Geçen haftadan bir haber: “İstanbul'da 128 yıl hapisle aranan 17 yaşındaki çocuk yakalandı. 160 olaya karıştı, 52 suç kaydı var.”
Bir gün sonra çıkan bir başka haber: “Kadıköy’de haraç için hukuk bürosunu kurşunlayan 5 şüpheli yakalandı. S.Y. (16), B.Y. (17), F.İ. (19), E.S. (18), M.A. (18) yaşında.”
Bir tane daha: “Esenler’de parkta arkadaşları ile oturan Umut Hamdi Saraç'a yüzleri maskeli 2 kişi silahlı saldırı düzenlendi. 21 yaşındaki Saraç öldü.”
Haberler bitmiyor. Bu da sonuncusu: “Beşiktaş'da kafede oturan 44 yaşındaki Cengiz Şire, kapüşonlu kişi tarafından başından vuruldu.”
Sadece bir hafta içerisinde İstanbul’un faklı yerlerinde yaşanmış, benzer olaylar bunlar. Aslında benzer demek de doğru değil. Yaşlar, saldırılar, tarzlar tıpa tıp aynı. Belki bazılarını gördünüz, okudunuz. Haberlerdeki bilgilerin hepsi bu kadar. Oysa haberi okuduktan sonra yaşamını yitiren çocuğun ismini Tik Tok’ta bir aratın. Hemen hepsi için müzikler eşliğinde hazırlanan ‘anma kliplerini’ göreceksiniz. Dehşete düşeceksiniz. Karşınıza bambaşka bir dünya çıkacak çünkü.
Peki nasıl bir dünya?
3 KATTAN FAZLA ARTIŞ
Adalet Bakanlığı’nın istatistiklerine göre 2024 yılında Cumhuriyet savcılıklarına çocukların şüpheli olduğu 424 bin 911 dosya geldi. Dosyalar 665 bin 241 suç içeriyordu. Şüpheli çocuk sayısı kaç biliyor musunuz? Tamı tamına 483 bin 016. Bunun 285 bin 292’si, 2024 yılına ait. Kalanı önceki yıllardan devretti. Özetle elimizde şu an soruşturulan, yargılanan yarım milyon çocuk var. Neyle karşı karşıya olduğumuzu görmek için şu grafiğe bir bakın:
Yani geçen hafta okuduğumuz haberler birer istisna değil. 14 yılda suça sürüklenen çocuk sayısı 3 katından fazla arttı. Aklınıza gelebilecek her türlü suçtan dolayı yargılanıyorlar. Ama suçların üçte ikisi hırsızlık, gasp, uyuşturucu gibi ‘yoksulluk suçları’ dediğimiz, benzerine dünyada ancak 18’inci yüzyıl İngiltere’sinde rastlanmış bir büyük yıkıma bakıyoruz. Ne var ki, okuduğumuz haberler birer Oliver Twist hikayesi değil. Türkiye, geleceğe ayarlı bir ‘saatli bombanın’ üzerinde oturuyor.
Öyleyse esas soruyu sormak lazım: Nereden geldi onca ‘suçlu çocuk’?
KENTSEL DÖNÜŞÜM TÜM YAŞAMI DÖNÜŞTÜRÜYOR
Türkiye’nin son çeyrek asırda siyasette, ekonomide, gündelik yaşamın rutininde karşılaştığı ağır sorunlar birer miras misali geleceğe de kalıyor. Ve o mirasın temsilcileri büyük kentlerin bu ‘eğreti çocukları’ oluyor. Tekinsiz, güvencesiz bir geleceğin nesli. 10 yılda birkaç kuşaktır yaşadıkları mekanlardan sürülmüş, ‘kent içi göçmen’ ailelerin mensupları çoğu.
