İntiharları değerlendiren Gürsel: Yalnızlaşma duyguları artabilir ancak kolektif çıkış mümkün

Özelikle işsiz ve dar gelirliler arasında artan “intihar” vakalarını değerlendiren Psikolog Baran Gürsel, süreç itibariyle “dayanak bulamama ve yalnızlaşma duygularının olasılık olarak artabileceğini" ancak işçilerin ve toplumsal kesimlerin kolektif çıkış yollarına yönelme gücü olduğuna dikkat çekti.

Ekonomik kriz derinleştikçe özelikle alt gelir grupları ve işsizler arasında “intihar” vakaları daha çok görünür olmaya başlandı. Hemen her gün, “borcunu ödeyemedi, çocuğuna kıyafet alamadı, kirasını ödeyemedi ve iş bulamadı” gibi nedenlerle yaşamına son veren insanlar oluyor. Basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskılar, adalet duygusunun zedelemesi ve demokratik hak arama yöntemlerinin kısıtlanması da sıkışma hissini arttırabiliyor ve bu tür yönelimlere yol açabiliyor. Toplumsal Dayanışma için Psikoloji Derneği (TODAP) üyesi Psikolog Baran Gürsel, krizin toplum ve birey üzerinde yaratığı etki ve baskı yöntemlerinin “intihar” vakalarıyla bağlantısını değerlendirdi.

‘BASKI VE SIKIŞMA HİSSİ ARTABİLİR'

“Kapitalizmin, çalışmayı yaşamda kalmak için temel bir zorunluluk haline getirdiği için çalışma faaliyeti, yaptığımız iş, çalıştığımız mekân ve kişiler, işverenimiz, sınıfsal kurumlarımız ruhsal dünyalarımızda önemli bir yer kaplıyor” hatırlatmasında bulunan Gürsel, “Kriz zamanlarında biliyoruz ki iş ilişkileri çeşitli biçimlerde değişebiliyor. ‘Maliyet azaltma’ ve benzeri sebeplerle çalışan üzerindeki denetim arttırılabiliyor, eş zamanlı olarak çalışanların maddi ve sosyal haklarında kısıtlamalar yapılabiliyor, hayatlarından çalınan zaman artırılabiliyor veya işleri elinden alınabiliyor. Zaten kısıtlı olan hareket alanı daha da kısıtlanınca insanın baskı ve sıkışma hissi artabilir ve de kayıp deneyimleri yaşanabilir. Bunun nasıl düşünceler ya da eylemler doğuracağı birçok faktöre de bağlı ama özellikle işçilerin birbirleriyle ve diğer toplumsal kesimlerle kurduğu ‘kardeşlik’ bağlarının epey zedelenmiş olduğu günümüz koşullarında bunlar daha zorlayıcı olabilir ve dayanak bulamama, yalnızlaşma duyguları artabilir. Tabii bu türden ‘ortak acıların’ yeni kardeşlik bağlarının kurulması için yeni bir potansiyel yarattığını es geçmemek de çok önemli” dedi.

‘KAYIP, YOKSUNLUK, GELECEKSİZLİK DENEYİMLERİ ARTABİLİR’

Bu durumu, kapitalizmin taşıdığı öteki bir zorunlulukla birlikte düşünmemiz gerektiğini dile getiren Gürsel, “Yaşamımızı sürdürmek için gerekli olan neredeyse tüm araçları piyasadan, yani parayla almamız gerekiyor. Temel ihtiyaç malzemelerinden kendi açımızdan anlamlı bir hayat sürmemize olanak verebilecek her şeyi satın almamız gerekiyor. Dolayısıyla kriz ‘hayat pahalılığı’ aracılığıyla da hayatlarımızın göbeğine giriveriyor. Hayatta kalma ve kendi açımızdan anlamlı bir hayat sürdürme araçlarına erişimimiz engellendikçe kayıp, yoksunluk, geleceksizlik deneyimlerimiz artabilir. Borçluluğun etkisini de bunlara eklememiz anlamlı olabilir çünkü borçluluğu görece sürdürülebilir biçimlerde yaşadığımız durumların da, kriz zamanında daha zorlayıcı içsel sıkışmalara dönmesi ihtimaller dahilinde. Bireyselleştikçe ve krizi içselleştirdikçe yaşadığımız zorluk artabilir” diye belirtti.

‘TIKANIKLIK RUHSAL DÜNYAMIZA SİRAYET EDİYOR’

İntiharlar üzerine oldukça fazla konuşuluyor olmasının bir sebebinin de “toplumun geniş kesimlerinin kendi gerçekliklerini, dert ve taleplerini konuşacağı, duyacağı ve takip edeceği yolların iyice kısıtlanmış, tıkanmış olması”na bağlayan Gürsel, “Çeşitli araçlarla bu yolların tıkandığını ve bu tıkanmaların toplumsal, sosyal ilişkilerimizin ve ruhsal dünyamızın birçok alanına sirayet ettiğini görebiliyoruz. Dolayısıyla böyle bir ortamda, yakıcı bir durumun varlığına işaret ettiği inkâr edilemeyecek olan intihar durumları üzerinden, kendimize bir konuşma ve açıklama talep etme alanı buluyoruz” dedi.

