Kışla ve AVM’ye Karşı Üçbeş Ağaç: Kent ve Metalaşma Üzerine Notlar – Fuat Ercan

“Geçmiş onda talandır, haraçtır. Şimdi, yabancılaşma, ayrım, kandır. Direnç de baskı da onda çöreklenir. Anamal (sermaye) o dev ayaklı çamur, onda toplanır. Altın onda kararır, ipek onda yozlaşır. Böylece gelecek de geleceğin pusulası da ondan alır doğrultusunu. Düzenin kendisidir çünkü. Kısaca İstanbul’u yazmak geçmişi, şimdiyi, geleceği, böylece biraz da olsa tarihi yazmak demektir” (İlhan Berk)

Gezi /Haziran direnişleri süresince kışla , AVM, cami, üç beş ağaç en çok ifade edilen sözcükler oldu.  Gezi direnişleri metalaşma ile kentleşme süreci arasındaki içsel bağlantıları yeniden düşünmemizi sağladı. AVM mi olacak? Kışla mı olacak? Yoksa üç beş ağaç mı?

Metalaşma süreci açısından bakıldığında birbirini dışlayan, birbirine alternatif olan  AVM ve kışla tartışmasının yanlış olduğunu düşünüyorum. AVM’nin temsil ettiği sermaye birikim mekanizması (sermayedarlar) ve kışlanın temsil ettiği devletin (ve  baskı aygıtı olarak polis-asker)  tarihsel olarak  iki farklı gerçeklik olmakla birlikte her ikisinin varoluş koşullarının metalaşma süreci ile doğrudan ilişkili olduğunu belirtmek isterim. Sadece sermaye birikimi ve sermayedarlar için hareket eden bir devlet  değil, ama sermaye birikimin yeniden üretimini sağlayan artı-değer üretim koşullarında varlığını sürdüren bir devletten bahsediyorum. Gezi direnişine konu olan üç beş ağaca varacak kadar devasa bir yeniden değerlenme sürecinin önünü açan devletten bahsediyoruz. Devletin  bunu yaparken temel amacının devletin finansal kısıtını çözme amacında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bütün ülkeyi kocaman bir şantiyeye çevirmekle devletle yarış ve ittifak halinde olan Ağaoğlu Şirketler Grubu Başkanı Ali Ağaoğlu; “devletin kentsel dönüşüm projesiyle  sadece İstanbul’dan trilyon doların üzerinden gelir elde ettiğini” ifade edecektir. TOKİ Başkanı  ise; Elimizde çok kıymetli arsalar var. Onların bazı problemleri  var. Onları tezgaha koyacağız, cilalayacağız, satacağız” demektedir. Bu alıntıları aldığım oldukça zengin içerikli çalışmanın  yazarı  C.U.Baysal  şaşkınlığını gizlemiyor ; “başkanın bir kamu görevlisinden ziyade özel girişimci gibi konuştuğunu söylüyor. Bu gibi ifadesi çok önemli. Aslında gibi değil, ayakta kalmak için  daha önce artı-değer yaratma ve metalaşmanın genel ortamını hazırlayan devlet artık şirketleşmeye başlamıştır. Bu ifadeyi daha açık olarak formüle edecek olursak metalaşma süreci kapitalist toplumda sadece sermaye ile emeğin yeniden üretim koşullarını tanımlamaz aynı zamanda devletin yeniden üretim koşullarının temelinde yer alır. Bu anlamda metalaşma sadece sermaye ile emek arasındaki bir dizi düzeneği içermez ama doğrudan devletin de  yeniden üretim koşullarını sağlar. Devlet ile genel olarak sermaye meta ve metalaşma sürecinin derinleşmesi/yayılması  konusunda   ittifak  içindedirler.   Kışla ve AVM’nin ittifakı.  Metalaşma sürecinin genişleyip-derinleşmesinde yaşanacak olası kriz, yeniden üretim koşulları zorlandığında kışlanın sahipleri harekete geçecektir. Harekete geçti. Tarihsel olarak da devlet baskı-zor aygıtları ile hep harekete geçmiştir.  Üzerinde duracağımız basit bir ifade; her meta üretimi sadece sermayedar ile emeği üretmez ama aynı zamanda devleti de yeniden üretir.  Metalaşma sürecinde yaşanan her kriz sadece sermayenin yeniden üretim  koşullarını krize sokmaz, ama devletin de kendini yeniden üretim koşullarını krize sokacaktır. Son yıllarda sermayenin kendini yeniden üretme krizinde el yordamı ile bulduğu çare ve çözümler devletin kendini yeniden üretimini zora sokmuştur. Sermayenin uluslararası mobilizasyonun aşağıya doğru vergi yarışına giren devletlerin kaynak kaybına neden olmuştur.

