Fransa’da 10 ve 18 Eylül’den Sonra 2 Ekim’de Genel Grev - Nilgün Güngör

Fransa’da işçi düşmanı yeni bütçe, emeklilik yaşının 64’e çıkarılmasına karşı yapılanlardan bu yana en güçlü eylem dalgası ile karşılandı. 10 Eylül’de blokajlar, 18 Eylül’de ise grevler hayatı durdurmakta ağırlıklı rol oynadı. Her iki eylem günü de hem işçi kitleleri, sendikalar hem de sol parti ve örgütler tarafından başarılı olarak değerlendiriliyor.

Geçen yılın Temmuz ayından bu yana başbakanlığa atanan üçüncü seçilmemiş isim olan Sébastien Lecornu daha bakanlarını belirlemedi ve hükümet resmen kurulmadı ancak programı öncekinin aynı. Lecornu, sosyal partnerlerle görüşüyorum diye bir yandan Fransız mali oligarşisinin örgütleriyle, bir yandan da sendikalarla buluşuyor. Ancak bu görüşmelerin hiçbir sonuç vermediği görülüyor. İşçi hareketi 2 Ekim’de yeni bir genel greve hazırlanıyor. Talepleri aynı: Burjuvazinin kaldırmak istediği iki tatil gününü grevle kurtardılar. Fakat kamu sektöründe çalışanların 5 haftalık tatil hakkından bir haftanın kaldırılması tehlikesi devam ediyor. Devlet dairelerinde çalışan memurlarla emeklilerin maaşları donduruldu. İşsizlik sigortası koşulları, sosyal sigorta-sağlık hakları da kısıtlanıyor. Emeklilik yaşı mücadelesi kaybedilse de 60 yaş talebi devam ediyor.

2 Ekim’deki eylemin şiarı “Sosyal adalet ve vergi adaleti”. Çiftçiler ise 26 Eylül’de Mercosur’a, Donald Trump’ın dayattığı vergilere ve uluslararası şirketlerin Fransa normlarını çiğneyen ithal ürünlerine karşı eyleme gidecek.

10 EYLÜL BLOKAJLARI

CGT sendikasının değerlendirmesinde 10 Eylül için yaptıkları grev çağrılarının karşılık bulduğu ve sıranın 18 Eylül genel grevini inşa etmek olduğu belirtiliyordu. Sendikaların açıklamasına göre pek çok sektörde grev kararına uyuldu. Örneğin:

Belediyelerde çocuk bakım, eğitimde müfredat dışı faaliyetler dahil olmak bölgesel ve yerel düzeyde yüzlerce tesis kapalıydı. Yüzlerce kamu hastanesinde iş bırakılırken hastanelerde onbinlerce sağlıkçı greve katıldı. Maliyede en az 10.000 kişi greve katıldı. Devlet demiryollarında greve katılım yüzde 25 oldu. Güvenlik elemanları alanında şimdiye dek görülmemiş bir grev yaşandı. Kimya sektöründe 130’dan fazla grev çağrısı yapıldı, Arkema’nın 12 işyerinden 11’i iş bıraktı. Metal sektöründe 142, gıda endüstrisinde 100 grev çağrısı yapıldı; grev kararına metalde kapanma tehlikesi altındaki ArcelorMittal’de yüzde 90 oranında uyuldu. Şeker endüstrisinde de Avrupa’nın en büyük şeker fabrikası Tereos sabah 7:30’dan itibaren 8 saat bloke edildi. Kamyonların tesise girmesi engellendi.

Grev pek çok gösteri merkezini, müze ve devlete bağlı kültür hizmetlerini etkiledi. Louvre müzesi, Versailles sarayı, Orsay, Vincennes şatosu, Panthéon, Mitterand Kütüphanesi, Bourges katedrali, Paris ve Aix’deki ulusal arşivler dahil 30 kurum tamamen ya da kısmen kapalı kaldı.

