Fransa’da Tehlike Çanları - Nilgün Güngör

Fransa’da işçi hareketi için işler yolunda gitmiyor. 7 Temmuz’da yapılan ikinci tur parlamento seçimlerini faşist parti RN’nin kazanmasını önleyen solun ve sendikaların bu sonuca eriştikten sonra motivasyonunun düştüğü görülüyor. Seçimleri Yeni Halk Cephesi kazanmasına rağmen tekelci burjuvazi seçim sonuçlarını paspas etti, parlamenter azınlığa dayalı bir teknokratlar hükümeti kurdurup direksiyonu ona verdi. İşçi ve emekçiler ise hiçbir kamuoyu kaygısı duymaksızın 60 milyar euro’luk bir kısıntı bütçesi açıklayan tipik mali oligarşi hükümeti karşısında şimdiye kadar sınıf düşmanını ürkütecek bir ağırlık koyamadılar. Seçim sandığına sıkışmış umutların sınırları gün gün daha da belirginleşiyor.

AKTİF ÜYELERİ AŞAMAYAN EYLEMLER

1 Ekim’de işçi ve gençlik sendikalarının “genel grev” çağrısıyla yapılan grev ve gösteriler zayıf geçti. Sendikalar gösterilere ülke çapında 170.000 kişinin katıldığını açıkladılar. Bunda bir sebep eylem çağrısının geniş ölçekli olmamasıydı. Çağrıcı sendikalar CGT, SUD, en büyük öğretmen sendikası FSU ile üniversiteli öğrenci sendikaları UNEF ve Union Etudiante ile liseli öğrenci sendikası USL’nin aktif üyeleri, katılımı çoğaltmaya yetmedi. Greve katılım kamu sektöründe bile (okullar, toplu taşıma, sağlık, devlet daireleri, radyo, kütüphane gibi kültür-medya kurumları...) çok sınırlı kaldı. Sendikalı sürücüleri tarafından yol kenarına terkedilmiş belediye otobüsleri dengeyi bozmadı; tren seferleri hafifçe aksadı. 23 Eylül günü yine öğrenci sendikaları tarafından yapılan eylemde olduğu gibi bu kez de bileşimi sayısal ve siyasal motivasyon açısından tek güçlendiren, Filistin’le dayanışma kortejlerinin canlılığı oldu. Siyonist İsrail’i boykot pullamaları (Hewlet Packard, Carrefour’u hedef alan) pek çok yere yapıştırıldı.

Sendika üyeleri eylemin kitlesel açıdan zayıflığıyla ilgili bizler için de tanıdık, hoşnutsuz ifadeler kullandılar; işyerlerinde eylemin çalışmasının yapılmadığını, bir bildiri dahi çıkarılmadığını söyleyerek tepki gösterdiler. Parlamentoda devlet ve sosyal güvenlik bütçe görüşmelerinin açılacağı güne denk getirilen eylem tekelci burjuvazi ve hükümetini tedirgin etmedi.

BİR KEZ DAHA: “İNCİR YAPRAĞI” METAFOR DEĞİLMİŞ…

Seçimlerden sonraki gelişmeler bildiğimiz bir gerçeği bir kez daha doğruladı: Kriz dönemleri tekelci burjuvazi için işçi sınıfı ve emekçilerin bırakalım çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirecek kazanımlara ulaşmasını, artık bunları hayal dahi etmesini bile engellemek anlamına gelir. İmkansız değildir ama en küçük kazanım için oluşturulması gereken birlik, dayanışma ve mücadele, başka zamanlardakinden kat kat fazladır. Süreci hazır kuvvetlerin eylemci alışkanlığına bıraktığımızda bir süre sonra yerimizde saymamız bile zorlaşır. Eğik düzlem devrimci örgütlenmesinden yoksun proletaryayı önüne katar. Burjuvazi can havliyle daha da saldırganlaşıp bütün kartlarını oynayabilirken işçiler etkisizleşen örgütlülükleri ile kötü hamlelere sıkışırlar.