Diğer yandan devletlerin önce harcama kalemlerini belirleyip sonra gelirlerini belirleme yönündeki egemenliğini kaybetmesi, önce gelir bulup sonra harcamaya yönelmesi yönündeki zorunluluklar devletlerin finansal kısıta girmesine neden olduğu ölçüde devletlerin yeni kaynaklar bulmaya yöneltmiştir. Devletin üç beş ağaç ile kavgası tam  da burada  başlıyor. Kaynak bulması gerekiyor. Bu sadece metalaşma koşullarını sağlama yönündeki asli işlevini (emek-para  arasındaki içsel bağlantılar) yerine getirme değil yeni metalaşma alanlarına yönelmeyi gerektiriyor.  Gereklilik öğle bir aşamaya ulaştı ki kentin merkezinde kalan üç beş ağacın  üzerinde de AVM yapmak isteyen kışlacılar, kışla AVM ittifakını daha bir açığa çıkartı. Devletin AVM’ye olan ihtiyacı aynı zamanda temsil ilişkileri ve rıza yaratmak için toplumun kültürel bilinçdışında merkezi yer alan cami, aile, kadın, gibi değerler ile harmanlandı.   Sadece Gezi değil bir bütün olarak Taksim, sadece Taksim değil tüm ülke bir şantiyeye dönüştürülmüştür.  Şantiyenin yanı başında  kışlalara ihtiyaç duyulmktador. Son yıllarda polis teşkilatının artan sayı ve sahip olduğu donanımı AVMleşme süreci ile birlikte düşünmemiz gerekiyor. Kışla askerleri işaret ediyordu ama Türkiye’nin bugünkü koşullarında ordu değil polisin  daha fazla kışladığını görüyoruz.