Gösteriler genelde barışçıl olsa da işçi hareketinin radikalleşmesini önlemek için polis gaz ve cop kullandı. Bu nedenle birçok blokaj kolayca dağıtıldı. Ancak bu defa devletin önemli bir enstrümanı insansız hava araçlarıydı (drone’lar).

DRONE’LARIN ZAMANI

Eylemler elbette ki sistemin icazeti ile değil onunla karşıtlaşarak yapılıyor. El Figaro gazetesinin yazdığına göre son beş yılda devletin drone filosu üç katına çıktı. Jandarmanın 965, polisin 650 drone’u var. Drone kullanımı 2023 yılında bir yönetmelikle belirlendi ve gösterilerin gözlenmesinde genel bir uygulama haline geldi. 10 ve 18 Eylül’de de itirazlara rağmen kullanımdaydı.

İki yıldan beri polise göre bu tip gözetleme araçlarını kullanmak kaçınılmaz. Toplamda 1.500’den jandarma ve polisin bu tarz araçları, uzaktan kumandalı kameraları kullanmak için eğitildiği belirtiliyor. Tabii hepsi yasal çerçevede deniyor… Görüntülerin sadece yedi gün tutulacağı ve sonra da imha edileceği söyleniyor. 2010’larda uygulamaya giren drone’lar yıllardır hukuk mücadelesinin de konusu oluyor. Danıştaya yapılan başvurular 2022 yılında cezai sorumluluk ve iç güvenlik konularında hukuki bir çerçeve belirlenmesine yol açtı. Anayasal Özgürlükleri Savunma Derneği, Avukatlar Sendikası ve Hakim ve Savcılar Sendikası, 10 Eylül’de Her Şeyi Bloke Edelim hareketini izlemek için drone kullanılmasına dönük 82 valilik kararnamesi çıkarıldığını açıkladı. Dernek ve sendikaların itirazları sonucu bu kararnamelerin 30’u hakkına ihtiyati tedbir kararı alındı ve 12’si askıya alındı. Askıya alınan emirlerden bazıları çok geniş alanları hatta departmanların tamamını kapsıyordu -örneğin 700.000’den fazla nüfusa sahip, sadece işçi değil çiftçi eylemlerinin de güçlü olduğu Morbihan’da.

Buna ek olarak, giderek eylemleri örgütleme özelliği kazanan hatta sendikaların kurumsal bürokrasisine de alternatif birer eylem komitesi gibi işleyen forum ve meclis toplantılarına sızmaları da belirtmek gerekiyor. Kağıtsız olup oturum izni alma, sağlık işlerinin çözülmesi ve bir miktar para karşılığında polise muhbirlik yapan bir kişi tespit edildi. Forumlarda, Paris içi ve dışı eylemlerde yer alan muhbir sorgulandı, fotoğrafı ve polisle yaptığı whatsapp yazışmaları internetten deşifre edildi.

Eylemler, öncesinden başlayarak polis ve medya tarafından solun, hatta -bu denli bir gücü olmamasına rağmen- radikal solun eylemleri gibi gösterildi. İçişleri Bakanı eylemlere artık 80.000 polis ve jandarma ile hazırlandıklarını söyledi. Binlerce tehlikeli şahsın göstericilerin arasına sızacağı bildik söylemini tekrarlayarak uygulanan baskı ve tehditleri meşrulaştırmaya çalıştı. Ülke çapında 24 zırhlı araç ve 10 adet de tazyikli su sıkma aracı kullanıldı ki bütün bunlar Sarı Yelekliler hareketinden bu yana görülmedik bir artışa ve niteliksel bir farka işaret ediyor.