Fransa’da da böyle oldu. 7 Temmuz’da parlamento seçimlerinin ikinci turunda faşistlerin kaybetmesi sevinçle karşılanır, kutlama gösterileri yapılırken -kendi dilimize çevirirsek “halay çekilirken”- tekelci burjuvazi pek istemediği bu durum karşısında B planını öne çekiyordu. Karar ilk günden verilmiş olmalı ki, hükümetin kurulması sürüncemeye bırakıldı ve Eylül ayının ikinci yarısını buldu. “Bunlar seçimi kaybetseler bile iktidarı vermezler” sözü Fransa’da basbayağı gerçek oldu. Olimpiyatlar ve ardı sıra yapılan paralimpik olimpiyatları, yaz tatili, mücadeleye mola verilmesinin gerekçesi yapıldı.(1)

Bırakalım kadim burjuva demokrasilerini, parlamenter faşist rejimlerde bile kural olarak hükümeti kurma görevi en fazla oyu alan partiye verilirken, Fransa tekelci burjuvazisi bunun yapılmasına imkan tanımadı. Macron’un neoliberal işçi düşmanı reformlarını geri alacak yasaları çıkaracakları vaadiyle seçimleri kazanan Yeni Halk Cephesi düpedüz baypas edildi. Kötü bir şaka ama Fransa kendisine “kayyum” atadı! Yeni Halk Cephesi’ne hükümet kurma görevi verilmeyip 3 ay boyunca hükümetsiz duran ülkede, seçimleri kazananlar hariç önüne gelene başbakanlık teklif edildi. En sonu, parlamento seçimlerinde yüzde 5,41 oy alıp 577 üyeli parlamentoda 61 sandalyeye sahip olan göçmen ve LGBT politikalarında faşistlere göz kırpan Cumhuriyetçi Parti’den Michel Barnier’de karar kılındı: Kanlı canlı bir insandan ziyade devlet dairelerinin evrak dolaplarına benzeyen teknokrat Michel Barnier’de! Sağcı-faşist kırması hükümet bileşimi, bize 2027 Nisan’ındaki devlet başkanlığı seçimlerine kadar son neoliberal reform cinayetleri işlenir, işçi sınıfının kazanımları tırpanlanırken faşist Marine Le Pen’in yolunun düzleneceğini söylüyor. Son Avusturya seçimlerinde yükselişini devam ettirerek hemen her ülkede birbirine çok benzeyen (yüzde 30’luk) oy oranlarıyla Avrupa’nın üzerinde dolaşan kahverengi hayalet, Fransa’da da işbaşına getirilmeye hazırlanıyor.

Bütün bunlara karşı, seçimlerden sonra kendi içinde de çatırdayan Yeni Halk Cephesinin pozisyonu daha da zayıfladı. Azınlık hükümetinin ömrü nasıl olsa uzun olmaz gerçeğinden hareketle, tamamen buna yaslanmaya, taktiklerini de parlamento esaslı belirlemeye devam ediyor: Güvenoyu vermemek, Macron’un azlini istemek gibi...

60 MİLYAR EUROLUK KEMER SIKMA PAKETİ

Etkin sınıf mücadeleleri, tarihsel arka planları ve tekelci burjuvazinin ekonomik koşulları arasındaki farklara rağmen, tek tek ülkelerdeki, bölgelerdeki işçi hareketinin kazanımlarını birbiri için itilim haline getirir. Ya tam tersi! Krizi işçilere yıkma fırsatını elde etmiş, işçi hareketini geriletmiş, faşist zorbalık, şovenist ırkçı propaganda ve reformist şaşkınlıkla bocalatmış tekelci burjuvazi, birçok ülkede birbirine benzeyen yıkım paketlerini devreye sokar.

