Gemi Söküm Sektörü İşçi Yiyor, Kan Kusuyor - Gamze Yentür

İzmir-Aliağa dünyanın ikinci, Türkiye’nin ise en büyük gemi söküm merkezlerinden birisi. Bilhassa Avrupa’da bu büyüklükte bir tesis bulunmuyor. Bu sene şubat ayında başlayan gemi söküm işçilerinin eylemlilikleri ile birlikte tüm kamuoyu yönünü buraya çevirmek zorunda kaldı. Gemi söküm sektörü ağır iş sektörlerinden olsa da gerekli örgütlenme ve mücadele uzun yıllardır yapıl(a)madı. Bırakalım örgütlenmeyi sektör hukuken ağır iş kolu olarak dahi kabul edilmiyor. İşçiler çok kötü koşullar altında çalışıyor ve hemen hemen hepsi başta kanser olmak üzere gemide bulunan kimyasallardan kaynaklı birçok ağır hastalığa yakalanıyor. Bu sene yapılan direniş her ne kadar istenilen bir kazanımla sonuçlanmasa da birçok politik grup başta olmak üzere dernekler ve sivil toplum kuruluşlarını burada çalışma yapmaya ve işçilerin koşullarına dikkat çekmeye yönlendirdi. Son olarak geçtiğimiz günlerde 1300 ton kimyasal ve radyoaktif madde içeren Nae Sao Paulo gemisinin Aliağa’ya geleceği öğrenildi. 1300 ton kimyasalın yaklaşık 600-900 ton civarında asbest barındırdığı iddia ediliyor. Hem işçilerin sağlığını bozacak hem de bir bütün olarak çevreyi kirletecek olan bu gemi ile ilgili tartışmalar ve eylemler devam ederken kamuoyunun gözü tekrar Aliağa’ya çevrildi. Konu devamlı olarak asbest üzerinden tartışılsa da işçiler kendi içinde asbestten ziyade bu radyoaktif maddelerin nasıl temizleneceğini ve yok edileceğini tartışıyor.

Konu gereği çevreyi kirletme kısmını bu yazıda uzun uzadıya incelemeyeceğim. Asıl olarak işçilerin sağlığını ve bu konuda yapılabilecekler üzerine bir değerlendirme yapacağım. Gemi söküm işlemi gerekli tedbirler alındığı zaman kapitalistler için fazla kâr getirmeyen bir sektör haline geliyor. İşçilere iş malzemelerinin tedarikinin yapılması, sökülme işleminin uzun süreye yayılması, sökülen kısımların çevreye ve insana zarar vermeden yok edilmesi gibi çok önemli olan işlemler kapitalistler için hep birer masraf kalemi anlamına geliyor. Örneğin, Almanya’da 6 ay gibi bir sürede sökülen gemi bizim ülkemizde çok daha kısa sürede sökülebiliyor. Bu sebeple gelişmiş kapitalist ülkeler yerine bu işi daha çok bizim gibi daha geç kapitalistleşmiş ülkeler üstleniyor. Bizim gibi ülkelerde bu iş kapitalistler için kârlı bir biçimde yapılıyor. Çünkü ülkemizde gemi söküm işlemi uluslararası sözleşmelere aykırı ve düşük maliyetli yapılıyor. Düşük maliyetlerden en ok etkilenen işçilere oluyor ve tıpkı Marx’ın dediği gibi, ölü emek olan sermaye, vampir gibi canlı emeği emmekle yaşıyor ve ne kadar çok emerse o kadar çok büyüyor ve gelişiyor.(1) Ülkemize gelen gemilerin çoğunluğu Avrupa menşeli. Avrupa Birliği, görünüşte Aliağa’da 22 şirketten 8’ine güvenli ve çevreye zararsız söküm yaptıklarını gösteren onaylı tesis unvanı verdi. Gemilerini buralara gönderiyor. Her ne kadar onaylı tesis oldukları iddia edilse de bu şirketlerin sadece denetim zamanında işi kuralına göre yaptıklarını daha sonra yine eskiye döndüğünü gemi söküm işçilerinden öğreniyoruz. İşçiler denetimin önceden şirket tarafından bilindiğini ve iş yerini ona göre hazırlandığını ifade ediyorlar. Özcesi bu denetimler esnasında tam bir tiyatro oyunu oynanıyor. Bütün bunlar bildiklerimiz ve bildiklerimizin ilanı. Ancak sadece bilmek yetmiyor. Genel olarak yazılan yazılar değerlendirme ile sınırlı kalan yazılar. Neler yapılabilir, birazda onları konuşmak da fayda var.

Birçok kurum ve kuruluş genel olarak gemilerin gelmesinin engellenmesi gerektiği görüşünde. Bu talep kısa vadede akılcı olsa da maalesef uzun vadede gerçekçi bir çözüm değil. Bunun yerine işçilerin koşullarının iyileştirilmesi ve çevreye zarar vermeyecek şekilde gemilerin sökümlerinin yapılmasını talep etmek daha makul gözüküyor. İşçiler gemilerin kendi ekmek teknesi olduğunu ve çalışmak zorunda olduklarını da her koşulda ifade ediyorlar. Buradan yola çıkarak bu koşulların sağlanması için şimdilik gemilerin gelmesinin engellenmesi bir baskı unsuru olarak kullanılıp koşulların iyileştirilmesi üzerine talepte bulunmak en sağlıklı olandır. Nitekim bu tarz gemiler nereye giderse gitsin, hele de bizim gibi ülkelere gittiğinde gittiği yerdeki işçi sınıfının yaşamını ve topyekûn dünya iklimini etkileyecek nitelikte. Diğer yandan ülkemizde hukuken bu sektörün ağır iş kolu olarak kabul edilmesini sağlamalıyız. Böylece işçilerin ücretleri ve koşulları da ona göre düzenlenecek ve hak arama sürecinde de işçiler için avantaj haline gelecektir. Uluslararası Basel ve Hong Kong Sözleşmeleri gibi konuya ilişkin sözleşmelerin uygulanmasını ve denetlenmesini talep etmeliyiz. Bizim ülkemizde denetim ilk birkaç hafta yapılıyor daha sonra yapılan işi kimse denetlemiyor. Özellikle Aliağa’da bu sektörü domine eden patronların birbirleri ile hem dayanışması hem de işbirliği var. Onların karşısında ise işçiler parçalı ve örgütsüz. İşçilerin örgütlenmesini engelleyen en önemli şeylerden biri taşeron sistemi. Geçtiğimiz aylarda yapılan direnişte bütünlüklü bir tablo yakalayamamanın en önemli sebeplerinden biri taşeronlaşmaydı. O sebeple parçalı yapının örgütlenme önündeki engelini kırmak ve işçilerin birlikte hareket etmelerini sağlamak bundan sonra yaşanacak bir hak arama eyleminin bütünlüklü ve sonuca ulaşan bir tarz getireceği aşikârdır.

Dipnot
1- Karl Marx, Kapital 1. Cilt, Sol Yayınları, Mayıs 2011, S.230