Kendi ‘Onur’umuzu savunuyoruz - Cem Terzi ile söyleşi

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu deyince aklımıza Dilovası geliyor. Dilovası bilindiği üzere plansız sanayileşme, bunun sonucunda çevre kirliliği ve halk sağlığının adeta unutulduğu bir bölge. Belki de büyük sermaye grupları unutulmasını istemiş, görülmesini engellemiş. Bilemiyoruz!
 
Hamzaoğlu, bu ‘unutulmuş’ ilçenin ‘görünmeyen’ine eğiliyor. Halk sağlığı ve plansız sanayileşme arasındaki ilişkiyi yeniden önümüze koyuyor, hem de ağır sanayi işletmelerinin sahibi patronlar ve yerel yönetim elitlerini karşısına alarak. Kocaeli Dilovası bölgesinde yaptığı araştırmaların sonuçlarını kamuoyuyla paylaştığı için Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı Hamzaoğlu hakkında davalar açıldı, üniversite yönetimi tarafından soruşturmalar yapıldı. Bu bölgede saptadığı yoğun çevre kirliliği ve buna bağlı olarak da oluşan kanserli ölümler çalışmasının ana konusunu oluşturuyor. Ancak, otoban yolunda Dilovasından arabayla geçerken kokudan camları kapatmak durumunda kalan vatandaşın bile gördüğü gerçekler, memleketimizin ‘resmi’ kurumları tarafından derhal “gerçek dışı” ilan edildi.
 
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun yaşadığı hukuksuzluk ve haksızlığa karşı bir araya gelen “Onurumuzu Savunuyoruz Hareketi” sözcülerinden Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cem Terzi ile hem dava sürecini, hem akademik özerkliği hem de oluşturdukları platformu konuştuk. Hamzaoğlu’nun bir bilim insanı olarak temel görevini yerine getirdiği için baskıyı değil ancak takdiri hak ettiğini söyleyen Terzi, oluşturdukları hareketle sadece Onur Hamzaoğlu’yu değil, bilimin ve akademinin de onurunu savunduklarını söyledi.
 
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’ya yapılan baskıları ve üniversitelerin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
 
Türkiye’de merkezi otoriteye ve siyasal iktidara son derece bağlı ve onlarla uyum içinde çalışan bir üniversite yapısı var. Bu durum akademik dünyanın adeta genetik koduna işlenmiş. Eğer siz bu ülkede bir takım güç odaklarının, çıkar çevrelerinin işine gelmeyen bilimsel bir araştırma yapar ve bunu vatandaşın duymasına, kamuoyu oluşmasına yol açarsanız baskıya uğrarsınız ve Onur Hamzaoğlu’nun durumu da bundan ibaret. Bu bölgede bir demir-çelik fabrikası kurulsun isteniyor. Onur’un yaptığı araştırmaları da, bu talebe direnç yaratıyor. Onur Hamzaoğlu’ya yapılan baskılarla, çalışmaları değersizleştirilmek ve kamuoyunun da direnci kırılmaya çalışılıyor. Üniversitelerin görevi, sadece diploma dağıtmaya indirgenemez. Üniversiteyi üniversite yapan şey, akademik üretimiyle içinde bulunduğu toplumun sorunlarıyla ilgilenmesi, orada var olan çevre kirliği yoksulluk, eşitsizlik gibi başka grupların ilgi göstermediği alanlarda çalışma üretmesi, insanların dikkatini çekmesi, bu konudaki çözümler için aracı ya da öncü olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, ağır bir çevre kirliliği problemi olan bir yerde halk sağlığı dalında çalışan bir akademisyeni, temel görevini yerine getirdiği için, taciz etmek yerine olsa olsa teşekkür etmek gerekir.
 
Peki, bu yaşananlar karşısında üniversiteler, bilim dünyası Hamzaoğlu’ya sahip çıktı mı?
 