18 EYLÜL GREVLER DAHA BASKIN

18 Eylül’ü merakla beklememek mümkün değildi. Bir yandan meclis, forum gibi toplantılar devam ederken aynı zamanda sol medyadan “Grevi inşa etmek gerek” başlıklı yazılar eksik olmuyordu -ki bu genel açıklamalardan ya da masa başından yapılan çağrılardan, “Zaten üyelerimiz var” rehavetinden farklı, işyerlerinden doğru bir seferberliği temsil ettiği için umut vericiydi. Türkiye’de bu tarz emek verilen grevlerin özellikle kamu işyerlerindeki etkisini hatırlayalım. Belki daha daha önemlisi tekil işyerleri hariç grevlere, genel greve en uzak duran CFDT sendikasının da genel grev platformunda yer almasıydı. Bu ise tabandan gelen itilimi gösteriyordu. Yine sendikal karar ve pratiğinin yalpalamalarını gördüğümüz FO (Force Ouvriere – İşçi Gücü) sendikası da 10 Eylül’de “Üyelerimiz eyleme devam edilmesini istiyor,” açıklamasını yapmıştı. O halde 18 Eylül bir hafta sonraya koyulan genel grev gibi iddialı eylem biçiminin de gösterdiği üzere çıtanın yükseltildiği bir eylem olacaktı.

Gerçekten de, sınıfın en örgütlü ve hayatı en fazla etkileyen kesiminden başlarsak, özellikle 12 milyondan fazla nüfusu barındıran Paris bölgesinde metro ve otobüsler, banliyö trenleri, şehirler arası ve ilçe trenleri çalışmadı ya da iş yavaşlattı. Bir yerden bir yere gitmek için- eylemlere katılım düşünülerek çalışması -seyreltilerek- belirlenmiş toplu taşıma araçlarını -aplikasyonlara kuvvet- yakalamak gerekti! Ancak eyleme yüzde 80 oranında katılan metro ve banliyö trenleri ile sınırlı kalmaksızın bu kez grev kendisini çok daha baskın biçimde hissettirdi. Buralarda Paris bölgesindeki otobüs depoları ve büyük garlarda blokaj girişimleri de yapıldı. Yine örgütlü kesimlerden (kamu) eğitim alanında ilköğretim, ortaokul ve liselerde greve katılım sırasıyla yüzde 33 ve 45 oldu. Keza müfredat dışı etkinlikler de grevden alabildiğine etkilendi. Gaz ve elektrik dağıtımında da greve katılım yüzde 27’yi buldu. Carrefour’lardan bazıları göstericilerin öfkesinden kaçınıp o gün açılmadı. İlaçtaki tekelleşmeye, süpermarketlere konulan ilaç reyonlarına ve kar marjlarının düşürülmesine karşı eczanelerin eyleme katılımı da yüzde 80 oldu.

Akşam saatlerinde sendikalar platformu grevin başarılı geçtiğini, gösterilere de 1 milyondan fazla katılım olduğunu açıkladı. İçişleri Bakanlığı ise her zamanki gibi bu rakamın yarısını verdi. Ne var ki o günün nasıl yaşandığını, hayatın akışının nasıl etkilendiğini herkes biliyor. Sadece bu da değil: Paris, Lyon, Marsilya, Nantes’da yapılan gösterilerde taşkınlık yaptığı gerekçesiyle 309 kişi yakalandı ve bunlardan 134’ü hakkında gözaltı kararı verildi. Polisin saldırıları, eylemleri karıştırmak isteyenlere müdahale diye açıklandı. İçişleri Bakanı -seçilmemiş olmakla kalmayıp güvenoyu isteyip alamamış ve düşürülmüş olan hükümetin bakanı- utanmadan “Barışçıl gösteri özgürlüğünün kullanılmasına izin verdik,” dedi. Ona göre “Kortejlerde huzursuzluk çıkarmaya çalışan ‘7000 tehlikeli şahsın’ varlığına rağmen Fransa bloke olmamıştı.”