Kentsel dönüşüm insanları yerlerinden ettiği vakit, süregelen bir ‘yaşam döngüsü’ de bozulmuş oluyor. Yalnızca evler yıkılıp, yerlerine daha lüksü yapılmıyor. Küçük atölyeler, bakkallar, kahvehaneler, okullar, camiler, cem evleri; öyle veya böyle akıp giden dostluklar, arkadaşlıklar ve hatta düşmanlıklar, küslükler de tarumar oluyor. Özetle mekan altüst edilirken onun üzerinde bütün imkanları ve imkansızlıklarıyla kurulu olan dünya da sosyal ağları ile beraber altüst ediliyor. Ve yok edilen sosyal ağların yerini belirsiz bir başka ‘ağ’ dolduruyor.
Kafeler, zincir marketler, lokantalar, AVM’ler, kuryelik dışında neredeyse güvenceli bir iş bulunmuyor artık. Üstelik bir telefon parası etmeyen, açlık sınırının altında asgari ücrete mahkumlar. Eğitim deseniz feci. Memleketin en değerli diplomalarını paçavraya çevirirken sonuçları darbe vurduğunuz yerle sınırlı kalmıyor. Bebek sırtlarındaki Boğaziçi’ne indirilen kazma, Nurtepe sırtlarını da moloz yaratıyor. Daha iyi eğitim ve yaşam çoğunluk için bir hayal olmaktan bile çıktı. Parasız ulaşılabilir yegane eğitim ise tarikat kadrolaşmasının, dinselleşmenin hakim kılındığı devlet okulları. Hatta artık eğitimin dinsel olanından bile vazgeçildi. Hedef hiç eğitmemek!
Dolayısıyla binlerce çocuğun önüne konulan seçenek ya asgari ücretle tornaya, tezgaha; ya meçhul bir gelecek için takkeye, tarikata…
Lakin takke-torna arasına sıkıştırılmış nesle, bütün memleketi çürüten berbat bir seçenek daha sunuldu: Torba!
‘TORBA’YA DAHA KAÇ ÇOCUK SIĞAR?
Türkiye’de uyuşturucu her zaman vardı. Bunun ‘normal’ bir iş imkanı olarak çocuklara kadar yayılmasına ise ilk kez tanık oluyoruz. Üstelik kendiliğinden gerçekleşmedi bu süreç. Siyasal rejimin işleyişinin doğal bir sonucu olarak örgütlendi, teşvik edildi, yayıldı. 2010’lardan sonra küresel baronlar, kara para, tonlarca uyuşturucu elini kolunu sallayarak memlekete girmeye başladığı anda kara para ekonomisi de sokaklara hakim oldu. 2014’lerden itibaren Suriye ve ardından Ukrayna savaşı ile parti parti silah aktı. KKTC merkezli bahis ve kumar organizasyonunun her biri yüzlerce insanın dahil olduğu bir finansal ağ gibi işliyor.
Yani para yoksul, güvencesiz, tekinsiz sokaklarda döne dolaşa rezidanslara, villalara, offshore hesaplarına akıyor. Suç ekonomisinin tedarik zincirleri Kolombiya’dan Mersin ve Ambarlı limanlarına, oradan Nurtepe’ye, Gazi mahallesine bağlanıyor. Bir torbacının günlük kazancı 20-30 bin liraya kadar çıkmışsa, ortada organize bir suç yoktur artık. Patronları, siyasetçileri, bürokratları, çalışanları, silahlı gücü ile tastamam bir ‘kara ekonomi’ dünyası vardır.
Geçen hafta İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “Cumhuriyet tarihinin en büyük uyuşturucu operasyonu” diye bize, Ankara’da yakalanan 602 torbacıyı sundu. Bunun 110’u çocuktu. Daha nasıl bir itiraf olsun?
‘Takke-torna-torba’ arasına sıkıştırılmış on binlerce çocuğun çarklarını oluşturduğu, geleceğe ayarlı saatli bir bomba bu. Öyle bir çıkmaz ki tedarik zinciri bir aksarsa, o insanlar neyle geçinir, o kadar silah kime patlar?
Velhasıl istediğiniz kadar cezaları artırın, devasa hapishaneler inşa edin. Rejimin damarlarında kara para, rüşvet, yolsuzluk dolaştıkça, emek değersizleştikçe, kentlerde geçim imkanı azaldıkça kara ekonomi daha da büyüyecektir. Canavarın kalbi sökülmeden, kimse huzur bulamayacaktır.