Torunlar hukuk cinayeti ne diyor?: Ölmeniz gerekiyorsa öleceksiniz! - Gökmen Özceylan

6 Eylül 2014 yılında hepimizin de takip ettiği, bildiği ve kahrolduğu o geceyi unutmadığınızı biliyorum. Torunlar inşaat GYO’nun Ali Sami Yen Stadı yerine başlattığı inşaatta o gece bir asansör 32 kattan aşağıya içinde bulunan 10 işçi arkadaşımızla yere çakıldı. Arkadaşlarımız orada can verdi. Tam bir iş cinayetiydi yaşananlar. Olay yerine gelen Vali Hüseyin Mutlu ilk açıklamada suçun itirafını yapıyordu farkında olmadan. “Hesap sorulacak, suçlular kanun karşısında hukuk çerçevesinde cezalarını çekecek” diyordu. Hatırlayalım o gece gelen ilk demeci isterseniz.  

“Güvenlik tedbirlerini sonuna kadar almak zorundayız. Tedbirler konusunda neyin eksik olduğunu çok ciddi bir şekilde sorgulamamız gerekiyor. 32. kattan bir düşme var. Çalışmayı itfaiye ekiplerimiz çok kısada bitirecekler. İşçilerin ve inşaat mal-zemelerinin aynı asansör içinde oldukları net. Çalışma saatleri itibariyle hafta sonu saat 19.00’a kadar çalışmanın bitirilmiş olması gerekiyordu ama itfaiyemize gelen ihbar 19.45’tir. Bütün bunlar incelenecek, değerlendirilecektir. İş güvenliği yönünden 8 kişi gözaltına alınmıştır. Adli makamlar ihtiyaç duyarlarsa kendileri açıklama yapacaktır. Şirketten şu ana kadar herhangi bir açıklama yapılmış değildir.”

ERCAN KILAGUZ’UN FERYADI
Sonrasında ardı ardına yetkili açıklamaları ilk tepkileri biraz soğutmak, oluşabilecek infiali bastırmak için gelmeye devam ediyordu. Bu tabii ki anlaşılabilir bir durum. Tüm devletler, hükümetler ve iktidarlar ilk andan olaya böyle yaklaşabilir. Fakat sonra bu iş cinayetinin ayrıntıları yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı. Orada çalışan işçiler televizyon ve gazete kanallarına ardı ardına açıklama yapıyorlardı. O inşa-atın asansör firmasının asansörleri birçok kez bozulmuş. Gerekli bakımları yapılmamış, bırakın bakımlarını bozulan asansörlerin tamiri için bile zorla geliyorlarmış. İşçilerden bazıları işten atılmayı bile göze alarak gerçekleri kamuoyuna duyurmaya çalışıyorlardı. Bu işçilerden belki de en önemlisi, o asansörün operatörü Ercan Kılaguz bütün facianın nasıl geldiğini açıkça haykırıyordu. Savcılığa da kendisinden ifade alınması için başvuruda bulunuyordu. Bütün gerçekleri arkadaşlarına olan bağlılığı ve vicdani sesiyle anlatacağını söylüyordu. Kılaguz ne zaman asansör arıza yapsa yetkililere ilettiğini yaşanabilecek olumsuzluklar için gerekli eğitim almadığını böyle durumlar için kaygılarını ilettiğini ancak hep aynı cevapla karşılaştığını söylüyordu. “Bütün güvenlik tertibatları olduğu gibi devrede. En pahalı asansörü kullanıyoruz. Düşse dahi paraşüt sistemi diye bir sistem var o devreye girer” dendiğini aktarıyordu. Asansörün sürekli düşmesinin işçilerin psikolojisini bozduğunu söyleyen Kılaguz, geçim derdi nedeniyle işçilerin tüm olumsuzluklara rağmen çalışmaya devam ettiğini dile getiriyordu.

Kılaguz, Torunlarda çalışırken, hiçbir eğitim verilmeden ayak üstü “Buna basınca yukarı çıkıyorsun buna basınca aşağı iniyorsun. İşte bu da durdurma düğmesi” denilerek asansör operatörü yapıldığını dile getirdi. Pek çok şeyi operatör olduktan sonra sorarak öğrendiğini kaydeden Kılaguz’un, “Acil stop düğmesi devre dışı  kalırsa, asansör aşağı düşmeye başlarsa ölümcül kaza riski oluşur mu? Burada bizim yapmamız gereken nedir?” sorusuna da aynı yanıt verilmiş: “En pahalı asansörü kullanıyoruz. Düşme anında asansör kendini kilitleyecek ve olduğu katta kalacak.” 