AVM ile kışla arası bu ilişkileri kurduğumuz anda devletin sermayeye kaynak aktarması, sermayenin belirleyiciliğinde bir devlet değil devlet ile sermayenin çıkarlarının kesiştiği bir toplumsal teoriye ihtiyaç var. Bu ihtiyaç yaşanan son dönem gerçekliğinde daha bir aciliyet kazanmıştır. Bu tarz bir analizise ilk elden sıkça işaret edilen kentsel rant, arazi rantı,  mülksüzleştirerek büyüme, rant odaklı kentsel girişimcilik kavramlarının üzerinden yapılan açıklamaları yetersiz kılıyor. Kapitalist sanayileşme ve modernleşmenin en basit hücresi ve tüm bu ilişkileri içinde taşıyan meta kavramını yeniden gündeme alınması gerekiyor. İçeriğin sözü aştığa anlarda kavramlardan vazgeçmek değil ama kavramları yeni içerik dolayında ele alıp analiz edilmeli. (Marx, On Sekiz Brumaire) Tüm dünya da son zamanlarda gözlemlediğimiz değişimler devlet üzerine sahip olduğumuz açıklamaları yenilememiz gerektiğini bizlere gösteriyor. Sermaye/sermayedarlar ile devlet arasındaki ilişki  tek yönlü bir ilişki ile sermayenin devleti belirlemesi  ya da sınıfların çatışma alanı değil de (Poulantzas)  devleti tarihsel olarak kendi içinde organize olmuş bir değişken olarak ele almamız gerekiyor. Bu ifade doğrudan bildik meşru şiddet tekelini sınırlı topraklar üzerinde tutan Weberyan analizlerle örtüşüyor. Ama Weberyan analizden farklı olarak devletin  kendini ayakta tutacak mevcut şidet tekelini analize katarak bir değişkeni daha analize  katılmalı. Devletin kendi maddi yeniden üretimi ve buna içkin olan ideolojik ve baskı aygıtlarını yeniden üretecek kaynaklar nasıl sağlanıyor? Soru, toplumun maddi olarak toplam yeniden üretim  koşullarını sorgulamakla cevaplandırılabilir.  Tüm kapitalist-sanayileşme öncesi toplumlarda devletin yeniden üretim koşulları doğrudan zenginliğin kaynağı olan toprak ve toprak üzerinde emeğini  harcayan köylülere (serf-reaya)  bağlı idi. Devletin askeri organizasyonu da mihver unsur olarak kabul edilen toprak ve toprak üzerinde emeğini harcayanlar üzerinden oluşturulmuştu. Kapitalist-sanayileşme de durum inanılmaz farklılıklar içeriyor, bu farklılıkları içinde taşıyan temel hücresel birim meta, meta üretim koşulları aynı zamanda toplumun toplam yenin üretim koşullarını işaret eder. Devletin yeniden üretim koşulları ise tam da bu metalaşma mekanizmaları dolayında aancak analiz edilebilir.

Metalaşma: Meta+metaların realizasyonu ve genişleyen Üretimi:

Bu eksikliği işaret etmek için metalaşma kavramına ama özellikle kentsel alanın metalaşması ifadelerine eleştirel bir şekilde bakmamız gerekiyor. Metalaşma bir çok çalışmada sadece piyasa için satılabilir meta anlamında kullanılıyor. Oysa metalaşma farklı aşamaları içeren bir süreçtir. Sürecin kalbi birfiiil zenginliğin yaratıldığı üretim ilişkileridir. Bu düzeyi üretim düzeyi olarak tanımlanır.  Diğer yanadan üretim ilişkilerinde yaratılan karşılığı ödenmemiş emek zamanın hem yaratılması için gerekli girdilerin sağlanması ve hem de karşılıksız emek zamanını içeren metaın yeniden dolaşıma girmesi için dolaşım düzeyini gerekli kılar.  Türkiye’de ve bir çok yerde metalaşma derken genellikle bu iki dolaşım düzeyi ele alınıyor, ama ddolaşım il eüretim düzeyinin birlikteliği ısrarla gözden kaçırılıyor. Kentsel rant ve mülksüzleştirerek birikim kaavramlarının eksik/yetersiz liberal bir içeriğe sahip olmasınım tam da kaynağı burada yatıyor. Devam edelim. O zaman metalaşma  sermayedar-ücretliler  ve para kapitalistleri arasında sürece yayılan içsel ilişkilerden oluşan dinamik bir süreçtir. Süreç içinde üretim için girdiler olarak hammade, üretim araçları ve sisteme esas özgüllüğünü veren emek-gücünün varlığını gerektirir. Tarım toplumundan farklı olarak kapitalist toplumun maddi yeniden üretimi/zenginliği bu değişkenlerin biraraya getirilmesi ile mümkün olur. Kapitalist-sanayi modernleşen toplumlarda zenginliğin kaynağı bu ilişkilerin kurulması olduğu kadarıyla sınıflar arası ilişkilerin kaynağını da tam  da biraraya getirme oluşturur. K.Marx’ın üçlü formülasyon dediği kar, faiz ve  ücretin kaynağı tam da üretim sürecinde açığa çıkan enerjinin yarattığı değerle ilişkilidir. Bu değer sadece emek (ücret) ve  sermayelerin (kar-faiz, ticari kar) yeniden üretimini sağlamaz. İşte burada devlete ilişkin yniden okumayı olanaklı kılacak ama değer teorisi, metalaşma süreci ile bağlantılı bir devlet teorisini inşa edebiliriz. (Marx’ın On sekiznci Brumaire ve Karatani’nin Tarih ve Tekerür) Metalaşma süreci ve bu süreçte açığa çıkan karşılığı ödenmemiş emek zamanı (artı-değer) sınıf oluşumlarını ve daha da önemlisi devletin yeniden üretiminin  temel belirleyenidir. Kullanım değerlerinin değişim değerine dönüşmesi, özgür emeğin ücretli sözleşmeli kölelere dönüşmesi, üretilen ürünlerin mülkiyeti, üretim araçlarının mülkiyeti doğrudan bir güç/iktidar ilişkisi devleti gerekli kılar. Ama kapitalist-sanayileşme sürecine baktığımızda bu süreç devleti yaratmamıştır, tam tersine tarihsel olarak zaten  v arolan devlet bir öncek döneme özgü yeniden üretim koşullarını kaybettiği ölçüde, yeni zenginlik koşullarını toplumsla yeniden ortamını sağlayacak bir değişiklik geçirmiştir. Devletin bir organizasyon olarak varlık koşuu ile sermayedarların varlık koşulları aynı işleyiş ve oluş içinde biçimlenmektedir.

