Artan Afganistanlı Göçmenlere Dair Tezler - Yağız Tanrıvermiş

Suriyelilerin yerleştirilmesi ile ilgili Avrupa Birliği ve Türkiye arasında imzalanan anlaşma Afganistanlıları kapsamıyor. İran ve Pakistan’da insani şartlarda yaşayamayan, Türkiye’de ise ancak geri dönmelerine izin verilen Afganistanlı göçmenler botlara binerek Avrupa’ya ulaşmak için riskleri göze almak durumunda kalıyor.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu açıklamasında "Son aylarda özellikle Afganistan kökenli yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıyayız. 2018 yılındaki kaçak göçmenlerin içinde 29 bin 899 kişi Afganistan kökenlidir. 2017’nin tamamında Afgan kaçak göçmen sayısı 45 bin 259 kişidir" dedi. Peki, son aylarda mülteci girişindeki artışın sebebi ne olabilir?

İran üzerinden gelen Afgan göçmen sayısındaki artışla ilgili birkaç tez var. Afganistan’daki zaten kötü olan hayat şartları son iki yılda Taliban ve diğer örgütlerle devlet arasındaki çatışma ortamının artması,  Afganistan vatandaşlarını ülkeden göç etmeye itiyor.

Bir başka fikir de mültecilerin devletler arası ilişkilerde koz olarak kullanıldığı yönünde. Pakistan’daki 2.5 milyona yakın mültecinin aralıklarla sınır dışı edileceği yönünde hükümetten gelen tehdit minvalindeki açıklamalar buna bir örnek. Bu bağlamda bir iddia Hacettepe Üniversitesi Göç Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Murat Erdoğan tarafından dile getirildi:

“Birden bire İran üzerinden gelmelerinin önemli nedenleri var. Bunlardan en önemlisi, İran’ın ülkelerinde 20 yıldan fazla zamandan bu yana yaşayan Afganları artık ülkeden çıkarmak konusunda zorlamaya başlaması. İran’da 3 milyona yakın Afgan mülteci olduğu sanılıyor. Bu konu ile ilgili önemli bir iddia da var. İran, Türkiye’ye AB tarafından mülteci konusunda destek olunduğunu ama kendilerine yardım edilmediğini söylüyor. Bu iddia çerçevesinde İran’ın sınırı gevşek tuttuğu kaydediliyor. Yani AB tarafından maddi destek verilmesi konusunda zorlama yapıyor olabilirler. Türkiye de yıllardır İran ile geri kabul anlaşması yapmak istiyor ama İran bunu kabul etmiyor. Bu olmadığı için de gelenleri geri gönderemiyoruz.”

Ağrı’da mültecilerle yapılan röportajlarda “İran polisinin yanından yürüyerek geçtiklerini” söyleyen Afganistanlılar bu iddiayı destekler nitelikte.

Dünya Bankası verilerine göre ise Afganistanlı göçmenlerin ülkeyi terk etme sebepleri 1990 yılında yüzde 95 oranında çatışma ortamıydı fakat bu değişti: 2015 itibariyle Afgan göçmenlerin yarısı ekonomik sebeplerle göç ediyor. Dünya Bankası, Afganistan ekonomisinin büyüme umudu olarak da Körfez ülkeleri ve Türkiye’ye göç edecek vatandaşlardan ülkeye gelecek parayı işaret ediyor. Mevcut verilerde Türkiye, Afganistan’a mülteciler yoluyla dışarıdan para gönderen ülkeler sıralamasında üçüncü sırada konumlanıyor.

Tüm bunlar henüz sayıları tahmin edilemeyen Afgan mültecilerinin Türkiye’ye gelmeleri için sebepler fakat Türkiye hükümeti bu durumu tersine çevirmekte kararlı.

Başbakan Binali Yıldırım’ın 8 Nisan tarihli konuşması ise mülteci kriziyle ilgili "Yasal yollardan gelenlerin başımızın üzerinde yeri var" derken yasal olmayan göçün, Irak ve Suriye'den de göç alan Türkiye için sıkıntı oluşturduğunu söyledi:

"Bir sene içerisinde 150 bine yakın yasa dışı göç olayıyla karşı karşıya kaldık. Bunlarla ilgili bir büyük sorun da bunlar arasında terör grupları da olabiliyor. Dolayısıyla bunlar ayrıca bir güvenlik tedbiri de oluşturabiliyor. Bu konuda İçişleri bakanlıklarımız gayet verimli bir çalışma yapıyor.”

Öncelikle, mültecilerin suçlu olarak gösterildiği “illegal göç” söylemi devletler tarafından yapılan keyfi sınır dışı uygulamalarını aklama görevi gördüğünü söylemek gerekiyor.