Fransa’da 60 milyar euro’luk kemer sıkma paketinin bütçe diye dayatılması bu yüzden binlerce kilometre ötede bile farksızlık hissi yaratabilir ancak. Muhalefetin nasıl olsa parlamentodan geçiremezler aymazlığıyla karşıladığı, rakamın yüksekliğine ve her kazanıma dokunmasına karşın yerin göğün sarsılmadığı bir paket bu! Sağlık harcamaları, enerji yardımları kısılıyor. Kiracılardan kaldırılan konut vergisi geri getiriliyor. İşsizlik dahil kimi yardımların alınabilmesinin önüne bürokratik engeller dikiliyor. Meblağın 40 milyar euro’su direkt sosyal harcamalardan kısılacak. 20 milyar euro’su ise vergi gelirlerinin artırılmasıyla hedefleniyor ki bu da çok tanıdık olan “Zenginden de alacağız” demagojisiyle eşleştiriliyor.

Bütçenin savunusu Fransa’nın borçlarının yüksekliği ile yapılıyor. Gayrisafi Milli Hasılanın yüzde 112’sini oluşturan devlet borcu oranı, gelecek yıl yüzde 115’ine çıkacak ve bu da Brüksel tarafından belirlenmiş yüzde 60’lık oranın neredeyse iki katını buluyor. Fransa ekonomisi fazla güven vermediği için, daha riskli pozisyondaki güney Avrupa ülkelerinine yakın faiz oranlarıyla borçlanabiliyor ve bu da onun emperyalist rekabetteki durumunu zorlaştırıyor. Küresel rekabetteki artışla büyük tekellerin devasa yatırımlarının önü açılıyor. İnovasyon, yeni teknolojilere yatırım, yapay zeka yarışında öne geçme hamlesi ve savaş kapasitesi yüksek uçaklarla durmaksızın artan askeri harcamalar ise bütçe dokunulmazlığına sahip.

O zaman tutulacak yol belli:

Devlet harcamaları derken, başta öğretmenler olmak üzere memur statüsünde çalışan kamu işçilerinden işten çıkarmalar gündeme geliyor ve bakanlık bütçelerinden 5 milyar euro’luk “tasarruf” ile birlikte kısıntı 20 milyar euro tutuyor. Sosyal sigorta harcamalarının 15 milyar euro azaltılması hedefi koyuldu. Bu yıl emekli maaşlarına yapılması gereken Temmuz zammının 6 ay ertelenmesi ile yıkım çoktan başladı; bu sayede 3,6 milyar euro’ya düpedüz el koyuldu. Benzer biçimde sigortanın muayene ücretleri ile hastalık izinleri için yaptığı ödemelere de kısıntı geliyor. İşyerlerinde çırak çalıştırmaya ve sosyal sigorta katkı paylarına devlet yardımı da kısılacak. Öyle ki en büyük patron örgütü MEDEF bunu Fransız işletmelerinin rekabet gücü için bir tehlike ve yüzbinlerce işçinin işinden olmasına sebep olacak riskli bir karar olarak niteledi. Bütçe belediyelerin de 5 milyar euro kısıntı yapmasını hedefliyor. Belediyeler bu meblağın parlamentodaki tartışmalarla kaldırtmayı umuyorlar.

Türkiye’de de ilikleri söken vergi soygunu Fransa’da 20 milyar euro’luk bir artışla gündeme getiriliyor. Burada işçi sınıfı zaten kaynaktan soyulduğu için patronlara 7 yıldır uygulanan vergi indirimlerinin “vergi adaleti” adı altında bir süreliğine kaldırılması hazırlanıyor. Mükelleflerin binde 3’ünü oluşturan, en yüksek dilime giren 65.000 hane ek bir vergi ödeyerek asgari vergi oranları yüzde 20’ye çıkarılacak. 1 milyar euro’dan daha fazla cirosu olan 300 şirketin kurumlar vergisi oranı da 1-2 yıllığına yüzde 25’den fazla olacak. Ki bu da Macron yönetiminin şimdiye dek izlediği politika ile bir farklılık teşkil ediyor.