Metalaşma Mekan-Devlet  

Metalaşma süreci demek ki sosyal ilişki olarak emek-gücü, doğa ve para arasındaki ilişkileri ve bu ilişkileri biraraya getirecek devlet ile sermayedarın (sanayi, para ve ticari kapitalist) varlığını gerektiriyor. Bu gerekliliklerin herbiri kentte farklı mekansal konumları içerir. Üretim mekanları, yeniden üretim ve tüketim mekanları, devletin varlığı ile ilgili mekanlar (örnek olarak kışla, karakol, vergi dairesi ve devletin iktidarını işaret eden tanımlanmış kamusal meydanlar). Kentler tarihsel olarak zaten tarım toplumlarında doğrudan artı-değerin yaratıldığı değil kontrol edildiği mekanlardı. Kent iktidarın mekanı idi. İktidar kendi yaşam mekanını dinsel bir dizi değişkenle meşrulaştıracak bir kentsel mekan inşa etmişti. Sanayileşme  yani doğadan elde edilen ürünler üzerinde işlem yaparak (hammade üzerinde emek-gücü ve makinelerle birleşen enerji) ürün elde etme koşulları üzerinde biçimlendiği oranda kentlerin içsel mimarileri hızla değişim dönüşmüşmeye başlamıştır. Devlet ile sermaye birikim süreci tamamen yeni bir dizi mekansal matrisin varlığına yol açar. Bu mekansal matris eşzamanlı bir dizi  süreci içerir; genel olarak üretim, kentsel arazinin (konut-işyeri ve kamusal mekanın üretimi) ve devleti temsil eden mekanların üretimi.  Son iki mekanın üretilmesi için kapitalist birikim sürecinde önemli bir işlevi olan inşaat için gerekli girdilerin üretimi önem kazanır. İnşaat için girdi üretim koşulları ile inşaat sektöründe çalışan emek-gücü kentsel arazi üretiminin en temel belirleyenleri olarak karşımıza çıkıyor. İnşaat sektörü için üretim ile kentsel mekanın yukarıda işaret edilen alanlarda üretimi kentsel yaşam ortamının artan ölçüde metalaşma sürecinin içine çekilmesini gerekli kılar. Herhangi bir yerde  kentsel rantın yaratılması demek, inşaat sektöründe yeralan emek-gücünün ürünü olan metalarla, bu metaları kullanan inşaat sektörü arasındaki bir ilişkiyi gerekli kılar. Kentsel mekanın/alanların değer yaratması her durumda harcanmış ve karşılığı ödenmemiş emek zamanını içerir. Üçüncü köprü için belirlenen yerlerin değer kazanması ancak üçüncü köprünün inşasında kullanılacak emek-gücü ve bir adım atacak isek bu alanlarda yapılacak her sabit yatırım için kullanılan emek-gücü ile ilişkili olacaktır. Bu anlamda  kentsel alanın metalaşma süreci devlet ile serayedarlar arasındaki bölüşüm ilişkisi üzerinden tek başına analiz edilemez. Devamla kentsel rant  yaratımı arazinin kendiliğinden   değer yaratması anlamına gelmez, her durumda emek-gücü ile doğrudan ya da dolaylı bağlantısı içinde  değer yaratılır. Bu açıklamalardan sonra kentlerin metalaşması derken işaret edilen sadece devletin belirli alanları sermayeye sunması anlamındaki rant aktarımı ve daha da problemli olan mülksüzleştirerek birikim değil doğrudan birikim sürecinden bağlantılı olduğunu işaret etmeliyiz.  Buraya kadar anlattığımız metaın üretim koşullarını içeriyordu, bu koşullar bir dizi ilişki üzerinden biçimleniyor ve her biçimlenme de devletin doğrudan belirleyici olduğunu görüyoruz. Çok daha önemlisi önce dar gelirli insnalar için konut ihtiyacını karşılayacak TOKİ’nin son zamanlarda üstlendiği işlevin tam da bu düzeyde devletin doğrudan kentsel alandaki sabit sermaye yatırımların doğrudan girdiğini görüyoruz. Sadece konut değil, hastahane, okul, havameydanı inşaatı gibi daha büyük değişmez-değişken sermaye içerecek sabit sermaye yatırımlarını üstlenen bir TOKİ.

