ancak Alperen’in tüm müdahalelere rağmen hayata tutunamadığını anlattı.
“İhmal var, hiçbir bakan aramadı”
Cumartesi günü olmasına rağmen oğlunun çalıştırıldığını belirten baba, yetkililerin denetim yapmadığını söyledi. Çocuğunun mobbingden kaçınmak için hafta sonları çalışmaya gittiğini ifade eden baba, “Çocuk, ‘Diplomamı, belgemi alacağım, kurtulacağım. Bu işletmede çalışmayacağım’ psikolojisiyle oraya gidiyordu. Kombi bakımına giderim, arızalara bakarım, parça değiştiririm gibi düşünceleri vardı. Meslek sahibi olmak ve öğrenmek istiyordu” dedi.
İhmal olduğunu savunan baba, herhangi bir bakanın kendisini aramadığını belirtti ve dava açıldığını hatırlattı. Baba, “Balkon demirinin çürük olduğunu öngördüğümüz halde orada çalışmayı durdurmadılar” dedi. Yetkililerin ceza almayacağını düşündüğünü ifade eden baba, yaşadığı duyguyu şu şekilde özetledi:
“Bunu tarif etmem mümkün değil. Kafa kafaya verip ağlayarak saatlerce konuşmamız lazım. O kadar zor ki. Çok çok zor bir psikoloji, çok ağır bir travma…”
“Okuma yazma bilmeden diploma almak için gelen çocuklar var”
Aileler hukuk mücadelesi verirken, Aydın MESEM’de çalışan bir öğretmenin anlattıkları dikkat çekici. Öğretmen, MESEM’lerin okul kontrolünde olmadığını ve çocukların zamanlarının çoğunu inşaatlarda ve sanayide geçirdiğini vurguladı. Verilen ücretlerin uygulamayı teşvik anlamına geldiğini belirtti. Öğrencilerin başındaki ustaların da öngörülmeyen durumlarla karşılaştığını ifade eden öğretmen, “Çocukların büyük bir kısmı diploma almak için geliyor. Eskiden belge verilirdi, şimdi ise askere gidip çalışmak istiyorlar” dedi. Doğru düzgün okuma yazma bilmeyen öğrencilerin bulunduğunu belirten öğretmen, “Bu çocuklar, ‘Biz nasıl olsa okumadan, ders görmeden mezun olacağız’ fikriyle geliyorlar” diye konuştu.
Küçük işletmelerin kuralsız olduğunu savunan öğretmen, çocukların geri döndüklerinde gece saatlerine kadar çalıştığını dile getirdi. Tarlalarda çalışırken öğrencilerin sabahladığını ve okulda uyuyakaldıklarını belirtti. MESEM’lerin okul kısmının amacının öğrencilere gerçek eğitim vermek olmadığını vurguladı. Eğitimci yetersizliği nedeniyle çocukların çoğu zaman yalnızca kültür derslerini aldığını ifade etti.
“Yedi öğrencim MESEM’e gitti bir ay dayanamadı”
Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde öğretmen olan ve Eğitim-İş İstanbul 1. No’lu Şube Başkanı Gül İnce, bir gün okulda olması gereken öğrencilerin bile düzenli olarak okula gelmediğini dile getirdi. İnce, konuyla ilgili olarak şunları söyledi:
“Çocuklar okula düzenli olarak gelmiyor. Sistem öyle bir işliyor ki, ders var ama yok gibi; bazen online yapılıyor, sınavlar var gibi ama gerçek anlamda yapılamıyor. Aslında çocuklar tamamen örgün eğitimin dışına itilmiş oluyor. Örneğin, benim sınıfımdan yedi öğrenci MESEM’e gitti. Bir ay dayanamadılar, ayakları şişti. 15 yaşındaki bir çocuk dört gün nasıl dayanabilir ki işletme koşullarına? Büyüklerin zorbalıklarına maruz kalıyorlar.”
Çocukların bu duruma ses çıkaramadığını söyleyen İnce, öğrencilerin her türlü işi yapmak zorunda kaldığını belirtti. “Bu çocuklar o makinelerin altında ölmeye mahkum. 50 öğrencim gitmişti, sadece üçü kaldı” diyen İnce, diğer öğrencilerin sınıf tekrarı nedeniyle okuldan ayrıldığını ifade etti. Uygulamanın öğretmenlere de yük getirdiğini savunan İnce, bir öğretmene koordinatörlük adı altında 70 öğrencinin verildiğini vurguladı. İnce, “Böyle sağlıklı bir kontrol mümkün değil” dedi. Ayrıca, her hafta koordinatör öğretmene ihtiyaç duyulduğunu belirten İnce, “Çünkü çok fazla işyeri var. Öğretmenler çocuklara üzüldükleri ve iş yükü nedeniyle bu görevi almak istemiyor” diye konuştu.
