İlk hekim cinayeti gerçekleşti: Arkası gelir (ve TTB için bir not) - İlker Belek

Her toplumsal olayda olduğu gibi hekime ve sağlıkçıya yönelik şiddetin de toplumsal nedenleri var, böyle kavranmalı.

Antep’teki hekim cinayeti 17 yaşındaki bir çocuğun cehaletiyle, hırslarıyla, kiniyle açıklanamaz. Hastanelerdeki güvenlik yetersizlikleri neden olarak görülemez. Ne yapılacak? Her muayene odasına bir de özel güvenlik görevlisi mi yerleştirilecek ?

Bu cinayet sıradan bir olay olarak değerlendirilemez. Elde kesin veriler yok. Ancak eskiden yılda birkaç kere darp şeklinde hekime yönelik şiddet olgusu kamuoyuna yansırdı. Şimdi bu sayının 100’e yaklaştığı söyleniyor ve şiddet artık cinayet noktasına ulaşmış durumda.

Gelişmelerin bu tür sonuçlara neden olacağını uzun süredir söylüyoruz. Çünkü sağlık sistemindeki yapısal değişimin içeriğini, sonuçlarını biliyoruz ve bundan sonraki olası sonuçlarını kestirebiliyoruz.

Konunun hekimle halkı-hastayı karşı karşıya getiren boyutlarına kısaca odaklanarak, bu yapısal değişime bir kez daha göz atalım:

Öncelikle, son 10 yıl içinde, sağlık ortamında ve hasta hekim ilişkisinde olumsuz yönde farklı bir kültür şekillendi(rildi).

Bu gelişmede, kesinlikle, AKP’nin ve Sağlık Bakanı’nın özel bir katkısı var. Sağlık ortamı AKP’ye kadar zaten sorunlarla yüklüydü. Kimi pragmatik müdahalelerle, örneğin SSK’lıların bütün sağlık kurumlarına başvurusuna ve ilaçlarını serbest eczacılardan satın almalarına olanak tanıyarak, halkı önemli derecede rahatlattılar. Hemen sonrasında da ortaya çıkan sorunların sorumlusu olarak hekimleri gösterdiler. Hekimler için “daha iğne yapmasını bile bilmiyorlar” diyen de, “sırada kimse kalmayacak kaç hasta gelirse gelsin mutlaka bakılacak” diye buyuran da, hekimleri “bıçak parası”yla ceplerini doldurmakla suçlayan da kendileriydi.

Kenan Evren de çıktığı ilk yurt gezilerinde hekimleri halka şikayet etmişti. Yeni rejimlerin kuruluşunda hekimleri suçlamanın özel bir işlevi bulunuyor.

Hekimlere yönelik bu iddiaların doğruluk payı vardır, ama bu sorunları yaratanlar hekimler değildir. Nitekim, hekimlerin muayenehanecilik sistemi üzerinde ya da tıp eğitiminin niteliği konusunda hiçbir söz hakkı yoktur bu ülkede.

Sonuçta, halkımız, sağlık alanındaki sorunların suçlusu olarak hekimleri kodlamaya başladı. Hatta bu bakış açısı öyle provoke edildi ki, Sağlık Bakanlığı’nda hekimlerin şikayet edilmesi için özel bir hat bile kuruldu. Her hasta şikayeti hiçbir ön değerlendirmeye tabi tutulmadan hekim soruşturmalarının gerekçesi olarak kullanıldı. Hekimler zorla günde yüzlerce hastayı muayene etmek zorunda bırakıldı. İtiraz edenlerin, “işi kıvıramayanların” kaderi soruşturma oldu.

* * *

Sonra: Türkiye’de halkın hekim kullanma alışkanlığı anormal biçimde yükseldi. Bunu değerlendirmemizi sağlayan gösterge kişi başına yıllık hekime başvurusu sayısıdır. Örneğin, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde çalışan hekim sayısı 2002’de 18 bindi, 2010’da 28 bine yükseldi: 1,56 kat artış. Buna karşılık aynı dönemde bu kurumlarda muayene edilen hasta sayısı 110 milyondan 230 milyona çıktı: 2,09 kat artış.

