Bir grevin çağrıştırdıkları - Orhan Birgit

Tuzla tersanelerinde “iş cinayetlerinin durdurulması amacıyla” düzenlenen grevle ilgili görüntüler, gerçeği söyleyeceğim, bende tam bir düş kırıklığına neden oldu.

40 bini sürekli 100 bine yakın işçinin ölüm ile burun buruna kalma pahasına çalıştığı bu büyük ve çok işverenli işyerinde tehlikenin giderek büyüdüğüne kamuoyunun dikkatini çekmeyi zorunlu gören Limter-İş sendikası, bağlı olduğu Devrimci İşçiler Konfederasyonu’nun da desteği ile düzenlediği bu 1 günlük uyarı grevinde, tersanelerde çalışanların önemli bir bölümünün protesto görüntülerinde yer alacağını ummuştum.

Umudumun gerçekleşmediğini, dünkü Cumhuriyet’te yer alan fotoğraf kareleri de belgeliyordu.

Grev, düzenleyenlerin belirlediği süre içinde, o işyerindeki tüm çalışmaların durması anlamında gerçekleşmiş ve amacına ulaşmıştı. Ama olayı kamuoyuna aktaracak protesto toplantısına, Güney Amerika ve Fransa gibi dış ülkelerden katılan temsilcilerin dışında bazı sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin üyelerinin de katıldığı CHP ve ÖDP’nin birer, DTP’nin de iki milletvekili ile bayrak gösterdiği anlaşılıyordu.

Oysa, grevi başlatan ve nedenlerini anlatan konuşmaların yapıldığı alanda en az otuz bin Tuzla işçisi de bulunsaydı, medya yazılı ve görsel araçları ile olayı daha başka açıdan sergileyebilirdi.

İki buçuk milyon işsiz

“Niçin böyle olmuştu?” diye benim duyduğum düş kırıklığına katılanların sorularını yanıtlayayım:

Açsınlar dünkü gazetemizin birinci sayfasını, Tuzla grevi ile ilgili haberin hemen altında yer alan sorun-haberi dikkatle okusunlar. Ülkemizdeki işsiz sayısının geçen yılın mart ayına göre 95 bin kişi artarak 2 milyon 496 bin kişiye yükseldiğini bildiren haber, bir anlamda tersanelerde yeterli güvenlik önlemlerini almamakta ısrar eden ve İstanbul Deniz Ticaret Odası Başkanı Metin Kalkavan’ın adeta alay edercesine tersanelerde ölüme giden insanlarla tren kazalarında yaşamlarını yitirenler arasında fark olmadığını söyleyen demecinin gerekçelerini de açığa çıkartıyor.

DTO Başkanı, işyerlerindeki kazaları demiryollarındakilerle eşdeğer görerek vicdani sorumluluk bile taşımadığını sergiliyor. İşsiz sayısı 2 buçuk milyona ulaşan bir ülkede, evine ekmek götürmek için çırpınan işsizler, hiçbir güvence aramadan ve ne iş olsa yaparım mantığı ile karşılaştıkları ilk çağrı önünde kuyruklar oluşturuyorlar.

Artan taşeronlaşma

Kayıt dışı ekonominin iştahı kabardıkça kabardığı için taşeronlaşma da artıyor. Toplusözleşmeyi bırakın, çoğu işyerinde bireysel sözleşmeler bile yapılmıyor.

TBMM Tuzla Kazaları Araştırma Komisyonu Başkanı Mehmet Domaç, dün TRT 2’de yaptığı bir söyleşide ölüm olaylarını başlıca üç nedene bağladıklarını anlatıyordu.

*İşçinin iskelelerden düşmesi ya da vinçleri kullananların dalgınlığı yüzünden taşınan malzemenin işçinin üstüne düşerek ezilmesi.

*Biriken gazlarının zamanında boşaltılması ihmal edilen tankerlerdeki patlamalar.

*Kullanılan elektrik enerjisinin yüksekliği nedeni ile oluşan kazalar.

Parlamento Komisyonu’nun saptadığı bu üç neden kazaların örgütlü işyerlerinde ya tamamen kalkabileceğini ya da en aza ineceğini göstermiyor mu?

Tuzla’da özel tersanelere bitişik olan bir başka ve çok büyük işyeri daha var. Deniz Kuvvetleri’ne ait bu tersanelerdeki kaza sayısını hükümet de, komisyon da, olanları tren kazası olarak algılayan DTO Başkanı’nı da değerlendirmekte daha fazla gecikmemelidirler.

Şayet Tuzla’da 43 tersanede tam bir sendikal örgütlenme olsa, hele birtakım siparişler o taşeron firmalara verilmese, eminim işyerleri denetlemesinin ne anlama geldiği de anlaşılır. Ve insan ölümleri en aza iner.

12 Eylül döneminin sorumluları, Türkiye’ye hangi mirası bıraktıklarını her gün örnekleri ile görüyorlar.

Ve bugünün başbakanı, gündeme ne kadar yüzeysel sorun varsa taşıyarak ülkenin sosyal bir devlet tarafından yöneltildiği ilkesini, anayasa adlı kitabın ilk sayfasına yanlışlıkla yazılmış bir tek satır olarak algılıyor.

18 Haziran 2008 / Cumhuriyet