Okul müdürünün 2021 yılında sınıfları gezerek MESEM için öğrenci topladığını iddia eden İnce, sözlerine şöyle devam etti:
“Sanki bir yere tur düzenliyormuş gibi. ‘Şöyle para kazanacaksınız, böyle para kazanacaksınız’ diyerek öğrencilere yönlendirdi. Yazı geldiğinde, ‘Devamsızlığı olanları buraya yönlendirin’ diye talimat verildi.”
“Öğrenciler ağır iş yaparak mesleği öğreniyor”
Eskiden büyük kampüslere sahip meslek liselerinin olduğunu anlatan İSİG Meclisi Koordinatörü Murat Çakır, günümüzde çocukların staj adı altında ağır işlerde çalıştırıldığı bir sistemle karşı karşıya olduklarını belirtti. Hayatını kaybeden beş çocuğun inşaat işçisi olduğunu, dördünün ise makinalarla çalıştırıldığına dikkat çeken Çakır, öğrencilerin ağır işlerde çalışarak meslek öğrendiğini belirtti. Bakanlığın aynı tür ortaokulların açılmasına yönelik açıklamasına tepki gösteren Çakır, bunun yasakları esnetmek anlamına geldiğini ifade etti.
Çakır, önerilerini şöyle dile getirdi:
“Önerimiz, 15 yaşını doldurana kadar çocukların mesleki öğrenime katılmaması gerektiği yönünde. Eğitim yeniden yapılandırılmalı ve eğitim pedagojik formasyona sahip öğretmenler tarafından verilmelidir. Yoksulluk nedeniyle insanlar çocuklarını çalıştırmak zorunda kalıyor. Çocuklarını meslek sahibi olmaları için bu okullara gönderiyorlar.”
“12 yıllık zorunlu eğitim ardından meslek eğitimi olmalı”
Makina Mühendisleri Odası yetkililerinden Bedir Tekin, “Bu mesleki eğitim değil, çocuk işçiliği” dedi. Tekin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın çocukları işçi olarak görmediği için denetim yapmadığını belirtti. Çocukların kimyasalların bulunduğu her türlü tehlikeli ortamda çalıştırıldığını belirtti. Çocuklara ödenen para nedeniyle bu kadar tehlikeli işlerde çalıştıklarını ifade eden Tekin, “12 yıllık zorunlu eğitimden sonra çocuklar güvenli alanlarda meslek eğitimi almalı” dedi.
“Almanya örneği güvenli bir model”
Eğitim-Sen Genel Mali Sekreteri Ramazan Gürbüz, çocukların sermayeye ucuz iş gücü olarak kullanıldığını belirtti. Eğitim sürecinde çocukların sokağın tehlikelerinden korunduğunu ve sosyalleştiğini ifade eden Gürbüz, mesleki eğitime karşı olmadıklarını ancak Türkiye’de uygulanan sistemin tehlikeler barındırdığını savundu. Almanya’nın örnek gösterildiğini hatırlatan Gürbüz, “Orada okulların içinde büyük kampüsler ve atölyeler bulunuyor. Öğrenciler hem teorik hem pratik eğitim alıyorlar” diye konuştu.
Millî Eğitim Bakanlığı MESEM’lerle ilgili sorularımıza yanıt vermedi.
“Kayıt dışı” öğrenciler
Yeni eğitim öğretim döneminde 20 milyonu aşkın öğrenci ders başı yaptı. Ancak aynı yaş grubundaki çocukların tamamı onlar kadar şanslı değil. 12 yıllık zorunlu eğitime rağmen 442 bin çocuk eğitim çarkının dışında kaldı. Uzmanlara göre bu çocukların büyük bölümü yoksul aile çocukları…
Rutubet içindeki imalathanede aylık 5 bin lira çocuk işçiliği
Bitlis’te yaşayan 15 yaşındaki Müslüm A., babasının annesine uyguladığı şiddete 11 yıl boyunca tanık oldu. Müslüm, kardeşlerine bakabilmek için okulu bıraktı. Kazandığı parayla annesi ve üç kardeşine destek oldu. Yıllarca güvencesiz işlerde çalışan Müslüm, bu yaz domates tarlalarında çalıştı ve hasat bittikten sonra iş aramaya başladı.