Yıl içinde kişi başına hekime başvuru sayısı 2002’de 3 iken 2011 sonunda 8 oldu. Hekim başına yıllık muayene sayısı ortalaması (2007 için) OECD ülkelerinde 2543’tür ve bu sayı 1990-2007 arasındaki dönemde yıllık bazda %0,5 oranında azalmıştır. Türkiye’de sayı 3708’dir (2002’de yalnızca 2000 idi) ve sayı her yıl %6,2 arasında artmıştır. Artış hızının en yüksek olduğu ikinci ülke Danimarka’dır ve artıştaki oran sadece %0,6’dır.

Kısaca Türkiye’de hekimler anormal bir iş yükü ile çalışıyorlar ve bu iş yükü her yıl çok yüksek bir oranda yükselmeye devam ediyor. Bu yükün kaldırılması artık olanaksız.

Bu gelişmelerin de yukarıda sözünü ettiğimiz değişen kültürel ortamla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. AKP, halkın sağlık sisteminden memnuniyetini sağlamanın yolunun hekime ulaşımdaki engellerin kaldırılması olduğunu düşünmüş ve bunu, önünü arkasını hiç dikkate almadan, popülist bir politika olarak uygulamaya koymuştur.

Bugün Sağlık Bakanı hiçbir bilimsel dayanağı olmaksızın, muayene edilen hasta sayısındaki artışı performans kriteri olarak kullanmaktadır. Yani hasta başına ayrılan sürenin (ki bugün hastanelerde bu süre ortalama on dakikadır ve büyük illerde bunun ancak yarısı kadardır) azalması, yani hizmet niteliğindeki düşüş yüksek performans olarak değerlendirilmektedir.

Kişi başı muayene sayılarındaki logaritmik artış Sağlık Bakanlığı tarafından özellikle uyarılmakta, halk daha çok muayene olmaya özendirilmekte, hasta memnuniyetinin temeline bu akıldışı yaklaşım yerleştirilmekte, buradan da AKP kendi İslami rejimini sağlamlaştıracak politik bir sonuç devşirmektedir.

Burada, bu sağlık politikası da, halkın bu türden memnuniyeti de yanlıştır. Bu hizmet ilaç ve tetkik tükettirmekten başka işe yaramaz.

Hekim üzerindeki iş yükünün artışı, yani hizmet niteliğinin bozulması gerçeği, sorunların tek sorumlusu olarak hekimlerin öne çıkarılması tercihiyle birleştiğinde, hekime yönelik öfkenin kabarmaması olasılığı zaten kalmamaktadır.

Bu ilişkiler ağına tabi ki başka açıklayıcı değişkenler de eklenebilir, ama tablo genel hatlarıyla böyledir.

* * *

Bu tablodan sağlık emekçileri tümüyle memnuniyetsizdir.

Hekime yönelik şiddet arttığına göre, aslında halk da hizmetten, sistemden memnun değildir. Ancak şimdilik sorumlu özneyi seçememektedir.

Ekleyelim, geçen hafta gerçekleştirilen tepki eylem ve grevlerine halkın verdiği destek şimdiye kadarkilerin çok üzerindeydi.

Kim bilir belki de, AKP kendisini en güçlü gördüğü yerde, sağlık alanında, en büyük darbeyi alacaktır.

Örgütlü olmaya, örgütlü çalışmaya, gerçekleri göstermeye ve gerçekler üzerinden diktatörlerle mücadeleye devam.

Ve Not: TTB’nin geçen hafta, hekime yönelik şiddetin önlenmesi konusunda Sağlık Bakanlığı’na ilettiği taleplerin son derece yetersiz olduğunu, sorunun özüne hiç dokunmadığını, örneğin performans sistemi, iş yükü, hekim istihdam politikaları, piyasalaştırma gibi konulara tamamen ilgisiz kaldığını ve bu kadarını örneğin Sağlık-Sen’in de yapabileceğini belirteyim. Oysa tüm bu konular da acil talepler listesine girer.

Sol