3 DURUŞMA İFADESİ ALINMADI
Acil stop düğmesinin defalarca devre dışı kaldığını yaşayarak gördüğünü aktaran Kılaguz, yaşadığı düşme olayında da stop düğmesinin çalışmadığını anlattı. Tanık olmasına rağmen 3 duruşmadır tanıklığı dinlenmeyen Kılaguz, savcının da ifadesini almadığını aktardı. Olay sonrası ilk ifadeyi emniyete veren tanık işçilere de “Asıl ifadeyi savcıya vereceksiniz” denildiğini aktaran Kılaguz, olay günü savcıya ulaşmak istediklerini ama ulaşamadıklarını belirterek şunları söyledi: “Savcı hiçbir şekilde bizim ifademizi almadı. Savcı buharlaştı. Olay günü bulamadık. Daha sonrasında da ifademiz alınmadı. Savcı bizim ifademizi almadığı gibi emniyetteki yarım yamalak ifadeler tutanaklara geçirildi ve mahkemeye sunuldu. Oysa biz emniyette ifade verirken olayı açmak istedikçe bize ‘Siz savcılıkta ifade vereceksiniz. Burada çok detaya girmenize gerek yok’ dendi. Biz ne soruluyorsa ona cevap verdik. Orada da adamakıllı ifade veremedik” 

İlk tepkileri, iktidarın ne kadar anlaşılabilirse sonrasında alınan bu tavrı anlamak için sistemi inanılmaz derecede iyi bilmek gerekiyor. Düşünsenize ülkenin o dönemler için belki de en önemli davalarından birisi olan. Torunlar inşaat iş cinayeti davasında en önemli tanığın ifadesini savcılık almıyordu. Yine Kılaguz’ un cümlesi her şeyi anlatıyordu: Savcı buharlaşmıştı. 

Mahkeme süreci başlar başlamaz ilk beraatler de gelmeye başladı. Mahkeme süresince yaşananlar bir hukuk komedisi şeklinde cereyan ediyordu. Öncelikle dava şöyle açılmıştı.

TAKSİRLE ADAM ÖLDÜRME…
Bu cümleyi sık duyuyoruz değil mi? Özellikle konu iş cinayeti olunca dava bu suçlamayla açılıyor. Peki bu ne demek oluyor?  İş cinayeti davaları dört kategoride ilerler. 

Görevi kötüye kullanma: Denetim görevini yerine getirmemek, kasıt yok. En düşük ceza gibi görünse de sonuç genelde uyarı-ikaz gibi cezasızlıkla sonuçlanıyor.

Taksirle öldürme: Kasıt yok ama ölüme neden olma var. Bu en fazla açılan dava şekli iş cinayetlerinde. Sonuç en basit para cezalarıyla sonlanıyor. 

Bilinçli taksirle öldürme: Kasıt yok ama kusurun derecesinin artması nedeniyle ölen sayısı gibi faktörler dikkate alınır. En iyimseriyle bile artık cezaların başlama sınırı olarak değerlendirilebilir.

Olası kasıt: Ceza limiti en yüksek. Kasten insan öldürme değil ama ihmalin göz göre göre alınmayan önlemler nedeniyle olması. 

Şimdi bu olayın mahiyetine, ölen işçi arkadaşımızın sayısına, Firmanın bu kadar görülen  aşikar hatasıyla nasıl oluyor da taksirle öldürme den dava açılıyor? İşte ana problem burada başlıyor. Hukukçu ve bir kısım iş güvenliği profesyonelleri dışında bu durum bilinmediği için aslında ilk andan itibaren üstünü örtme ve inşaat firmasını kurtarma operasyonuna dönecek olan mahkeme süreci start alıyor. Halk ve kamuoyu zamana yayılacak bu davalardan gündem olarak uzaklaşıyor. Küçük bir haber niteliği taşıyacak duruma indirgeniyor. Gazete köşelerinde üçüncü sayfada küçücük bir haber televizyonlarda ise on beş saniyelik haber. Zaten o ilk infial geçmiş, unutma süreci başlamış ve çarklar dönmeye başlamış oluyor. 

Torunlar inşaat firması yetkilileri ilk davada bu en düşük cezai müeyyideden de arındırılıp, suç direk asansör firması olan alt taşerona kaydırılıyor. Oysaki biz biliyoruz ki. Alt yüklenici firmaların iş güvenliğinde oluşacak eksik ve hataların tamamlanmasından, bundan doğacak kazalardan ana işveren sorumludur. Bizim iş kanunumuz bunu kesin bir dille belirtiyor. Ancak ilk iş bu ana yüklenici firma, yani Torunlar, temize çıkarılıyor.   