YAŞASIN SÜREKLİLİK

Sınıf ve kitle hareketinin hele ki göçmen pozisyonundan yapılan haber ve yorumlarda harekete, tarihselliğine, yatay ve dikey gelişimine içsellik her zaman yetersizdir. Bu doğaldır; onları kendi ülkenizdeki kadar özdeneyiminizle birleştiremez, kestiremezsiniz. Dil bariyer olmaktan çıksa da eylemli ve düşünsel süreçlerden düşmemek, mutlaka daha fazla çaba harcamak gerekir, sol ve sendikal gündem ve literatürün sürekli takibi de. Açık kaynaklar size işçi hareketinin ve solun genel akış ve pozisyon alışlarla ilgili fikir verir, dezavantajlarınızı gidermek için imkan sağlar. Yine de kendi ülkenizde daha kolay edinebileceğiniz, işçi hareketinin dipten gelen dalga ve kılcal damarlarıyla, katmanları, bölgeleri, işkolları, bildik öncü işçileri, cins, etnik, demografik bileşimi ve gelişimiyle, kısacası bütünü ile ilgili bilgi ve kavrama ihtiyacı, özellikle bu gibi tayin edici geçiş süreçlerinde daha da yakıcıdır. Burjuvazinin bir kalem darbesiyle yerli işçiler haklarını, hep daha fazla nesneleştirilen göçmen işçiler ise çok daha fazlasını kaybetmektedir çünkü. Toprağa daha sağlam basmanızı ancak birleşik mücadele sağlayabilir.

Talepleri başka ülkelerdekiyle hemen hemen aynı olan bu eylemlerin başarılı bir genel grev genel direniş ölçütünü tutturmasında, kitlelerin özgüvenini artırıp öfkesini açığa çıkarmasında en temel ve bize de güven veren bir unsur sürekliliktir. Kimi zaman sınıfsal talepler, kimi zaman scooter’lı yoksul gençlerin dur ihtarına uymadı diye sokak ortasında vurulması, dövülmesi, İsrail soykırımına uğrayan Filistin halkıyla kesintisiz dayanışma… Aslına bakılırsa yaşamsal mevziler kaybedildi, emeklilik gibi kentte ve kırda, kamuda ve özelde milyonları kesen mücadeleler onca emeğe rağmen bir sonuca varamadı. Ancak işçi sınıfının içinde örgütlü bir gücün varlığı, giderek de -emeklilik eylemleri ve geçen yılki seçimler sürecinde- daha geniş ve genç bir bileşimin katılması, sıfırdan başlama -öncü kesimlerin bile motoru çalıştırmakta zorlanması- ihtiyacı doğurmuyor. Sonuç itibariyle yetersiz kalsa ve büyük kayıplar yaşanmaya devam etse de, aynı zamanda Marine Le Pen’in faşist partisinin işbaşına gelmesini önlemek, kitlesellik ve radikalizmi besleyen bir rol oynuyor. Bunun anlamı da güçlüklerin olmaması değil, sürekliliğin de açığa çıkardığı farklı bir düzlemde yaşanması…

Bir yandan seçimlerin, parlamentonun ne kadar etkisiz olduğunu görüldüğü, düpedüz seçilmemişler eliyle yönetildiğimiz, bir yandan ise burjuva demokrasisinin içinde kimsenin himmeti olmayan, mücadeleyle kazanılmış hak ve özgürlüklerin korunması için yine mücadele etmek gereken bu dönemde süreklilik önemli bir imkandır. Bu imkanın içini doğru politika ve taktiklerle doldurmaya kafa yorarken, Türkiyeli göçmen işçileri onun bir parçası kılmaya çabalamak ise bize düşüyor.

DEĞİŞEN HAVA

Yaşananların çekiciliğine rağmen belirtmek gerekir ki henüz işçiden yana kuvvetli bir yel esmiyor. Ama grev ve direniş eylemleri, sol bloğun varlığıyla da birleşerek parlamento ve hükümet üzerinde baskısını artırıyor, havayı değiştiriyor. Burjuva demokrasisinin en basit ritüelleri bile gözünüzün önünde çiğnenerek seçilmemişlerin azınlık hükümetleri ile yönetme politikası her seferinde zora giriyor. Yeni hükümetin kaderi de farklı olmayacak.