Buzdolabında hâlâ Kurban Bayramı’nda komşularının getirdiği et bulunan Müslüm, yeniden iş bulmak için sokaklarda geziyor. Bodrum katında rutubetli ve küflü bir imalathanede cüzdan üretiminde çalışmaya başladı, ancak sadece bir hafta dayanabildi. Ayda 5 bin lira karşılığında, sigortasız şekilde çalışırken kötü muamele gördü ve hastalanarak işi bırakmak zorunda kaldı.
Annesi ve kardeşlerinin geçimini sağlamak zorunda olan Müslüm, okula gitmek yerine iş arıyor. “Hayattan bir beklentim yok, hedefim yok. Ortaokulda eğitimi bıraktım. Aileme bakıyorum, çalışmak zor” diyerek durumunu özetliyor.
En az 442 bin çocuk eğitim dışında
Türkiye’de eğitim alanında çalışan sivil toplum örgütleri, sendikalar ve akademisyenler, Müslüm gibi binlerce çocuğun olduğunu belirtiyor. Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) Eğitim İzleme Raporu’na göre, zorunlu eğitim çağındaki yaklaşık 442 bin 643 çocuk eğitim dışında kalıyor. Bu çocukların yüzde 49,9’u erkek, yüzde 50,1’i kız.
Yaş gruplarına bakıldığında, 6-9 yaş aralığında yaklaşık 75 bin 174 çocuk eğitim dışı kalıyor. Ortaokul yaş grubundaki 10-13 yaş aralığında bu sayı 83 bin 401’e yükseliyor. Ortaöğretim yaş grubu olan 14-17 yaş aralığında ise yaklaşık 284 bin 68 çocuk eğitimde yer almıyor.
Bu veriler, zorunlu eğitim çağında olmalarına rağmen 13 yaşından sonra çocukların artan oranda eğitim dışına çıktığını gösteriyor. 14 yaşındaki çocukların yüzde 3,1’i okula kayıtlı değilken, bu oran 17 yaşında yüzde 8,2’ye yükseliyor.
Bölgeler arasında da fark var
Bu sayılara yaklaşık 454 bin 872 yabancı uyruklu çocuk da eklendiğinde, toplam rakam 1 milyona yaklaşıyor. Yabancı uyruklu öğrenciler dahil edilmediğinde bile, zorunlu eğitime rağmen her çocuk okula gidemiyor. Son yıllarda eğitime erişim artsa da bölgeler arasındaki fark büyüyor. Batı Marmara’da 5 yaşındaki çocukların yüzde 94,5’i okula giderken, Güneydoğu Anadolu’da bu oran yüzde 78’e kadar düşüyor.
TEDMEM, Türk Eğitim Derneği’nin düşünce kuruluşu. TEDMEM’in eğitim değerlendirme raporu, eğitim dışında kalmış çocuklara yönelik önemli veriler sunuyor. Rapora göre, 2021-2022 eğitim öğretim yılına ait resmi verilerle karşılaştırıldığında, zorunlu eğitim çağındaki 570 bin 293 çocuk okula gitmiyor.
TEDMEM, 2021-2022 eğitim öğretim yılında 5 yaş grubundaki yaklaşık 219 bin çocuğun ne okul öncesi ne de ilkokul eğitimine dahil olmadığını belirtiyor.
Rapor, okullaşma çabalarına rağmen ortaokulda olması gereken 10-13 yaş aralığındaki çocukların okul dışında kalma sayısının son 5 yılda sürekli arttığını gösteriyor. 2018 yılında 68 bin 916 olan bu sayı, 2022’de 82 bin 929’a yükseldi.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nın (Eğitim-Sen) yeni eğitim öğretim dönemine yönelik raporunda dikkat çeken veriler bulunuyor. Raporda, lise son sınıf öğrencilerinin üniversite sınavlarına hazırlanmak amacıyla örgün eğitimden ayrılıp açık liseye geçtiği belirtiliyor. 12. sınıfta okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 410 bin 594. 18 yaş altı açık liseyi tercih edenlerin sayısı ise 232 bin. Mesleki Eğitim Merkezleri’nde çalışan çocukların sayısı 1 milyon 346 bin 253. Bu çocuklar bir gün okula gidiyor olsa da örgün eğitimde sayılıyor. Açık öğretim ve Suriyeli çocuklar dahil toplamda 3 milyonu aşkın çocuk fiilen örgün eğitimin dışında kalıyor.
Çocuklar eğitim dışında kalıyor?