KAN PARASI DEVREYE GİRDİ
Dava ilerlerken Torunlar inşaatta boş durmuyor tabii ki ülkemizde en sık gördüğümüz aslında, insanların fakirliğiyle işleyen adaletsiz adalet sistemi de devreye koyuluyor. Torunlar ailelere kan parası teklif ediyor. Ölen işçilerin aileleri belki bu hukuk sistemini bildikleri ve güvenmedikleri için belki de yaşadıkları ekonomik darboğazı aşmak için şirketle anlaşma yoluna gidiyor ve şirkete yönelik suçlamalarını geri çekiyorlar. Burada ki anlaşmanın kaç liraya yapıldığını bilmiyorum ancak anlaşmaya yanaşmayıp şirkete dava açan işçi ailesinin bize söyledikleri şöyle: “Torunlar İnşaat 700 bin teklif etti Kabul etmedim.”

Mecidiyeköy’deki Torun Center inşaatında meydana gelen işçi katliamında ölen 10 işçiden Cengiz Tatoğlu’nun babası Selim Tatoğlu, şikayetçi olmaması için kendisine 700 bin lira teklif edildiğini, ancak kabul etmediğini söyledi.

6 Eylül’de meydana gelen faciada ölen 10 işçiden 8’inin ailesine, Torunlar GYO tarafından tatmin edici bir ücret ödendiği ve sulh protokolü imzaladıkları ve dava açmaktan vazgeçtikleri ortaya çıkarken, anlaşma yapmayan Cengiz Tatoğlu’nun Zonguldak’ta oturan babası emekli madenci 58 yaşındaki Selim Tatoğlu, şirket avukatının kendisini telefonla aradığını söyledi. Avukatın, “Anlaşalım, diğer aileler 700 bin liraya anlaştılar” dediğini ifade eden Selim Tatoğlu, şöyle konuştu: “Ben, ‘Onların paraya ihtiyacı vardır’ diyerek kabul etmedim. Sizin oğlunuz olsaydı siz ne yapardınız?’ dedim. Yine de görüşmeye çağırdılar. 25 Ekim’e randevu verdiler. ‘Gelirim’ dedim. Ama o gün gidebileceğimi sanmıyorum. Başka işlerim var.”

Şimdi burada bambaşka bir konu karşımıza çıkıyor. Bu anlaşmaları imzalayan ailelerin durumu. Kesinlikle hangi sebeple anlaşırlarsa anlaşsınlar anlaşılmayı beklerler kamuoyundan. Çünkü ölen insan onların oğullarıdır. Eve ekmek getiren çocuklarıdır. Ve bu kaynak artık kesilmiştir. Aile yaşamaya devam etmek durumundadır. Türkiye’de bu tip güçlü şirketlere karşı açılan davaların nasıl uzadığı, sonuçlanmadığı ve bir yerden giren karanlık eller sayesinde nasıl güçlü firmaların lehine sonuçlandığını bilmektedirler. Dolayısıyla bu durumda kolay ve ağrılı bile olsa o para bir çıkış yolu olarak görülmektedir. Uzaktan davulun sesi hoş gelir diyerek kamuoyunun veya bu hat üzerinde mücadele edenlerin de mücadele azmini kıran bu anlaşmalara mecbur kalırlar. Bu durumun değişmesinin yolu ayrı bir yazı konusudur. Ancak şunu söyleyebilirim tüm hukuk sistemini hızlandırıp bu mağduriyetler giderilmeden yakınlarını kaybeden insanları suçlamayı kesinlikle doğru bulmuyorum.

CEZA: 60 BİN LİRA
Hukuk süreci çeşitli süreçlerden geçmeye devam etti. Özellikle  davanın ilerleyen dönemlerinde TOKİ’nin de bu iş cinayetinde suçu olduğunu bize gösterdi. Davanın Başbakanlık Teftiş Kurulu raporları incelenmesi sonucunda Torunlar GYO ve TOKİ arsındaki ciddi bir hukuksuzluğu tespit etti. Konu ile ilgili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılan dava sürerken faciayla ilgili olarak TOKİ yetkililerinin de yargılanmasına karar verildi. 

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma Bürosu tarafından hazırlanan iddianamede, Başbakanlık Teftiş Kurulunun hazırladığı rapora yer verildi. İddianamede, “İş kazasının yaşandığı 06.09.2014 tarihi itibarı ile tapu kayıtlarına göre arsa sahibinin Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) olması nedeniyle hukuki sorumluluk doğurduğu, tüm arsa bedelinin o tarihe kadar tahsil edilmiş olmasına rağmen tapu devir işlemleri için 31.12.2014 tarihine kadar anlam verilemeyecek şekilde süre verildiği” ifadesi yer aldı.

