İşçinin Emek Gücü Değerinden, Ücretine - Mustafa Arslan

Emekçiler, kırsal alanda toprağından ve toprağını işleme araçlarından; kentlerde ise sahibi oldukları üretim aletlerinden koparıldıklarında, artık gereksinimlerini kendileri üretemeyecek duruma geldiler. Üretimin araçlarından, aletlerinden, üretimin koşullarından ve üzerinde ürettikleri topraktan yoksun kalmak; gereksinimlerini karşılamaktan da yoksun kalmaktı.

Emekçiler üretemiyorlarsa, gereksinimlerini nasıl karşılayacaklardı?
Emekçileri, üretim araçlarından ve aletlerinden koparan süreç; emekçinin çalışma kapasitesi olan emek gücünü de satılabilir bir metaya dönüştürmüştü. Bu öyle bir metaydı ki, başka hiçbir metada olmayan bir özelliğe sahipti. Bu meta, tüketildiğinde değer üretebiliyordu. Emekçiler isterlerse, sahibi oldukları bu özel metayı satarak, gereksinimlerini karşılayabilirlerdi. Tabi satmama özgürlükleri de vardı. Zira emek gücü sahibi olarak, emek güçlerini istedikleri gibi tasarruf hakkına sahiptiler. Ne var ki hukuki olan bu özgürlük, ekonomik olarak satma zorunluluğunu da içerisinde barındırıyordu. Eğer emekçiler, emek gücü metasını satmazlarsa gereksinimlerini karşılayamaz, varlıklarını sürdüremezlerdi. Böyle bir zorunluluk içerisinde bulunan emekçiler, işçi kimliğine bürünerek emek gücü metasını satışa çıkardılar.

İşçinin emek gücü metasını kim, neden satın alsın?
Emekçileri, üretim araçlarından ve aletlerinden koparan bu süreç, emekçinin kaybettiği üretim araçlarını, geçim araçlarını başka ellerde toplayıp, merkezileştirmişti. Bu başka eller, üretim aracı sahipleriydi. Emekçiyi, üretim araçlarından kopararak işçi kimliğiyle damgalayan bu süreç, üretim aracını ellerinde toplayanları da kapitalist kimliğiyle damgalamıştı. Kapitalistler, üretim aracı sahibi olarak, sermayelerini büyütmek ve zenginliklerini artırmak için; tüketildikçe değer üretebilen tek meta olan emek gücüne ihtiyaçları vardı. Emek gücü metası da işçilerdeydi.
Bir yanda, üretim aracından koparılmış, varlıklarını sürdürmek için emek gücü satıcısı olan işçiler, diğer yanda sermayelerini büyütmek ve zenginliklerini artırmak için emek gücü alıcısı olan üretim aracı sahibi kapitalistler, bu yeni üretim ilişkisinin baş aktörleriydiler. Üretimin gerçekleşmesi için işçiler, emek güçlerini satacaklar, kapitalistler de emek gücünü satın alıp, üretim araçlarını harekete geçirecekti. Kapitalisti sürekli emek gücü alıcısı, işçiyi de sürekli olarak emek gücü satıcısı durumuna düşüren bu ilişki; kapitalist üretim ilişkisiydi. Bu ilişkide, işçilerle kapitalistler; sahibi oldukları meta dolayımıyla birbirlerine sıkı sıkıya bağımlıydılar. Bu sıkı bağımlılık ilişkisi, bireysel kapitalistle bireysel işçi arasında değildi. Zira her bireysel işçi, emek gücünü satabileceği kapitalistini seçebilirdi veya onu terk edebilirdi. Bir sözleşmeyle bağıtlanması ya da sözleşmenin bozulması yeterliydi. Ne var ki bireysel kapitalist karşısında, bireysel işçilerin bu özgürlükleri, bir bütün olarak kapitalist sınıf karşısında son buluyordu. Zira işçiler, bir sınıf olarak kapitalist sınıfa; mülkiyet ilişkisinin dayattığı yaşamsal zorunlulukla bağımlıydılar: “işçi, yaşamaktan vazgeçmedikçe, işgücü alıcılar sınıfının, yani kapitalist sınıfın tümünü terk edemez.”(1) İşçiler kapitalist sınıfı terk edemez. Çünkü emek güçleri, kendilerinde olmayan üretim araçlarıyla birleşmedikçe hiçbir işe yaramaz. Bir sınıf olarak, üretim aracı sahibi olan kapitalistler de, emek gücü sahibi olan işçilerden vazgeçemez. Zira kapitalist sınıfa ait olan üretim araçları, emek gücü metasıyla birleşmediğinde sermaye niteliğine bürünemez. Bir sermaye olarak değerini büyütemez ve kapitalistin zenginliğini artıramaz. Öyleyse işçiler, emek gücünü satar; kapitalistler de emek gücünü satın alır.