Afganistanlı mülteciler AB ülkelerine yaptıkları başvurulardan sonuç alamıyorlar. Çünkü Türkiye gerekli altyapıya sahip değil ve yatırımlarını bu yönde yapmıyor. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Mülteci Hakları Koordinatörü Volkan Görendağ’ın konuyla ilgili demeci bu gerçeğe ışık tutuyor:

“Hali hazırda faaliyette olan iki Kabul ve Barınma Merkezi olduğu biliniyor. Bunlar 100 kişi kapasiteli Yozgat ve 50 kişi kapasiteli Tekirdağ’da bulunan merkezler. Her yıl on binlerce sığınmacıyı karşılayan Türkiye’de toplam kapasitesi sadece 150 kişilik, iki Kabul ve Barınma Merkezinin olması büyük bir problem. Türkiye yetkilileri bunun yerine alıkonma yerleri olan Geri Gönderme Merkezi inşa etmeyi tercih ediyor. Hali hazırda 8 bin 276 kişi kapasiteli merkezlere ek olarak 7 bin 200 kişi kapasiteli yeni merkezlerin inşası devam ediyor. Oysa ki Türkiye’ye sığınanların ihtiyacı yeni geri gönderme merkezleri değil, Kabul ve Barınma Merkezleri’dir.”

Şubat 2018 verilerine göre, aciliyet bakımından ilk sırada gösterilen dosyaların yarısına yakını en az altı aydır görülmeyi bekliyor. Daha önce de Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) başvurarak üçüncü bir ülkeye yerleştirilmeyi bekleyenlerin yoğunluk sebebiyle geri çevrildiğini, sadece kronik hastalar ve ebeveyni olmayan çocukların dosyalarına bakıldığını biliyoruz.

BMMYK 2013-2017 yılları arasında  110 bin sığınmacıdan sadece 3109 kişi ile görüşme yapmış ve mülteci statüsü vermiştir ama geri kalan 107 bin kişi ön görüşme için beklemede kalmıştır.

"İmkanlar kullanılarak bunların gönüllü bazda geri gönderilmesi süreci de devam ediyor. Bu konuda herhangi bir sıkıntımız yok. Bu konudaki iş birliğinden dolayı ayrıca teşekkür ediyorum."

Başbakanın sözünü ettiği “gönüllü bazda geri gönderilme” mültecilerin aldıkları riskler göz önünde bulundurulduğunda pek gerçekçi bir senaryo değil. Uluslararası Af Örgütü’nün 24 Nisan tarihli raporunda ise konuyla ilgili, en az 2 bin Afgan'ın tutulduğu düşünülen Düziçi'ndeki çadırkentte “Türkçe bazı belgeleri imzalamaya zorlandıklarını ifade eden mülteciler” ve bu belgelerin Türk yetkililerin daha önce Suriye'den ve diğer yerlerden gelen mülteciler üzerinde baskı unsuru olarak kullandığı 'gönüllü sınır dışı formları' olabileceğinden bahsediliyor.

Örgütün aynı konuyla ilgili başka bir raporunda bu geri dönüşlerin niteliği konusunda önemli saptamalar yapılıyor:

“Bu geri dönüşleri etkilemek için Avrupa ülkeleri, Dahili Kaçış Alternatifi” (DKA) fikrine dayanarak Afganistan’ın bazı bölgelerini keyfi biçimde “güvenli” olarak adlandırdı. Diğer bir deyişle, yetkililer, kişilerin esas ilinin tehlikeli olduğunu kabul ediyor, ancak onlardan ülke içinde başka bir yerde yaşamalarını bekliyor. Örneğin, birçok Avrupa ülkesi Kabil’i güvenli bir yer olarak değerlendiriyor. Buna karşılık UNAMA, Kabil’in, özellikle de Kabil şehir merkezinin tüm ülkedeki sivillerin öldürüldüğü veya yaralandığı saldırıların yüzde 19’unun yaşandığı yer olarak en yüksek sivil kayıp sayısına sahip bölge olduğunu belirtiyor.”

Erzurum’dan sınır dışı edilen mülteciler ise açıklamalarında "Çalışmak ve Taliban'dan canımızı kurtarmak için buraya kadar geldik. Dağ, taş demeden günlerce yürüdük. Afganistan'dan 23 gün yaya olarak geldiğimiz yolu şimdi yaklaşık dört saat süren uçak yoluculuğu ile sonlandıracağız. Şimdi sınır dışı ediliyoruz. Ama yine döneceğiz. Ya kaçak olarak ya da pasaportlu olarak” diyor.

Uluslararası kamuoyu mültecilere karşı geçici çözümler üretmeye devam ettikçe, güvenli bölge arayan milyonlarca insanın sirkülasyonu devam edecek gibi görünüyor. (YT/EKN)

* Görsel: wikimedia