Eğitim insan toplumuyla birlikte ortaya çıkmıştır. İlk toplumlarda eğitim, bağımsız toplumsal bir faaliyet değildi, topluluğun kendisini yeniden ürettiği iş ile birlikte gerçekleşiyordu. Toplumun küçük bireyleri, topluluğun yaşamına katılıyor, hayatta kalabilme becerisini edindikleri gibi topluluğun yeniden üretimine katılarak, doğal bir eğitimden geçiyorlardı. Daha sonraları insanlık tarihi, eğitimi bağımsız, toplumsal faaliyet olarak ortaya çıkardı. Zamanla onu, eğitenleri ve eğitilenleriyle birlikte bağımsızlaştırarak; örgütlenmiş ve planlanmış olarak okulların dört duvarı arasına sıkıştırdı. Kuşkusuz eğitim, okulların dört duvarını aşan aile içi, arkadaşlık vb. geniş bir yelpazeyi kapsar. Ne var ki biz burada örgütlenmiş, belirli bir yaştan başlayarak çocuğa, sistemli bir şekilde; belirli bir müfredat çerçevesinde; planlı ve bilinçli olarak okullar aracılığıyla verilen eğitimle ilgiliyiz.
Kapitalizm öncesinde planlı, sistemli eğitim, dönemin ihtiyacına uygun olarak; dinin etkisinde ve dini kurumların egemenliğindedir. Medreseler, tekkeler, manastırlar, kiliseler eğitim alanı olarak eğitimde etken olmuşlardır. Bu dönemde eğitim, din merkezlidir ve daha çok varlıklı ailelerin, soyluların erkek çocuklarının ulaşabildiği bir durumdadır. Kapitalist biçimle birlikte, dini kurumlardan da ayrılan eğitim, ulusal ölçekte ve bütün bir ulusa yayılan okullarda verilmeye başlanmıştır.
Kapitalist ilişkilerin başat ilişki olmasıyla birlikte; kapitalist sınıf, egemen konuma gelmiştir. Eğitim de, bağımsız toplumsal bir faaliyet olarak; kapitalist sınıfın egemenlik aracı haline dönüşmüştür. Kapitalist sistemde, egemen sınıf olan kapitalistler ve onların siyasal yansıması olan siyasal iktidarlar, eğitimi bütün yönleriyle kontrol ve denetimi altına alarak; kendi sınıfsal ve politik ihtiyaçlarına yönelik olarak biçimlendirmişlerdir. Toplumun bireylerini, kendi ihtiyaçlarına göre yetiştirmek için; eğitimi, siyasal ve sınıfsal düşüncelerini empoze etme aracı olarak kullanmışlardır. Bu minvalde eğitim, bütün yönleriyle sınıfsal karakterlidir.
Ne var ki eğitimin sınıfsal karakteri, eğitimin doğuştan gelen insan hakkı olduğu ve devletin; eğitim hakkını en geniş kitlelere eşit ve parasız olarak ulaştırması ve bu hakkı, koruması gerektiği düşüncesinin gölgesinde kalır. Zira biçimsel olarak bakıldığında kamusal eğitim, bir hak olarak, herkese parasız ve herkese eşit bir eğitim olanağı vaat eder. Bu düşünceye göre eğitimin, aşağıdan yukarıya bütün kademeleri, toplumun, ayrımsız bütün bireylerine açıktır.
Ama öyle mi?
Eğitimin bütün kademeleri, toplumun bütün kesimlerine görünüşte eşit olanaklar vaat etmesine karşın; eğitimin üst kademelerine çıkıldıkça, daha çok egemen sınıfın çocuklarına sonuna kadar açık olduğu görülür. Belirli bir yaşta eğitim yaşamına katılan çocuklar, üst kademelere çıkıldıkça yolda dökülürler. Bu dökülmenin temel nedeni, ailenin sınıfsal konumudur. Ailenin yoksulluğu, okul ihtiyaçlarını karşılayamaması bir yana çocuğun temel gereksinimlerini dahi karşılayamama gerçekliği, eğitim alanındaki bu dökülmeyi körükler. Böylece eğitimin, birincil gündem olmadığı yoksul aileden gelen bir çocuk, eğitimin bütün kademelerini rahatlıkla geçemez ve elenerek eğitim sisteminin dışına düşer. Böylece eğitimin her kademesinde, ailenin sınıfsal konumu, eleme aracına dönüşür. İlkokuldan üniversiteye çocuklar, ailelerin sınıfsal konumları; başka bir deyişle ekonomik yetersizlikleri nedeniyle, eğitimin dikenli yollarında dökülürler. Bu dökülmeye, siyasal iktidarlar tarafından uygulamaya koyulan eğitim politikaları da (4+4+4 sistemi gibi) katkıda bulunur. Dolayısıyla eğitim sitemi, hiçbir zaman kademeler arası dikey geçişi garanti altına almaz. Böylece herkese eşit bir şekilde sunulduğu belirtilen eğitim, herkes için aynı oranda verilmiş olmaz. Her çocuğun, doğuştan sahip olduğu belirtilen eğitim hakkı da biçimsel olarak kalır.