Emek gücünün ederi nedir? Bu nasıl belirlenecek?

Emek gücünün değeri
Emek gücü, “fiziksel ve entelektüel" yeteneklerin ifadesi olarak; insan organizmasının bir özelliğidir, bir “yaşam faaliyetidir” ve insan varlığına özgü bir kavramdır. İnsanın varlığı yoksa emek gücünden de söz edilemez.

İşçinin, kendi varlığının bir özelliği olan emek gücü metasının tüketilmesi, özünde işçinin varlığının tüketilmesi demektir. Aynı biçimde tüketilen emek gücünün yeniden üretilmesi de, işçinin varlığının üretilmesi demektir. İşçinin emek gücünü yeniden üretmek için de; başta yaşamsal olmak üzere, belirli gereksinimlere (barınma, giyinme, beslenme vb.) ihtiyaç vardır. İşte işçilerin, geçim araçları olan bu gereksinimlerin değeri; emek gücü metasının değerini oluşturur. Başka bir deyişle “emek gücünün değeri, emekçinin varlığını sürdürmesi için gerekli olan geçim araçlarının değeridir.” (2)

Kapitalist tarafından satın alınan emek gücü metası, üretim yerlerinde işçi çalışırken tüketilir. Çalışırken tüketilen emek gücünün, tekrar yerine koyulması gerekir. Aksi durumda işçi, tekrar çalışma gücünü, zindeliğini kendisinde bulamadığı gibi sağlıklı durumunu da koruyamaz hale gelir. Bunun için işçi, yeter miktarda geçim araçlarına ulaşmalıdır.

Bu yeter miktarı belirleyen nedir?
Her şeyden önce, emek gücü sahibi olan işçi; fiziksel varlığını sürdürebilmelidir. İşçinin fiziksel varlığını sürdürebilmesi ve yaşamını devam ettirebilmesi için olmazsa olmaz yaşamsal geçim araçlarına ihtiyacı vardır. Bu geçim araçları; gıda, barınma, giyinme, ısınma vb. gibi karşılanması zorunlu temel ihtiyaçlardır. Bu zorunlu temel ihtiyaçların yanında, işçinin yaşadığı tarihsel ve toplumsal koşullara göre farklılaşan ihtiyaçları da vardır. Tarihsel olarak, 100 yıl önceki işçinin ihtiyacıyla günümüz işçisinin ihtiyacı farklıdır. Toplumsal koşullar olarak ta, her ülkenin iklimi, doğal koşulları, üretici güçlerinin gelişmişlik düzeyi gibi faktörler bu ihtiyaçların farklılaşmasında ve miktarında etkendir.

Ayrıca sistemin devamı için emek gücünün sahibi olan işçi, üremeli ve neslini devam ettirmelidir. Zira işçi, yaşlanarak ya da yaşamını yitirerek üretim sürecinden çekilebilir. Bu durumda emek pazarı, yeni işçi ihtiyacını karşılayabilme sorunuyla karşı karşıya kalır. Oysa sömürü sisteminin sürekliliği, emek pazarının sürekliliğinin sağlanmasına bağlıdır. Emek pazarının sürekliliğinin sağlanabilmesi için, her zaman, emek pazarında emek gücü sahibi olan işçilerin bulunması gerekir. Sağlığını yitirip çalışamaz duruma gelerek, yaşlanarak ya da yaşamını kaybederek üretimden çekilen emek gücü sahiplerinin yerlerini, yenilerinin almaları gerekir. Emek pazarının ihtiyacı olan yeni işçi neslinin süreklilik kazanması için, işçi ailesine ihtiyaç duyulur. Bu durumda, emek gücünün yeniden üretimi için gerekli olan geçim araçlarının içerisinde, işçi ailesinin geçim araçlarının da olması gerekir.