Kentleşme süreci öyleyse genel olarak üretim koşullarının biçimlendiği ama çok daha önemlisi genel olarak üretim ilişkileri içinde inşaat sektörü için girdi üreten  sermayeler ile kentsel yapılı çevrede inşaat sektörü arasındaki ilişki süresini işaret ediyor. Meta kavramından bahsettiğimiz anda bir başka değişkenden daha bahsetmemiz gerekiyor; dolaşım düzeyinde kendini gösteren realizasyon. Marx’ın değimi ile metaların ölüm parendesi olan aşama.  Her meta içinde karşılığı ödenmemiş emek içerdiği için, meta sahibince bir tüketici bulmak zorunda.  Yani üretilen metaların tüketiciye sunulması gerekiyor. Kentsel arazi/kentsel konut üretiminde realizasyon derken kenetsel alanda konut-altyapı üreticisi  ile tüketici arasında bir dizi ilişkinin kurulmasını gerektiriyor.  Devlet daha başından itibaren sadece üretim koşulları değil dolaşım ve realizasyon koşullarını sağlayacak bir düzeneğe sahiptir, ama çok daha önemlisi TOKİ ve benzeri dinamiklerle üretim sürecine katılan devlet ya da  yerel iktidarlar realizasyon sürecinde de önemli işlevler üstlenirler.  Sahip oldukları araziyi üretim sürecine aktarmayı yaparken, ama çok daha önemlisi farklı nedenlerle sermayeden   alt yapı ve konut ihtiyacını karşılarken realizasyon sürecini hızlandırırlar.  Bu aşamada merkezi ve yerel siyasi iktidarın bu ihtiyacı karşılarken Mahmut’tan mı yoksa Leyla’dan  mı bu ilişkiyi kurdukları tabiki önemlidir. Devletin kentsel rant yaratması bu anlamda doğru bir ifade olmakla birlikte tüm oluşun bilgiisni tek değişkene indirgediği için eksik olacaktır.  Realizasyon konusunda yine bize özgü bir değişken öne çıkıyor. Bu değişken tabiki  TOKİ.  Kentsel alanda ypılı çevre üretici olan TOKİ aynı zamanda realizasyon süreceinin de temel aktörlerinden biri olacaktır. Genel olarak inşaat sektörü ama özel de ise TOKİ bu anlamda bir yandan inşaat için üretim yapanların ihtiyacı olan realizasyonu sağlarken diğer yandan kendi üretiminin sonucunda da  realizasyon gerçekliği ile karşılaşacaktır. Yani hem alıcı hem satıcı olma hali kentsel alanın yapılı çevresini oluşturma için bir dizi trafik-şebeke oluşmasına neden olacaktır, olmuşturda.