Bütün bunlara karşılık, Savunma Bakanlığının 2025 yılı bütçesi 3 milyar euro artarak 50,5 milyar euro’ya yükseltiliyor. 2017 yılında 32 milyar euro olan Savunma Bakanlığı bütçesi için 2030 yılı hedefi ise 67,4 milyar euro. Afrika’da sömürgeci tarihine yasladığı jandarmalığı farklı emperyalist ve bölgesel kapitalist güçlerin kıtada mevzilenmesiyle sarsılan, öte yandan Martinik gibi sömürgelerindeki toplumsal hareketlerle yönetmekte zorlanan Fransız mali oligarşisi için en büyük sorun emperyalist rekabetin yeni düzey ve kapsamını karşılamak. Bunun için de işçilerin daha fazla tereyağı istiyorlarsa daha fazla tank, uçak, süper İHA vb. gerektiğine inandırılıp “fedakarlık” yapması, yerli işçilerin göçmen işçilerle düşmanlaşması, devrimlerle, toplumsal mücadelelerle kazanılmış birlik ve dayanışma kültürünü istikrar ve güvenlik adına silip atması dayatılıyor.

FAŞİST PARTİ HAZIRLIKTA

Bütçe görüşmeleri henüz mecliste başlamadı. Komisyonda ise bütçe onay bulmadı. Hükümet parlamentoda diyaloğa açık olduğunu söylemesine rağmen gerçekte Macron tarafından düzlenmiş yolu tekrar tekrar tutacak ve bütçe de dahil yasaların parlamentoda oylanmadan geçirilmesini sağlayan anayasanın 49.3 maddesine başvurarak bütçeyi kabul edecek. Fakat bu işçi hareketinin bütün zayıflıklarına rağmen burjuvazi için yüksek bir siyasi istikrarsızlık demektir. İşçi sınıfı ona bu istikrarsızlığı yaşatmalıdır. Aksi takdirde görünen köy kılavuz istemiyor. Hükümet ister kısa ister çok kısa ömürlü olsun, zaten yüzde 30’luk oy oranını cebine koymuş olan faşist Marine Le Pen kendisine pasta gibi sunulacak politik imkanları kullanmaya hazırlanıyor.


19 Ocak 2020’de yapılan homofobik gösteri.

Marine Le Pen geçtiğimiz ay partisinin güncellenmiş ekonomik programını açıkladı. Buna göre her düzeydeki patronların şikayetçi olduğu, içinde işçi sağlığı iş güvenliği yönetmeliklerinin de bulunduğu 400.000 iş standardı (bütün sektörler için uyulması gereken normlar) kaldırılacak. Almanya’da Gayrısafi Milli Hasılanın yüzde 1’i, AB’de yüzde 2,5’u iken Fransa’da neden yüzde yüzde 4,7’si denilen üretim vergileri düşürülecek. Arazi vergisi kalkacak. Bunlardan özellikle KOBİ’ler ve çok küçük işletmeler faydalanacağı açıklanıyor. Yine patronların emeklilik finansmanı gibi “toplumsal sorumluluk katkı payı” ödemesi kalkacak.

Faşist parti enerji egemenliği üzerinden propagandasını yükseltiyor. Elektrik fiyatının düşürülmesi, bunun için de 2045’e kadar 20 basınçlı su reaktörünün yapılması, küçük modüler reaktörler ve dördüncü nesil reaktörlerin inşası sözünü veriyor. Nükleer enerjinin Gayrisafi Milli Hasılanın yüzde 20’sine ulaşması hedefini koyuyor. Faşist parti gereksiz bir arayış olarak gördüğü rüzgar enerjisini terk edeceğini, güneş enerjisinden de daha sınırlı faydalanacağını duyuruyor.