Türkiye akademik camiasının Onur Hamzaoğlu’ya sahip çıktığını söyleyebiliriz. Olay duyulur duyulmaz pek çok akademisyen bir araya gelerek, “Onurumuzu Savunuyoruz Platformu”  oluşturdu. Web sayfasından 12 bin destek imzası geldi. Yüzlerce akademisyen Onur’un yanında yer aldı. Sendika ve demokratik kitle örgütlerinden kurumsal destekler aldı. Bunun yanında, ulusal ve uluslararası çapta pek çok prestijli ödüle layık görüldü. Yüzlerce konferansa davet edildi. Onurumuzu savunmak, bizim için sadece Onur Hamzaoğlu meselesi olmaktan çıktı. Bilimin özgürlüğü ve akademik özerklik meselesi oldu. Eğer bu dava kaybedilirse, Türkiye’de hiçbir akademisyen, ekonomik ve siyasal güç gruplarının çıkarlarıyla çelişecek her hangi bir araştırma yapamaz ya da yaptıysa kamuoyuyla paylaşamaz. Onur Hamzaoğlu’yu savunarak, bilimin özgürlüğü ve üniversitelerin bağımsızlığı için mücadele ettiğimizin farkındayız. “Onurumuzu savunmak”, Onur Hamzaoğlu’yu ve onun gibi toplumsal sorumluluğunu akademik görevinin doğal bir uzantısı sayan bilim insanlarını savunmak anlamına da geliyor.
 
Onurumuzu Savunuyoruz Hareketi bundan sonra nasıl ilerleyecek?
 
Şu an mücadelemiz, Onur Hamzaoğlu odaklı gidiyor. Öncelikle bunu başarmamız gerekli. Bu süreçten Onur’un itibarının iade edilmesiyle çıkmamız gerekiyor. Ondan sonra platformu, bilimsel üretimi nedeniyle tacize uğrayan bilim adamlarına destek vermeyi temel amacı haline getirmiş bir kurumsal faaliyet alanına dönüştürebileceğiz. Bu platform şimdiye kadar Kocaeli ve İstanbul’da olmak üzere sempozyumlar düzenleyerek sonuç bildirgeleri yayınladı. Şimdi de 15 Martta Kocaeli’de görülecek olan Onur Hamzaoğlu’nun kendisine “Şarlatan” diyen belediye başkanı hakkında açmış olduğu davanın ardından, “TTB Dilovası Raporunun Kocaeli halkı ile paylaşılması” başlığını taşıyan bir forum düzenleyeceğiz. Buna benzer etkinliklerle devam edecek süreç. 

TÜRKİYE’NİN SELİKOFF’U
 
Bilim insanlarına yönelik tarih boyunca baskılar yaşandığını biliyoruz. Onur Hamzaoğlu’nun durumunu bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Onur Hamzaoğlu’nun başına gelenler yeni ve bize özgü bir durum değil. Bütün bir üniversite tarihine baktığımızda, çıkar grupları üniversitenin ve akademisyenlerin bilgi üretme gücünü kendi lehine kullanmak istediğini görürüz. Eğer bu çıkar gruplarının çıkarları, toplumun çıkarlarıyla çelişiyorsa, toplumun aleyhine tutum almaktan da çekinmiyorlar. Bunun en tipik örneği Dr. Irwing Selikoff’un başına gelenlerdir. Dr. Selikoff, 1964’te asbest insan sağlığına zararlıdır dediğinde, asbest (inşaat, otomobil vb. sektörlerde kullanılan öldürücü toz) kullanan ticari şirketler Selikoff ve araştırmasını değersizleştirmek için geniş çaplı bir kampanya yürüttüler. Araştırmasının yetersiz, eksik hatta hatalı olduğu, bilimsel gerçekleri yansıtmadığı iddia edildi. Hekim olmadığı bile öne sürüldü. Ama yılmadan mücadelesine devam eden Selikoff’un sayesinde asbestin kullanımı yasaklandı ve bu sayede binlerce insan kanser olmaktan kurtuldu. Onur Hamzaoğlu’nun durumu da buna çok benzediği için ben ona Türkiye’nin Selikoff’u diyorum.