Tabii bu sürece kamu çalışanlarının da eklenmesiyle sanki çok geniş kapsamlı suçlu aranması oyunu sahneleniyordu. Fakat biz kendi tecrübemizle biliyoruz ki bu süreçler sadece mahkeme süreçlerini uzatmaya, gerçek suçluları ve cezayı açığa çıkarmadan ortalığı bulandırmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Bütün bu süreçler yaşandı. Davalara zaman içinde ilgi azaldı. Yaşanan facia unutuldu. Mahkeme sürecinde binlerce sayfalık dosyalar ve ilişkiler oluşturuldu. Biz bütün bunları takip etmekten yorulduk. Sonuç faciadan tam dört yıl sonra açıklandı. İçeride kimse kalmadı. Torunlar GYO suçsuz bulundu. Asansör firması yetkilileri suçlu bulunarak 60 bin lira para cezasına çarptırıldı. İnanın doğru söylüyorum. Ülkemizde 10 tane işçi göz göre göre , geliyorum diyen bir kaza sonucunda öldü ve cezası belli oldu. 60 bin lira para cezası. İnsanın nutku tutuluyor. İnsanlar bu haberi de gazetelerin köşe sayfasında küçücük üç beş puntoyla öğrendiler. Çünkü yeterli zaman geçmiş. Ailelerin çoğu ikna edilmiş. İnşaat devam etmiş. Hukuk üzerine düşeni yapmış davayı unutturarak ve infial çıkmasını önleyerek  davayı sonuçlandırmıştı.

ŞİMDİ BU KARAR VE BU CİNAYET BİZLERE NASIL MESAJLAR VERİYOR?
Öncelikle Torunlar GYO ile anlaşan aileler haklı çıkmıştı. Hukuk, ölen işçilerin haklarından ve ailelerinin acılarından bağımsız olarak kendi kapitalist sürecinde iktidar ve işveren iş birliği ile üzerine düşeni yapmıştı. Hukuki yoldan hak arayan babaya da daha fazla bu işin peşine düşme, önünde koskocaman bir dağ var aşamazsın diyordu. 

İş güvenliği ve iş cinayetleriyle ilgilenen ve bu davaları alan avukatlara ve hukukçulara; sizin de yapacaklarınızın bir sınırı var. Bırakın kazalardan sonra aileler firmalarla anlaşsın ve paralarını alıp sussunlar. Davaları daha fazla takip edip, kamuoyu yaratmaya çalışmayın nafile önünüzde koskocaman bir dağ var aşamazsınız.

Biz iş güvenliği profesyonellerine diyor ki. Siz çalışın elinizden geleni yapın ancak işverenle de aranızı fazla bozmayın sonuçta aksayan iş güvenliği hizmetlerinden dolayı ortaya çıkabilecek bir kazada biz iktidar ve hukuk sistemi olarak işverenin arkasındayız. Daha fazla üstüne giderseniz işverenin sorumluluklarını yerine getirmiyor diye, önünüzde koskocaman bir dağ var aşamazsınız. 

İşverene diyor ki bu süreç, siz işlerinize bakın, ekonomiyi büyütün, inşaatlarınızla ilgilenin. Elinizden geldiğince iş güvenliği ve kazaları konusunda yapabileceklerinizi yapın ancak bu işin fıtratında kaza var. Kaza olursa biz sizin arkanızdayız. Siz betonlarla örmeye devam edin ülkenin dört bir yanını biz sizin en güçlü destekçiniziz.

Asıl muhatap olan işçiye ise şunu söylüyor bu süreç: Siz çalışın, ekmek paranızı kazanmak için alın terinizi dökün o inşaatlara ancak bizim iş güvenliği adına yaptıklarımız ve yapacaklarımızın sınırı bu. Eğer çalışırken başınıza bir şey gelirse de fazla abartmayın. Üstünde fazla durmayın. Ölmeniz gerekiyorsa öleceksiniz. Yaralanmanız gerekiyorsa yaralanacaksınız. Ancak önemli olan ülke ekonomisi ve kalkınma hamlesi. Yok ama bu mantığa karşı çıkarsanız eğer hukuksal olarak hakkınızı armaya kalkarsanız karşınızda koskocaman bir dağ var bunu aşamazsınız.

Son mesaj da topluma; üzülün tamam olay olduğu ilk günler üzülün, ağlayın hatta evlerinizde isyan edin ancak sonrasında UNUTUN… 

Yok, unutmam da bu işin peşine düşerim derseniz karşınızda koskocaman bir dağ var. UNUTMAYIN…

Bana verdiği mesaja gelince: O dağları delmenin zamanıdır Ferhat!  

Saygılar...