Peki, neden bu çocuklar eğitim dışında kalıyor? Neden eğitim sistemi içine dahil edilemiyorlar? Resmi veriler, bu sorunun temel nedenlerini gözler önüne seriyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2023 yılı çocuk istatistiklerine göre, 15-17 yaş grubundaki çocukların işgücüne katılma oranı yüzde 22,1’e yükseldi. Geçen yıl bu oran yüzde 18,7’ydi.
Devletin kayıtları, okula erişebilen bazı çocukların bile nitelikli eğitim almadığını gösteriyor. TÜİK Hanehalkı Tüketim Harcaması 2023 raporu, ailelerin sosyo-ekonomik durumunun eğitim üzerindeki etkisini net bir şekilde ortaya koyuyor. TÜİK’e göre, hanehalkı eğitim harcamalarının yüzde 63,1’ini, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grup yaptı. En düşük gelire sahip yüzde 20’lik grup ise sadece yüzde 1,5’ini karşıladı. Bu veriler, yoksul ailelerin çocuklarının eğitim giderlerini karşılayamadığını gösteriyor.
Uzmanlar, 14-17 yaş grubunda yaklaşık 284 bin 68 çocuğun eğitim dışında kalmasının nedenleri arasında ekonomik etkenler, engellilik ve erken yaşta zorla evlilikler gibi faktörleri sıralıyor. Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) tespitine göre, zorunlu eğitim çağındaki yaklaşık 221 bin kız çocuğu eğitimin dışında.
6 Şubat 2023 tarihli Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası yapılan Türkiye Koruma Sektörü İhtiyaç Analizi anketi de çocukların eğitime erişiminde yaşanan sorunları ortaya koydu. Anketi yanıtlayan ailelerin yüzde 21,8’i, çocuklarının deprem sonrası okula gitmediğini belirtiyor. Tüm çocuklarının okula gittiğini söyleyen ailelerin oranı ise yüzde 61,9. Eğitim dışında kalan çocukların nedenleri arasında ekonomik sorunlar, okulların uzaklığı ve çocukların kötüleşen psikolojik durumları gösteriliyor.
“Veliye yönelik yaptırım sağlam değil”
Öte yandan, 12 yıllık zorunlu eğitim olmasına rağmen çocuğunu okula göndermeyen ailelere yönelik yaptırımlar yetersiz kalıyor. Kanunlara göre, muhtarlık veya mülki amirler tarafından yapılan tebliğe rağmen çocuğunu okula göndermeyen veli veya vasilere, çocuğun okula devam etmediği her gün için 15 TL idari para cezası veriliyor. Bu cezaya rağmen çocuğunu okula göndermeyen veya göndermeme sebebini paylaşmayan ebeveynlere verilen ceza ise 500 TL’ye çıkıyor. Ancak okul müdürleri, bu yaptırımların genellikle uygulanmadığını belirtiyor ve cezayı hafif bulan velilerin olduğunu vurguluyor.
Aile okul göndermek istemiyor, çocuk çalışıyor
Güneydoğu’da göçebelerin yaşadığı bölgelerden Siirt’te, adının açıklanmasını istemeyen bir okul müdürü, karşılaştığı durumlarla ilgili bilgi verdi. Ailelerin yazın yaylalara çıkıp sonbaharın ortalarında şehre döndüklerini belirten müdür, bu durumun çocukları olumsuz etkilediğini söyledi.
Eğitimden uzak kalan çocukları dersle buluşturmaya çalıştıklarını dile getiren müdür, bazen başarılı olamadıklarını vurguladı. “Yoksulluk ve maddi imkansızlık nedeniyle çocuklar eğitimin dışında kalıyor” diyen müdür, bazı ailelerin eğitim konusunda bilinçli ve istekli olmadığını da sözlerine ekledi. Ulaşım sorununun da okula devamı etkilediğini belirten müdür, kız çocuklarının okula gönderilmesini istemeyen ailelerle karşılaştıklarını da ekledi.
“Cezalar uygulanmıyor”
Müdür, çocuklarını okula göndermeyen ailelere yönelik para ve idari cezaların hatırlatılmasına rağmen uygulanmadığını belirtti. Devamsızlık nedeniyle derse gelmeyen öğrencilerin sınıf tekrarına düştüğünü ve bu yüzden eğitimden uzaklaştığını anlattı.
Müdür, ailelerin yaklaşımı nedeniyle bazı çocukların okumak istemediğini ve bu durumun idarecileri zor durumda bıraktığını belirtti. Durumu özetleyen müdür, şunları söyledi:
“Temel sıkıntı şu; bir grup çocuk çalışan veya ailesiyle birlikte göçebe yaşam sürerken, bazı çocuklar ise okumak istemiyor. Ailelerin çocuklarını göndermemesi gibi sıkıntılar yaşanıyor.”