Öte yandan işçinin ihtiyaçlarında, çalışma koşulları da etkendir. İşçinin ihtiyaçları, yaptığı işin yoğunluk derecesine ve iş gününün uzunluğuna bağlı olarak değişir. Zira işin yoğunluğu, ağırlığı ne kadar fazlaysa; ya da işçi ne kadar fazla çalışırsa, daha fazla enerji harcayacağından, daha fazla beslenme aracına gereksinim duyacaktır. Tekrar çalışmaya hazır olabilmek, sağlıklı kalabilmek için daha fazla yaşama araçlarına gereksinim duyulacaktır. Bu durum işçinin, gereksinim miktarını artırır.

İşçinin bu geçim araçlarının her birinin bir değeri vardır ve her biri, belirli miktarda değer içerir. Değerleri de, üretilmeleri için gerekli olan toplumsal emek zamanla belirlenir. Başka bir deyişle, içerdikleri emek miktarıyla belirlenir. İşte işçinin bu geçim araçlarının toplam değeri, emek gücünün değerini verir. O halde emek gücünün değeri, emek gücünün yeniden üretilmesi, varlığının korunup sürdürülmesi için gerekli olan gereksinimlerinin değerleri toplamınca belirlenir.

Burada emeğe nitelik kazandıran ve emek gücünün değer belirlemesine katılan eğitime de değinmek gerekir. Emek gücüne nitelik kazandırmak için yapılan eğitim giderleri de, ihtiyaç olarak emek gücü değerini oluşturmaya katılır. Farklı sanayi kollarının, farklı türden hüner ve beceriye ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı karşılamak için eğitime ihtiyaç duyulur. Emek, alınan eğitimle birlikte; çalışmanın niteliğine uygun olarak özel türde emek niteliğine kavuşturulur. Özel türde bir emek için yapılan bu eğitim harcamalarının değeri de, emek gücü metasının değerinin belirlenmesine katılır.

Emek gücü değerinin büründüğü biçim, fiyat (ücret)

Fiyat, değerin para olarak ifade edilmesidir. Bu durumda emek gücünün fiyatına, emek gücünün değerinin para biçimidir diyebiliriz. Emek gücünün fiyatı dediğimizde, değerin bir ifadesi olan fiyattan, yani işçinin eline geçen paradan söz ederiz. Bu para, işçinin ücretidir ve ücret, fiyatın bir görünümüdür.

Ücretler ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, sektörden sektöre, çeşitlilik gösterir. Aynı sektör içerisinde de farklı ücretlerle karşılaşırız. Bunun nedeni yukarıda belirtmeye çalıştığımız ülkenin özgün koşulları, harcanan emeğin yoğunluğu, işgünü uzunluğu ve sektörün çalışma koşullarıdır. Özcesi emek gücünün maliyetindeki farklılıklardır. Ücretin farklılaşmasının nedenlerine, değer farlılıklarının dışında; fiyatına etki eden emek gücü arz ve talebini, işçilerin ücret mücadelesini ve devletin ücret belirlemesine doğrudan ve dolaylı olarak müdahalesini de belirtmek gerekir.

Emek gücü arz ve talebi, emek pazarında işçilerin çokluğu ya da azlığı, başka bir deyişle işsizliğin boyutunda görünür. İşsizliğin artışıyla birlikte emek gücü arzı artar, oransal olarak emek gücüne talep azalır. Bu durumda, emek gücünün fiyatı olan ücretler baskılanarak, düşer. Emek gücü arzı azalırsa, emek gücüne olan talep artar ve ücretler yükselir. Devletin ücretlere etkisini de, ücretlerin baskılanmasında (asgari ücret belirlemesi) doğrudan; grev yasaklarında ise dolaylı olarak görürüz. Ücret düzeyinin belirlenmesinde ana etken olan; işçilerin ücret mücadelesi de, ücret farklılaşmasında ve ücretlerin yukarı yönlü hareketinde etkendir.

Emek gücünün değeri ve fiyatı (ücret) arasındaki ilişki

İşçinin geçim araçlarının toplam değeri, bu araçların üretilmesi için toplumsal olarak gerekli emek miktarıyla (emek zaman) belirlenir. Bu emek miktarı, işçinin gereksinimi olan geçim araçlarında bulunur ve bu araçların toplam değeri, emek gücünün toplam değerini verir. Geçim araçlarının değerindeki yükselip düşmeye bağlı olarak, emek gücü değeri de yükselip düşebilir. Ne var ki, emek gücü değerinin bir alt sınırı vardır. Bu alt sınır, işçinin almadığında; normal yaşamını sürdüremeyeceği geçim araçlarının değerine eşittir. Eş değerlerin değişildiği bir üretim sisteminde, toplam emek gücünün değeri, bu fiziksel asgariye düşemez. Ne var ki değerin para olarak ifadesi olan fiyatı, bu fiyatın bir görünümü olan işçinin aldığı ücret, fiziksel asgariye inebildiği gibi fiziksel asgariyi de zorlayabilir. Bu bize fiyatın, ortalama değerden sapmasını gösterir ki, her zaman da sapar.