TOKİ’nin dolayısıyla siyasi iktidarın bu alanla ilgilenmesi özel bir önme sahiptir.  Kentsel alanın hıza dönüşmesi sadece teknik bir konu, sadece inşaat sektörünün karşılığı ödenmemiş emek üzerinden kendisini yeniden üretmes değil, siyasi iktidarın bu trafik-şebek üzerinden gücünü-etkinliğini arttırmasıdır. İnşaat sektöründeki gelişmenin her aşaması aynı zamanda siyasi iktidarın girişimcilerin oluşturduğu bir şebeke üzerinden toplumsal olan üzerinde egemenliğini arttırmaısnı sağlayacaktır.

Yukarıda işaret edilen üretim ve realizasyon süreci kentsel dokunun değişmesine neden olacaktır. Kentsel dokunun değişimi, üretim-realizasyon ve devletin etkisine bağlı olarak farklı hız ve biçimler alacaktır. Diğer yandan ellerindeki ürün tüketiciye ulaştığı anda sadece kentin dokusunu değiştirmezler, aynı zamanda sermaye birikimlerini de gerçekleştirmiş olurlar. Sermaye birikimi oluşumu sadece bireysel sermayelerin güçlenmesi anlamına da gelmez devletin sahip olduğu gücün maddi altyapısını sağlayarak güçlenmeisne neden olur.

Metaların FARK yaratarak Genişleyen Yeniden Üretimi

AVM-KIŞLA arasındaki ittifakın kaynağı olan meta üretimi ve dahası realizasyonu ile sermaye birikimi ile süreç ne yazık ki bitmiyor. Tüm dünya da özellikle de  Türkiye’de ve kentsel alanda yaşanan son dönem gerilim ve çelişkilerin temel belirleyenini anlamamız için başka bir adım atmamız gerekiyor. Metaların genişleyen yeniden üretimi. Metaların genişleyen yeniden üretiminin gerçekleşmesi için FARKLI alanları da içine çekme zorunluluğu. Kapitalist-sanayileşme bir zaman dilimi içinde yaratılan her ne varsa onun sermaye-para biçiminde ellerde toplanması anlamına gelir. İnşaat sektöründen örnek verelim büyük ölçekli bir kentsel altyapı işini bitirdiniz. O  ne güzel artık tatile çıkıp keyfimize bakalım denmiyor.  Üretim ve realizasyon sürecinde yaratılan değerlerin/sermayelerin yeniden üretim-dolaşım sürecine aktarılması gerekiyor.  Son dönem sermayenin karşılaştığı en önemli kriz yeniden değerlenme alanları bulamama krizi. Elde biriken sermaye için yeni alanlar yaratılamadığında para biçiminde karşılığı olamadan balon gibi genişlemeye başlar. Mutlaka ama mutlaka yeniden karşılığı-ödenmemiş emek zamanı ile buluşması gerekiyor İşte bu zorunluluk sermayeler için el yordamı ile yeni yol ve çarelere yönelttiği oranda devletin kendini yeniden üretim koşullarını da krize sokar. Sermaye için yeniden değerlenme alanlarının bulunması ve gerek önceki etkinlikler gerekse yeni üretim alanları için realizasyon koşullarının bulunması, bulunması için  gerekli düzenlemelerin yapılaması gerekiyor. Hızlı ve seri bir şekilde yapılması gerekiyor. Devlet için ise hem toplumun yeniden üretim koşulu olan metalaşmanın koşullarını hazırlamaya devem edecek (emek-para üzerinde denetim)  ama çok daha önemlisi yeni realizasyon koşulları (devletin eğitim hizmeti sunması yerine eğitim hizmetini satın alması, sağlık hizmetini sunması yerine sağlık hizmeti satın alması, hastahaneler inşaa etmek yerine hastahaneyi inşaat sektörlerinden tedarik edilmesi vb) ve çok daha önemlisi yeni değerlenme alanları yaratmak zorunda (son dönem kurulan bakanlıkların ilgi alanı, enerji piyasasına ilişkin yasa, su yasa tasarısı, yeraltı sulara ilişkin tasarı, 2B arazileri, meralar ve bir çok alan) zorunda.  Ama bunu çok ama çok hızlı yapmak zorunda.