“Artan eğitim maliyetleri, işsiz üniversite mezunları velileri olumsuz etkiliyor”
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Uzmanı Nail Dertli, 1990’lı yıllardan sonra çocuk işçiliğinin sıkça gündeme geldiğini belirtti. 2010 yılına kadar çocuk işçiliğinde bir azalma eğilimi gözlemlendiğini, ancak pandemi sonrası belirgin bir artış yaşandığını dile getirdi. Türkiye’de güncel resmi verilerin henüz yayınlanmadığını vurgulayan Dertli, hükümet politikasının da bu artışta etkili olduğunu savundu. Dertli, “Türkiye’de devlet ve hükümetlerin çocuk işçiliğine yaklaşımları, sorunun tüm boyutlarını ve nitelikli yönlerini ortaya koymaktan ziyade, çocuk işçiliğini gizlemeye odaklanıyor” dedi.
Devletin çocuk işçiliğiyle ilgili yaptığı anket çalışmalarının sorunları belirlemek için yeterli olmadığını belirten Dertli, bu verilerin göçmen çocukları kapsamadığını anlattı. Çırak olarak çalışanların çocuk işçi olarak kabul edilmediğini hatırlatan Dertli, Mesleki Eğitim Merkezleri’nde (MESEM) çalışan çocuklara dikkat çekti. Devletin bu kurumlara yönelik yeterli denetim yapmadığını savundu.
Açıklanan verilerin bile yüksek olduğunu belirten Dertli, devletin çocukları eğitimin içine dahil etmek konusunda yeterli çaba göstermediğini söyledi. MESEM’ler aracılığıyla devletin çocuk işçiliğine teşvik yarattığını öne süren Dertli, “Çocukların eğitim, sağlık, barınma ve oyun haklarını gözeten bir devletten bahsedemeyiz” dedi. Hükümetin politikalarının çocukların eğitimde olup olmadığını önemsemediğini savunan Dertli, eğitimin aileler için maliyet anlamına geldiğini belirtti. Yoksul ailelerin eğitime harcama yapamadığını ve üniversite mezunları arasında artan işsizliğin de velileri olumsuz etkilediğini ekledi.
“Adil gelir dağılımı ile sorun çözülür”
Okul terklerinin sınıfsal bir sorun olduğunu vurgulayan Dertli, “Bu durum, gelir dağılımıyla doğrudan ilişkili bir sorunu işaret ediyor. Bu alanda atılması gereken en önemli adım, gelirin yeniden adil bir şekilde dağıtılmasına müdahale etmektir” dedi.
İstihdamın güvencesiz olduğu, ücretlerin baskılandığı ve tarım sektöründe çok uluslu şirketlerin etkin olduğu bir ortamda çocuk işçiliğini önlemenin zor olduğunu belirten Dertli, yaşadığı bir olayı paylaştı. Vakıf bünyesinde sahada çalışma yaparken, MESEM kapsamında çalışan çocukların iş güvenliği eğitimi almadığını fark ettiğini söyledi. Bu konuda girişimde bulunmak istediklerini anlatan Dertli, “Ankara ve Antalya’daki Milli Eğitim Müdürlüklerine ve okullara başvurduk. Ücret talep etmeden ve tüm masrafları vakfımız tarafından karşılanmak üzere iş güvenliği eğitimi vermek istedik. Ancak Bakanlık bu eğitimleri reddetti ve gerekli eğitimlerin verildiğini belirtti” diye konuştu.
Dertli, Türkiye’de çocuk iş cinayetlerinin artışına dikkat çekti ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konuda çalışan sivil toplum örgütleriyle ortak çalışma yapmadığını dile getirdi.
“Yoksul mahallelerdeki çocuklar ulaşmak gerekiyor”
Dertli, özellikle seçim dönemlerinde farklı siyasi partilerden çocuk politikaları için öneriler geldiğini ancak seçim sonrasında sürecin değiştiğini belirtti. Yerel yönetimlerin ve belediyelerin, yoksul mahallelerdeki insanların ihtiyaçlarına odaklanmaları gerektiğini vurguladı. Gecekondu bölgeleri için projeler, kreşler ve bakım evlerinin hayata geçirilmesi gerektiğini belirtti. Dertli, yoksul bölgelerdeki eğitim dışında kalan çocuklara ulaşılması gerektiğinin altını çizdi. İhtiyaçları karşılanmadığı için bu çocukların eğitimde bile olsa okuldan kopma riski taşıdığını anlattı.