Eğitim düzeyindeki düşüş ve öğrencilerin PISA sonuçlarının utandırıcılığına çözüm olarak “yerli ve milli” olmak gösteriliyor. Programda, Fransızca, matematik ve tarih derslerinin önemi artırılacak deniyor. Öte yandan, Fransız gençlerin çalışma oranlarının Avrupa’nın diğer ülkelerine göre daha düşük olduğunun altı çizilerek çıraklık ve staj eğitimine destek verileceği söyleniyor.

“Kök salma” fikrinin işlendiği programda “akışkan bir toplum” yerine “yurttaş, aile ve işletmelerin kök salması”, beyin göçünü önleme, 30 yaşından gençlerin kurduğu işletmelere beş yıl vergi muafiyeti, keza devredilen şirketlerin on yıl vergiden muaf olması, çevre yönetmeliklerinin yalınlaştırılması, Fransa’nın çevre şartının dogmatik kısımlarını bordadan atıp kendi işine bakması ile patronlara selam çakılıyor. Kamuda 35 saat çalışma kazanımını hedefe çakan faşist RN sosyal konut sorununun çözümünü önceliğin Fransızlara verilmesi olarak tanımlıyor. En dikkat çekici olanlardan biri ise mücadeleci sendikal iklim ve sendikaların tabandan gitgide daha birlikte hareket etmesi karşısında “sendikal özgürlük” gibi aldatıcı bir slogana başvurması. Öncü işçilerin hemen yakalayacağı bu slogan elbette ki sarı işyeri sendikacılığının sırtını sıvazlıyor.

Bu ekonomik programdan akılda kalan işçi sınıfının kazanımlarının tasfiyesi, bunu yapabilmek için de bolca göçmen düşmanı propaganda, kalın işbölümü duvarlarınıh en alttakine mahkum edilmiş -ve bir yandan da öyle kalmaları istenen- “vasıfsız, beceriden yoksun göçmenler”in bertaraf edilmesi fikri oluyor!

Tüm bu gelişmeler karşısında ise temel sorun, sınıf hareketindeki gerileyiş ve daralma, toplumsal muhalefetin etkisinin zayıflaması. Neoliberalizmin yıkıcılığı bir iki yıl öncesine göre bile çok daha belirginleşti. Emeklilik yasası gibi en geniş kitleleri çeken mücadelelerin kaybedilmesi, toplumun nesneleştirilerek yaşadığı -ve hatırlamak bile istemediği- pandemi süreci, sanayi proletaryasındaki çözülme, sağlık, ulaşım ve eğitim gibi kamu emekçilerinin mücadelelerdeki sınıfsal-moral sürükleyiciliğinin zayıflaması, faşizmin güçlenmesine karşı bizi yetersiz kılıyor. Devrimci sınıf örgütlerinin olmaması taleplerimizin, ihtiyaçlarımızın taşıdığı şiddeti ve sürekliliği ortaya koymayı engelliyor. Neoliberalizmin içerme politikaları Fransa’da son barutunu Macron’un kılığında ekoloji ve kadın taleplerine yönelik oynuyor. Yükselen faşizm tehlikesini savuşturmak için adresin seçim sandıkları olarak gösterilmesi gücün burada maksimize edilmesini ama sonra da kasların gevşemesini getirdi. Bu süreci tersine çevirmek için yeni bir mevzilenme, savaş bulutlarından beslenen faşizme karşı durmakla kalmayıp aynı zamanda yeni bir yaşamın tanımı ve olanaklılığını merkeze koymak tek çıkış yolu olabilir.

DİPNOTLAR:

(1) Fransız burjuvazisinin yumuşak gücünü konuşturduğu, zengin tarih ve kültürünün sergilendiği açılış seremonileri ile birlikte Olimpiyatlar, neoliberal burjuva demokrasisinin kimlik-kültür çerçevesindeki son içerme atraksiyonları ile akıllarda kaldı. Seremoni tartışmaları sırasında sınıfsal taleplerin esamesi okunmadı.

19 Ocak 2023 Paris’te emeklilik yasasına karşı dev gösteri.