YÜRÜTMENİN GÜÇLENMESİ

AVM ile KIŞLA’nın ittifakının derinleşip-gelişmesinin ardında yatan tam da budur. Kentin meydanındaki üç beş ağaca saldırmayı hazırlayan temel işleyiş-oluşun kaynaklarını burada aramamız gerekiyor. Metaların genişleyen yeniden üretimi krize girdiğinde sermaye ile devlet arasında bir yandan gerginlikler başlar diğer yandan her ikisinin varoluş koşulları için yeni değerlenme alanları yaratmak gerekiyor. Bu sadece inşaat sektöründeki sermayelerin yeni yatırım alanları olarak kentsel  arazi, konut, alt yapı üretimine yönelmesi değil, diğer sektörlerde aşırı birikimden kaynaklanan değerlenme krizinden kaçış için inşaat/kentsel yatırımlara yönelmesidir. Finansal kısıt içinde kaynak arayışı içindeki devlet (KIŞLA) ile değerlenme krizindeki sermayelerin (AVM) doğal ortama ve kentsel alana yönelmesinin arkasında yatan bu anlamda metalaşma sürecidir. Türkiye gerçeğinde bu zorunluluk bir zamandır yasama-yürütme-yargı düzeneğini de hızla dönüştürmüştür. Seçim öncesi ısrarla işaret edilen istikrar ve koalisyon olmasın tek parti olsun isterse Maocu olsun  yönündeki ifade tam da bu düzeneğe duyulan ihtiyacı işaret ediyordu. AKP’nin parlamenter diktatörlüğü (şu ünlü evden çıkacak olan  % 50)  metaların genişleyen yeniden üretim zorunluluğunun

sonucu oluşmuştur. Başkanlık sistemi istemleri de bu işleyiş-oluşun zorunluluğu üzerinden biçimleniyor. Metalaşma özellikle yeniden değerlenme alanlarının gerçekleştirilmesi için gerekli düzenlemelerin hızla ve sorunsuz yapılması  gerekiyor. Bu ise yürütmenin hızlandırılması (KHK, üstün kamu yararı, acele kamulaştırma, torba yasalar) ve güçlendirilmesine yol açmıştır.  Bu işleyiş-oluş tarihsel olarak AKP ve ama çok daha inanılmaz boyutta Başbakana güç sunmuştur.  Kendisini güçlü hissetmiştir. Başbakan üzerinden yapılacak her analiz gerekli ve önemlidir ama inanılmaz bir arka bagajı olan süreci, özellikle de devletin yeniden güçlenmesi-baskı aygıtlarının egemen hale gelmesinin  süreç içinde analiz edilmesi gerekiyor.

CİLALAMA/MARKA

AVM ile KIŞLA ittifakı pragmatik bir sembolik içerik kazandığı oran da da bizzat kapitalist kentleşmenin yarattığı yaşam tarzlarını  sıkboğaz eden muhafazakar değerler öne çıktı. Bu değerler yaşamın metalaşma sürecine çekildiği oranda metalara iliştirilen paketlemelerde de  öne çıkacak. Paketleme derken markalaşmadan bahsediyorum. Markalaşma   metalar arasında rekabette metaın bazı özellikler ile diğerlerin önüne geçmesini sağlar. Kentlerin markalaşması artık metalaşma sürecine çekilen kentsel varoluşun belirli özellikler kazandıracak ya da yapılmış gibi gösterecek cila işlevi görür.  Kentlerin satılması özellikle İstanbul’un satılması fikri daha erken bir dönem de Çağlar Keyder tarafından dile getirilmişti; “küreselleşme önüne çıkan her şeyi silip süpürürken, İstanbul farklı pazarlıklar için nasıl ambalajlanacaktır” diye sorar.

