Bizi yangınlar değil, yalanlar öldürüyor - M.Ender Öndeş

Muhtemelen Orta Asya’dan Osmanlı’ya, oradan da günümüze kadar taşınan Türk milli geleneklerinden biri, “şaşır-üzül-unut” biçiminde özetlenebilir. Önce şaşırırız; iki kere ikinin dört ettiği kadar kesin bir sonuçla da karşılaşsak, “hay Allah bu nasıl oldu ki böyle” diye bir yüz ifadesi takınırız. Sonra, o maskenin yerini “üzgün devlet büyüğü” maskesi alır, ki yakın tarihte bu işin piri üstadı Demirel’dir; şöyle dudakların kenarları aşağıya doğru düşer, gerdan altta kabarırken göz torbaları şişirilir; öyle ki, siz öleni bırakıp ona daha çok üzülürsünüz. Sonraki aşamada ise menüde, “şefkatli kollar” ile “müfettişler görevlendirildi” tadında bir unutma pilavı vardır ki, tadı hep aynıdır ama yine de yeriz.

Esenyurt’ta bu aşamaların hepsinden geçtik. Dahası, bir de “esip gürleme” faslı vardı ki, kantarın topuzu iyice kaçtı. Cenaze Bakanı Faruk Çelik “ben ne yapayım elemanım yok” ile “hepsinin kökünü kazıyacağız” arasında gidip geldi ama Başbakan o kadarla da bırakmadı. Önce taşeron firmaya verdi veriştirdi. Sonra, Rekabet Kurumu’nda (tam da yerinde!) “Zenginin, varlıklının güçlü olduğu, güçlünün, gücünü zayıfları ezmekten elde ettiği bir sistem, adil bir sistem olamaz” deyip işverenlerin ödünü patlatmanın ötesinde işi Kızılderili şefimizin ünlü mektubuna kadar götürdü: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”

Ne anladık bütün bunlardan? Demek ki, taşeron maşeron kalmayacak memlekette, kayıtdışı, güvencesiz çalışma artık tarihe karışacak!

Güzel! Peki sonuç?

Sonuç yok ve olmayacak!

Çok basit bir nedenden ötürü: Bu yapılamaz. Yapma niyeti yok ayrı ama niyetle de ilgisi yok bunun. Bir sabah, gerçekten de bir sabah, ülkeyi yönetenler karar verse ve Türkiye’deki bütün SGK görevlileri, yanlarına çevik kuvvet ekiplerini ve TSK birliklerinin tamamını alsa ve yaklaşık bir buçuk milyon civarında olan fabrika, atölye, inşaat, maden, vb. ne varsa hepsine birden eşzamanlı baskınlar yapsa ve sayıları 10 milyondan fazla olan kayıtdışı çalışanların tamamını yakalayıp kayıt altına alsa ne olur?

Yanıt yine açık ve basit: Türkiye ekonomisi çöker!

Çünkü, Türkiye (ve dünya) ekonomisi dediğimiz şey, yaklaşık 30 yıldır tamamen bunun üzerinde duruyor; bunu da herkes bal gibi biliyor.

Peki taşeron neden var?

Yanıt biliniyor: Yapılan işin maliyetini düşürmek ve kârı yükseltmek için. O anlı şanlı markalar, neden işlerini yüz binlerce küçük atölyeye yaptırıyorlar? Kapitalist dünya eski Fordist bütünlüklü fabrika düzenini bozup neden üretim sürecini parçaladı? Çünkü o atölyeler, aynı işi daha ucuza mal ediyor. Peki bir iş, nasıl ucuza mal edilir? Köle çalıştırarak! Köhne binaların bodrumlarında güvencesiz insanları üç kuruşa çalıştırırsın ve maliyet düşer. Böylece bütünlüklü fabrikada bir arada olmanın kuvvetini sezen işçilerin şerrinden de korunmuş olursun.

Yalnızca Türkiye’de mi? Hayır. Sosyetenin çamaşır markası Victoria Secret’s  neden Burkina Faso’daki köle çocukları kullanıyor? İpod’un sırrı Çin’deki çocukların uykusuz geceleri değil mi? Nike’ın Pakistan ve Vietnam’a ne çekiyor, ucuz kölelerden başka?

İşi ucuzlatmak... Taşeron bunun için var, güvencesiz köleler, göçmenler de bunun için var.  220 milyon Euro yatırım yapan adam konteynerden kaçar mı? Kaçar! Çünkü o 220 milyon Euronun kaynağı da çadırlarda kalan insanlardır. Zenginlik budur çünkü, böyle yaratılır.

Buyurun yapın hadi! Bir sabah çıkın ve hepsini denetleyin bakalım, ilk seçimde yüzde 3’ten bir milim yukarı çıkabilecek misiniz? Yapın hadi! Yapın ve kölelik üzerinden yürüyen o düzenin sizi nasıl üç günde harcadığını görün! Bakın ne diyor Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu: “İş sağlığı ve güvenliği açısından güvenlik kültürünün yeterince gelişmediği, yeterli insan kaynağının bulunmadığı ve fiziki altyapının olgunlaşmadığı bir ülkede en ileri iş sağlığı ve güvenliği mevzuatının yürürlüğe konulması dahi sonuç verememektedir.” Adamlar kibar; ben tercüme edeyim: Bir, işçiler geri zekalıdır; iki, ne çıkarırsanız çıkarın biz uygulamayız!

Esip gürlemek değil, buyurun yapın!

Yapmıyorsanız da öyle Taksim Kafelerinin duvarlarından araklama Kızılderili deyişleriyle entellik taslamayın bize; siz parayı verin, inşaat işçileri onu yemenin bir yolunu bulur, dert etmeyin.

Ayrıca, Kızılderili şef yanılıyor, bütün ağaçlar, balıklar filan öldükten sonra “sonradan beyazlamış adam” için yine de yenecek bir şey kalır geriye: Zıkkımın kökü!