Eğitimin bir hak olduğu ve herkese eşit bir şekilde sunulduğu belirtilen eğitimin, sermayeyle ilişkilenmesiyle birlikte eşitsizlik daha da derinleşir. Toplumumuzda da eğitimin alınıp satılan bir meta haline dönüşmesi, bir siyasal iktidar politikası olarak; kamu eğitiminin özelleştirmesiyle ve devlet desteğiyle hız kazandı. Sermayenin bu alana girişini hızlandıran politikalarla; özel okullar kamu okulları yanında hızla çoğaldı: “ Örgün eğitimde 61 bin 111'i resmî okul, 14 bin 352'si özel okul ve 4'ü açık öğretim okulu olmak üzere toplam 75 bin 467 okul bulunuyor.” (1) Özel okullaşma arttıkça, özel ilkokuldan özel üniversiteye; parası olan için eğitime ulaşma çok daha kolay hale geldi. Parası olanın, eğitimden mahrum kalmak gibi bir derdi yoktur. Parası olmayan alt sınıflar içinse, zaten giderek daha da niteliksiz hale dönüşen kamusal eğitim, bir seçenek değil, zorunluluktur.
Öte yandan eğitim, meslek okulları aracılığıyla, kapitalistlerin nitelikli emek gücü ihtiyacını da karşılayan bir şekilde yapılandırılır. Meslek liseleri, MESEM ler ve yeni uygulamaya konulan; Mesleki ve teknik Anadolu liseleri bünyesinde "mesleki ortaokulları" sermayenin nitelikli emek gücü ihtiyacını karşılamaya yönelik olan okullardır. Özellikle MESEM ler, eğitimin sermayeyle açık bir şekilde ilişkilenmiş olduğu eğitim kurumlarıdır. Bu okullar, bir gün okullarda teorik eğitim, 4 gün de MEB in çıraklık sözleşmesi yaptığı iş yerlerinde pratik(staj) olarak düşünülmüş okullardır. Çocuklar staj sürecinde, yetişkinlerin yaptığı her türlü işi yaparak, kapitalistin ucuz emek gücü ihtiyacını karşılıyorlar. Yetişkin işçilerin yaptığı her işi yaparken, iş güvenliği önleminin yetersizliği nedeniyle yetişkinlerin maruz kaldığı; iş kazalarına da maruz kalıyorlar ve yaşamlarını kaybediyorlar. İSİG Meclisi verilerine göre, 2023-2024 eğitim ve öğretim döneminde 9 çocuk işçi MESEM kapsamında çalıştırılırken yaşamını yitirmiştir. Burada, eğitimde çocuk işçiliğin yolunu açan 4+4+4 sisteminin, sermaye lehine uygulamaya koyulmasını da eklemek gerekir.
Bir bütün olarak bakıldığında eğitim sistemi, sermayenin ihtiyacına göre yapılandırıldığı gibi aynı zamanda; egemen sınıflara boyun eğen, biat edebilen bireyler ve her koşulda sorgusuz sualsiz çalışabilecek emekçiler yetiştirmenin aracı olduğu görülür. Bu minvalde eğitim sistemi, okullar; kapitalist sınıfın, sınıf egemenliğini ve sınıf politikalarını yeniden ürettikleri alanlardır. Eğitim modelinden eğitim müfredatına kadar, sistemi yeniden üretecek, sistemin istediği bireyleri yetiştirecek araçlar, sistemli ve bilinçli olarak kullanmaktadır.
Yeni uygulamaya koyulan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” minvalinde, yeni müfredat uygulamaya konuldu. Kuşkusuz müfredattan iktidarın beklentisi; politik sürecin olduğu kadar üretim sisteminin de ihtiyacı olan; sorgusuz sualsiz, biat edebilen bireyler yetiştirmektir. Müfredattaki değişime yönelik olarak, müfredatı sorgusuz kabullenmiş ve müfredata hayat bulduracak öğretmenlerin de eğitim sistemine katılması gerekirdi. Bunun için Öğretmenlik Meslek Kanunu gündeme getirildi. Yasalaştırılan Öğretmenlik Meslek Kanunu’yla, istenilen kriterlere uymayan öğretmenlerin yeterliklerini sorgulayabilecek, yetersiz bulunanlar; kurulacak akademilere gönderilerek, eğitim sisteminin dışına düşürebilecekler. Eğitim sistemi üzerinde gösterilen bütün bu çabalar, bütün bir toplumun yararı için değil, kapitalist sınıfın ve siyasal iktidarın çıkarları için gösteriliyor.
Kapitalist sistemde eğitime dair son sözü Engels’e bırakalım: “Eğer burjuvazi işçilere ancak gerektiği kadar bir yaşantı bağışlıyorsa, onlara ancak çıkarlarının izin verdiği kadar bir eğitim vereceğini de kolaylıkla tahmin edebiliriz.” (2)
Kaynaklar
1. https://www.meb.gov.tr/2023-2024-egitim-ogretim-istatistikleri-aciklandi/haber/34977/tr
2. İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, Sayfa 175, Gözlem Yayınları