Kentsel alanlar markalaşma için ya tarihsel cilalar, ya müslüman değerleri ya da  sağlık-spor gibi alanlarda tüketimi artıracak cilalar atılıyor.  TOKİ Başkanı ne demişti; “Elimizde çok kıymetli arsalar var. Onların bazı problemleri  var. Onları tezgaha koyacağız, cilalayacağız, satacağız” demektedir. Gezi direnişleri karşısında KIŞLA&AVM ittifakı en çok bu konuda üzüntülerini  dile getirdiler. Markalaşan kentlerimizin  cilalarını döküyorsunuz , yapmayın, satamayacağız.

ÇAPULCULAR:Bu daha başlangıç

Gezi direnişi örneğinde sıkça tartışılan  ve marka değeri olan cilaların dökülmesin neden olan  çapulcular kim? Genişleyen metalaşma sürecinin iki kurbanı var bir çapulcular ve diğeri de kentsel dokunun tarihsel olarak yaratılmış doğal-kültürel zenginlikler. Çapulcular üretimde (hem fabrika heme de doğrudan AVM ve benzeri kentsel alanda yükselen inşaatlara) dolaşım-realizasyonda çalışanlar. Emek-gücünü sattığı bürolarda hız-baskı mekanizmaları ile iyice yabancılaşan hizmet sektörü çalışanları. Çapulcular emek-gücünü satmaya hazır olup da satamayan işsizler. Çapulcular  okudukları halde iş bulma umudunu kaybedenler. Tüm bu çapulcuları ortak bileşeni kapitalist-sanayileşme modernleşmenin yarattığı plastik dünya içinde insan olmayı unutan ama insan olmak isteyen insanlardı. Üretim ve tüketim koşulları çok farklı da olsa genişleyen meta üretiminin kentsel dokuda açığa çıkardığı yaşam biçiminin yalnızlaştırdığı-yabancılaştırdığı insanlar. Ortamı/aurayı tanımlayan tüm bu olumsuzluklar, başbakanın sürekli azarlayan ve belirli bir yaşam tarzına yönelik istemleri-öğütleri-zorlamaları ile somut bir referans kazandı. Tüm bu olumsuzluklar polisin açık çıplak-şiddeti ile içerik kazandı.  Çapulcular üç beş ağaç  üzerinden insanlaşmaya başladılar. Sadece direniş değil, karşı çıkış süreci paylaşmayı içeren bir insan oluşun güzelliği ve heyecanını bizlere sundu. Hepimiz kentin yabancıları iken birden  kentin sahipleri olarak yaşanılır bir kentin ellerimizde olduğunu gördük. İnanılmaz  kısa bir sürede gördük/yaşadık. Ve bu kaybedilecek bir şey değil, kaybetmek istemiyoruz. Tarih ve tekerrür.  AVM ile ayakta kalan Kışla sahipleri harekete geçti. Metalaşmaya karşı insan olmayı seçenler, KIŞLA sahiplerinin kullandığı diğer  metalaşmış emek-güçleri ile karşı karşıya geldi. Ve  kentsel kamusal alan  olan Gezi Parkı KIŞLA’ya dönüştürüldü. Ama çapulcuların insanlaşma süreci devam ediyor, üç beş ağaç ile tüm doğanın kurtuluşu  için bu daha başlangıç mücadeleye devam.

(Bu makalenin kısa hali 6 Temmuz 2013 tarihinde SOL Gazetesi’nin Cumartesi ekinde yayınlanmıştır)