‘ÜZERİNE DÜŞÜNMEYE AÇIK OLMALIYIZ’

İntiharlar “sebepleri" üzerine medya üzerinden tartışma yürütmenin risklerine de dikkat çeken Gürsel, uyarılarını şöyle sürdürdü: “Bu tartışmalar içerisinde ne sınır aşımlarının ne de konunun bir hegemonya malzemesi haline gelmesinin önünü kolayca alabiliyoruz. Öte yandan da, ekonomik kriz gibi toplumsal olayların ruhsal etkilerinin sadece topluma ve bize çarpıcı gelen ve kolayca görünür olan durumlar üzerinden düşünme eğilimini, istemeden de olsa besleyebiliyoruz. İntiharların özgün örnekler olup olmadığını ayrıca tartışabiliriz ama burada dikkat çekmek istediğim şey, ekonomik krizin ‘ruhsal krizlere’ dönüşmesinin birçok farklı yolu olabileceği. Hepimiz bu krizleri farklı şekillerde yaşayabiliriz. Toplumsal gerçekliği kavrayabilmek için bu etkiler üzerine düşünmeye daha açık olmalıyız.” Gürsel, krizin etkilerini konuşabilecek, anlayabilecek ve stratejilere tercüme edebilecek -özellikle sınıf temelli- mecra ve kurumlara ihtiyaç olduğunu vurguladı.

‘DAHA FAZLA KAYIP VE TOPLUMDAN YALITMA MESAJI VERİLİYOR’

İntihar vakalarının antidemokratik yönetim biçimi ile bağlantısı ve hak arayanların “terörize” edilmesinin nedenlerine dair de konuşan Gürsel, “Burada iki tür tehdidin olduğu insanın aklına geliyor. Birincisi, talepte bulunmanın cezalandırmayla, yani daha fazla kayıpla son bulacağı mesajı var. İkincisi de toplumdan ayrıştırma mesajı var. Açıkçası bu mesajların, hedeflenen kaygıyı ne düzeyde yarattığını ben bilemiyorum. Ama en azından varsayımsal olarak bunların, mevcut koşulları kaybetme kaygısına eklenen başka bir kaygıyı, yani, yaslanılabilecek ötekilerden ayrıştırılma ve dayanaksız kalma kaygısını yaratabileceğini düşünebiliriz.

Bence bizim düşünmemiz gereken önemli bir mesele şu: Bu baskılar, bir yandan, direnenlerde ve onlara bakıp umutlananlarda bir adaletsizlik duygusu yaratabilir tabii ama adaletsizlik duygusu her koşulda fikirsel ve eylemsel bir çıkışsızlığa dönüşecek diye bir şey yok. Eğer baskı ve tehditlerin yarattığı kaygı pasifleştirici bir etki yaratıyorsa, bunun neden gerçekleştiğini anlamaya çalışmalıyız. Göçmenlikten yoksulluğa, şiddetin sınır tanımazlığından ideolojik yüklere, alternatifsizlikten kurumsuzluğa kadar birçok faktör, yapılan baskıların pasifleştirici etkiler yapmasına neden oluyor olabilir. İşte bana kalırsa, bu faktörleri anlamaya çalıştığımız zaman, dikkate almamız, alternatif üretmemiz, dönüştürmemiz gereken noktalar daha görünür hale gelecek. Belki de aynı zamanda geleceği inşa etmeye yönelik ortak arzumuz canlanacak, geleceği inşa etme fikri daha ikna edici hale gelecek. Tabii işçi sınıfının ve toplumun (bizlerin) anlama ve yeniden inşa etme arzularını canlı tutmak için, illa yeni olması gerekmez belki ama nitelik olarak alternatif, yaratıcı, süreklilik sahibi ve güvenilir biraradalıklara ihtiyacımız var” diye belirtti.

‘DAYANIŞMALAR VE DİRENİŞLER UMUT VERİCİ’

Toplumsal ve ekonomik krizlerin çoğunlukla yaratabildiği sıkışmışlık duygularına aciliyet duygusunun da eşlik ettiğini ve bunun bir sarmala dönüşebildiğini ifade eden Gürsel, olumsuz eğilimleri onarmak için bir araya gelmeye ihtiyaç olduğunu dile getirdi. Gürsel, zorlu süreci aşmak için alternatif ilişkilere dikkat çekerek, şu öneride bulundu: “Mevcut düzene karşı hissettiğimiz ‘bağımlılığın’ ağırlaşması ile kolektif çıkışlar arama arasındaki mesafe sanıldığı kadar uzak değil. Neticede paylaşımcı ve dönüştürücü deneyimler de, bireysel hayatlarımızdan toplu deneyimlerimize ve mücadelelere kadar toplumsal hayatımızın parçaları olarak hep varlar. En çıkışsız anlarda bunların görülebilir ve güven verici yeni imkânlar haline gelmesi ve çoğalması asla tek değil ama kesinlikle bir olasılık. Bu imkânların görünürlüğünü ve güvenilirliğini artırmak için uğraşan direnişler, insanlar ve gruplar olması da hepimiz açısından umut verici.”

MA / Sedat Yılmaz