Sendikalaşmanın önünde ciddi engeller var. 2012 yılında yeniden düzenlenerek yürürlüğe giren ancak bir önceki yasanın devamı olan 6356 Sayılı Kanun da tabloyu değiştirmedi. Bu yasal engellerin yanı sıra sendikaların geçmişten bugüne yenilenemeyen örgütlenme pratikleri, deneyimleri, yapıları ve perspektifleri sendikaların örgütlenmesinin önünde engel olarak güncelliğini koruyor. Bu durumun acı faturasını her geçen gün derinleşen ekonomik kriz koşullarında kıvranan işçiler ödüyor.
Sendikanın olağanüstü dönemlerde bir güvence olduğunu salgın döneminde bir kez daha test ettik. Salgın döneminde işçilerin ekonomik kayıpları diğer işçilere göre çok az oldu ya da hiç olmadı. Ekonomik krizlerde de öyle. Örgütlüysen Bekaert grevinde olduğu gibi, tek adamın bile iradesine karşı durabilirsin, değilsen asgari ücret komisyonundan medet umar reva görülene razı olursun.
Sendikalar geçmişten bugüne kadın işçilerin örgütlenmesini “sorun” olarak gördü. Hatta çoğunlukla kadın emeğini görmedi, yok saydı. Erkek egemen sendika anlayışı bunu kadın işçilerin isteksizliğine, gönülsüzlüğüne hatta sendikalaşmanın önemini kavrayamamasına kadar götürdü. Halbuki tam tersi bir durum söz konusudur. Esas sorun kadınları örgütleyecek bir kadın politikasının öneminin sendikalar tarafından kavranamamış olmasıdır. Elbette bu isteksizliğin altında sendikalara hâkim patriarkal düzen ve iktidar ilişkileri yatıyor.
Çalışma yaşamı dönüşüyor
Sendikaların kadın politikası konusundaki direnişine rağmen, sendikaların feminist politikalara ihtiyacı artıyor. Bunu resmi veriler de ortaya koyuyor. Çünkü çalışma yaşamının çehresi değişiyor. Bu değişimi yakalayamayan sendikaların krizi, yasal engellerin ötesinde devam edecek. Cinsiyetçi istihdamın ve iş bölümünün yaygın olduğu imalat sanayinde kadın oranı her geçen gün artıyor. Bunu görmek için SGK verilerinin son üç yılına bakmak yeterli.
Bu genel tablo içinde biri geleneksel olarak erkek işçilerin ağırlıklı olduğu metal sektörüne diğeri kadın işçilerin yoğunluklu olarak çalıştığı tekstil sektörüne yakından bakalım. Benzer bir değişimi, diğer erkek egemen sektörlerde de görmek mümkün. Ancak bayrağı metal sektörü taşıyor. Elimizdeki SGK verileri önemli bir değişimin olduğunu net bir şekilde veriyor. Elbette kayıtdışı çalışmanın kadınlar arasından daha yaygın olduğu gerçeğini ve bunun her iki sektör için de geçerli olduğu bilgisini saklı tutuyorum.
Tablodan da görüldüğü gibi metal sektöründe son üç yıl içinde kadın işçi oranı yüzde 15,66’dan 23,35’e 7 puanlık bir artış göstermiş. 2022 Ekim ayı verilerine göre erkek işçi oranı da benzer şekilde yüzde 84,18’den 76,52’ye gerilemiş durumdadır.
İmalat sanayi içinde tekstil ve hazır giyim sektörü de geçmişten bugüne kadın işçilerin yoğunluklu çalıştığı alanlardan biridir. Bu sektördeki değişimin oranı metal sektörü ile kıyaslandığında SGK verilerine yansıdığı şekliyle istihdam artışının daha düşük kaldığı görülüyor. Öyle ki, sektördeki kadın işçi oranı 2020’de yüzde 40,06, 2021’de yüzde 40,71 iken 2022 yılında yüzde 42,59 olarak gerçekleşmiştir. Yani 2020 ile 2022 arasındaki değişim 2,5 puanlık bir artış şeklinde olmuştur.
Biri erkek işçilerin diğeri kadın işçilerin hakim olduğu bu iki sektörün kayıtlı işçi verileri üzerinden birçok şey söylemek mümkün. İlk elden kadın işçilerin erkek egemen sektör olarak bilinen metal sektörüne yönelimlerinin olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en önemli nedenlerini ise ücretlerin daha yüksek, sendika örgütlülüğünün güçlü ve teknolojik değişimlerin/otomosyonun dönüşümün etkisi olarak sıralayabiliriz. Eğitim düzeyi artan kadın işçiler metal sektörüne yöneliyor. Birleşik Metal-İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin (BİSAM) son dönem verileri de kadın işçilerin erkek işçilerden daha eğitimli olduğunu gösteriyor. Özellikle üretimde çalışan kadın işçiler arasında lisans ve yüksek lisans yapan kadınların oranı erkeklerden fazladır.[1]
Bunu kişisel deneyimim de söylüyor. Üniversite sayısının arttığı ve mezun olanların alanlarında iş bulamaması neticesinde eğitimli kadınlar arasında metal sektöründe işe girme eğilimi artıyor. Birleşik Metal-İş’in üyesi kadınlar arasında, tarihçi, çalışma ekonomisi mezunu, atanamamış öğretmen, işletme ve iktisat vb. mezunlarıyla daha sık karşılaşır oldum. Meslek liselerinde cinsiyetçi eğitim devam ededursun, eğitimli kadınların forklift, vinç kullanıcısı, CNC operatörü olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Ayrıca, dışarıdan üniversite okuma oranı da kadınlar arasında daha yüksek olduğunu söylemeliyim.
Bu dönüşümün temelinde kadın hareketinin yıllardır verdiği mücadele var. Kadınların kurtuluş mücadelesi ve kendini çalışma yaşamının her alanında var etme mücadelesi işverenlerin işe alım pratiklerini dünyada ve ülkemizde zaman içinde değiştiriyor. Dünyanın birçok yerinde çalışma hayatında toplumsal cinsiyet eşitliğinin önemi atıyor. Ülkemizdeki erkek egemen sektörler metal sektörü başta olmak üzere imalat sanayiinin tüm alanları bu değişimden nasibini alıyor. Kadınlar erkek egemen sektörlerde ve erkek işçilerin örgütlülüğünün yüksek olduğu alanlara giriyor ve sayıları azımsanamayacak kadar artmış durumda ve bu artış devam edecek.
Peki, geleneksel sendikalar hâlâ erkek işçileri merkezine alarak mı hem iç hem diş örgütlenme faaliyetlerini sürdürecekler? Yoksa kadın işçilere seslenen bir dili, eylemi, temsiliyet pratiği olabilecek mi? Bir kadın politikasına kapılarını açacaklar mı?
[1] Metal İşçilerinin Mesleki Sağlık Riskleri ve Sağlık Durumları Saha Araştırması Sonuçları