Medyadaki tartışmalar da değişiyor. Birkaç büyük tekelin kontrolündeki Fransız burjuva medyası 44 milyar euroluk bütçe açığının sosyal haklardan kesintilerle, yeni vergilerle kapatılabileceğini, emeklilik yaşının daha da yükseltilmesi gerektiğini tekrarlayıp durdu. Mali oligarşinin beyin yıkama aygıtı askeri harcamalar ve inovasyonlar için gerekli yatırımları meşrulaştırıyordu. Alışılageldik tarzda günah keçisi göçmenler bile değil bu defa direkt Fransızlar tembel ilan ediliyordu.

Eylemlerin basıncı altında bu kez tersi de tartışılmaya başlandı. Sendikalar ve sol partiler bütçenin geri çekilmesini ve toplumsal ihtiyaçlara yanıt veren bir bütçenin tekelci burjuvaziye aktarılan 221 milyar euro’yla karşılanabileceğini söylüyor. 2018 yılında En Başarılı Genç İktisatçı ödülünü alan ekonomist Gabriel Zucman’ın adıyla anılan zenginleri vergilendirme çağrısı (Zucman vergisi) 100 milyon euro’dan fazla varlığı olanların her yıl gelirlerinin en az yüzde 2’sini vergi olarak ödemesi ilkesine dayanıyor.

Challenges dergisine göre Fransa’nın en büyük 500 servet sahibinin geliri milli gelirden üç kat fazla büyüdü. Bunların serveti 1996 yılında GSYİH’nın yüzde 6’sını temsil ederken şimdi ise yüzde 40’ını oluşturuyor. Milyarderler sıradan bir Fransızın yarısı oranında vergi ödüyorlar. Zucman, yüzlerce milyonluk ve milyarlık servet sahibi olanların yalnızca binde 3 oranında vergi olarak ödediklerini savunuyor.

Kriz, emperyalist ve tekeller arası rekabet, dünyanın yeniden paylaşılması için silahlanma atmosferinde işçi sınıfının ve emekçilerin en küçük kazanımı birçok araçla hedef seçiliyor. Burada vergi yükünün ağırlaştırılması tekelci devlet kapitalizmi eliyle özel bir rol oynuyor. Salt bölüşüm alanından getirilen bu klasik sosyal demokrasiye özgü önermeler bile Zucman’ın “aşırı sol ve yıkıcı” olarak adlandırılmasına yetti. Faşist Marine Le Pen de önerilen çözümü “Fransız işletmeleri için tehlikeli” diye niteledi.

Eylemlerin genel grev genel direniş çizgisinde gelişme potansiyelleri belirginleştikçe Marine Le Pen gibi faşistler de tekelci burjuvazinin gözünde daha fazla yer tutabilmek için bu taleplere olan mesafelerini daha açık dile getirdiler. Aşağıdan birleştirici talepler ve eylemler, kırsala ve sanayisizleşen bölgelere doğru gidildiğinde faşist partiyi destekleme tuzağına düşen gerek köylü gerek işçi kesimlerinin sınıf dışı faşist kara bayraklara bağlanmasını engelleme imkanı da taşıyor. Ancak bu sadece bir talepler manzumesi ortaya koymakla elde edilemeyecek. En kolay benimsenebilecek talepler dahi doğru bütünlüğün kurulmama, milliyetçi şoven bir torbaya tıkılma riski taşıyor ki bu risk 10 Eylül Her Şeyi Bloke Edelim hareketi için de geçerliydi. Gerici toplumsal kodlarla birleşik olarak kendisini kırların, göçmenler yüzünden işsizleşen ya da haklarından yeterince yararlanamayan Fransız işçi ve emekçilerin temsilcisi gibi gösteren faşist partiler büyük tekelci kapitalistler için merkeze yerleşmeyi de önlerine koyuyor. Faşist bir partinin koalisyonda yer aldığı bir Fransa, yönetememe krizinin üst evreye sıçramasını yaşar.

Şu anda sınıfın birliği, eylemlerin işçi sınıfını genişlemesine ve derinlemesine kapsaması, kent yoksullarını aynı taleplere doğru çekmesi yönüyle zayıflıklara, bir gözün hep parlamentoda olmasına rağmen donmuşluk değil özgüven baskın. En önemlisi bu ve zayıflıkları tamir etme imkanı da burada…