Ücret farklılıklarını etkileyen emek gücü arz talebinin dengede olduğu, mücadelenin ve devlet müdahalesinin sıfırlandığı bir durumda ücretler, emek gücünün ortalama değerine tekabül eder. Bu ücretler, işçilerin geçim araçlarını karşılayan ve soyunu sürdürmesini sağlayan bir ücrettir. Ne var ki emek gücünün fiyatı, yani işçinin eline geçen para olan ücret, fiziksel olarak vazgeçilmez olan geçim araçlarının değerine, yani emek gücü değerinin asgari sınırına düşebilir. Fiyat, bu asgari olana düştüğünde, emek gücünün normal değerinin altına düşmüş olur. “Eğer emek-gücünün fiyatı, bu alt sınıra düşerse, bu koşullar altında varlığını ancak kötürüm bir durumda koruyup sürdürebileceği için, değerinin altına düşmüş olur.“(3) Böyle bir durumda işçinin, ücretiyle alabileceği ihtiyaçlar listesi azalır; normal düzeyde sağlığını koruyamaz ve normal düzeyde yaşamını koruyup, sürdüremez. Bu durumda işçi ancak kendisini “çarpık” biçimde, “kötürüm” olarak koruyabilir ve geliştirebilir. Kapitalist üretim ilişkisinde emek gücünün fiyatı, sürekli olarak emek gücünün fiziksel asgarisine düşme eğilimindedir.

İşçi sınıfı mücadelesinin geriye düştüğü, işsizliğin arttığı, enflasyon artışı ve bunalım koşullarında bu fiziksel asgari de zorlanır. Bu durumda emek yağmasından söz edebiliriz. Emeği yağmalanan işçi için artık, sağlıklı bir yaşamdan söz edilemez. Bu durum işçinin sağlığının, vücut bütünlüğünün bozulmasına ve erkenden yaşlanmasına neden olur. Sadece bu da değil. Diyelim işçinin 30 yıllık üretme kapasitesi var ve işçi, emek yağması ücrete zorunlu bırakılıyor. Bu durumda işçinin, sürekli kendisini yenileyemeyen emek gücü, zamanından önce tüketilecektir. Zamanından önce tüketilen emek gücü, işçinin sağlığından ve ömründen çalınması demektir. Başka bir deyişle işçinin yaşamının zamanından önce sonlanması demektir. Ayrıca bu durum, işçinin çalışmasına ihtiyaç duyan ailesinin de felaketi demektir. Bireysel kapitalist, bu felakete, işçinin sağlığına ve yaşamına duyarsızdır. Onun için önemli olan şey emek gücünün azami harcanmasıyla elde edeceği değerdir. Bu değere ulaşmak için emek gücünün yaşam süresini kısaltmaktan hiç çekinmez. Zira emek pazarı, üretimden çekilen işçilerin yerini alacak yeni işçilerle doludur. Emek pazarının, emek gücü sahibi işsizlerle dolu olması; kapitaliste, emek gücünü pervasızca, savurgan bir tutumla harcama güveni ve olanağı verir.

Bu gerçekliğe, toplumumuzda işçi sınıfının ücretleri üzerinden bakıldığında; ücretlerin, emek gücü değerinin fiziksel asgarisine ve yaşanılan kriz koşullarında etkisiyle fiziksel asgarinin de zorlandığı görülür. Özellikle asgari ücretin, emek gücü değeri üzerinden değil de ülkenin içinde bulunduğu koşullar üzerinden; idare etsinler anlayışıyla açlık sınırında belirlenmiş olması, bu fiziksel asgarinin de zorlandığını gösteriyor.


Başvurular
1. Karl Marx, Ücret, Fiyat ve Kâr, Sayfa 33, 1. Baskı, Sol Yayınları
2. Karl Mar, Kapital 1, Sayfa 186, 1. Baskı, Sol Yayınları
3. Karl Mar, Kapital 1, Sayfa 188, 1. Baskı, Sol Yayınları