Irkçılık virüsü mutasyon geçirdi, aman dikkat! - Ercüment Akdeniz

Geçen yıl bu köşeden şöyle yazmıştım: “Küçükçekmece olayları (Çabucak unutulsa bile) geçmişte kalmadı, kalmayacak. Mülteci düşmanlığı; kulak arkası etmeye devam ettiğimiz sürece, çok daha vahim şiddet dalgalarına yelken açacak. Bizden söylemesi…”

O zamanlar Küçükçekmece’de, içinde çok farklı siyasal görüşten vatandaşlar, galeyana gelmişler ve Suriyelilerin dükkanlarını, evlerini taşlamışlardı. Bir yıl sonra bugün geldiğimiz hale bakar mısınız:

- 15 Temmuz 2020: Bursa’da yufka tezgahında çalışan Suriyeli Hamza Acan (17), karşı tezgahta Suriyeli bir kadınla çıkan tartışma yüzünden tercüman olarak çağrıldı. Pazarcıları kadına hakaret etmemeleri için uyarınca canından oldu. Tutuklanan 4 kardeşten sadece biri reşitti.

- 26 Temmuz 2020: Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde “Yabancı Öğrenciler Sınavı”na hazırlanan 5 Suriyeli genç, kurs çıkışında saldırıya uğradı. Saldırgan grup “Ya bu ülkeden gideceksiniz ya da sizi öldüreceğiz” diye bağırdı. Linç edilen Enes Hassani (17) beyin kanaması geçirdi, tedavisi sürüyor.

- 26 Temmuz 2020: İstanbul Küçükçekmece’de, İnşaat ve Dekorasyon İşçisi Suriyeli mülteci Muhammed Saeed (19) tanımadığı bir grubun saldırısına uğradı. Bacağında derin kesik oluştu. Eli bıçaklı şahıs “Önüme çıkan her Suriyeliyi öldüreceğim” diye bağırdı.

- 11 Ağustos 2020: Mardin Dargeçit’te Suriyeli İşçi Muayyıd El Mılhım (24) parke döşerken pompalı tüfekle öldürüldü. Sebep, A.B. isimli şahsın kendi evine parke taşı döşetmek istemesi ve Muayyıd’ın o an müsait olmamasıydı.

- 16 Ağustos 2020: İstanbul Zeytinburnu sahiline dinlenmek üzere giden 6 Suriyeli işçi, sarhoş olduğu iddia edilen biri tarafından kurşunlandı. Saldırgan kişi, evinin balkonundan Suriyelilere küfürler etti. Kurşunlardan ikisi Ütü İşçisi Abdulkadir Davud’a (21) isabet etti. Abdulkadir olay yerinde can verdi.

- 23 Ağustos 2020 (dün): Adana'da, sokakta tartıştığı kişi tarafından pompalı tüfekle kovalanan Suriyeli mülteci Selahattin Elhasan Elcunid (27) vuruldu ve hayatını kaybetti.

HÂLÂ BİRİNCİ DALGANIN İÇİNDE MİYİZ, YOKSA İKİNCİ DALGA MI BAŞLADI?
Bu soru artık günlük hayatımızın bir parçası. Koronavirüs salgınında veriler açıklandıkça hop oturup hop kalktığımız, virüsün öldürücü yayılma hızını ölçmeye çalıştığımız bir soru bu.

Peki, “Bütün dünyayı etkisi altına alan” diye başlayan o klişe açılış ve birinci, ikinci dalga diye devam eden tartışmalar sadece koronavirüs salgını ile mi alakalı? Maalesef tek derdimiz bu değil. Haber bültenlerinin pek konusu olmasa da “Bütün dünyayı etkisi altına alan” bir başka hastalıkla daha karşı karşıyayız: Irkçılık, yabancı düşmanlığı! Bu illetin Türkiye’deki yayılma hızı ise hiç yabana atılmamalı.

Suriye göçünün 9’uncu yılında şöyle geçmişe doğru tarama yaptım. Benim gördüğüm şu: Suriyeli mültecilere yönelen saldırılarda yoğunluk daha çok 2014 ve 2016 yıllarında yaşanmış. Antep, Maraş’tan İstanbul, Ankara ve diğer kentlere uzanan bir saldırı zincirinden söz ediyoruz. Ben 2014 ve 2016’da yaşanan galeyan, linç olaylarını toplumsal fay hatlarında yaşanan iki önemli kırılma olarak görüyorum. 2019 ile tekrar ivme kazanan ve 2020’yi de içine alan son saldırı vakaları ise korkarım ki üçüncü bir dalganın ya da fay kırılmasının habercisi. Daha da ileri gideyim; galiba fay kırıldı!

SALDIRILARIN TÜRÜ MUTASYONA İŞARET
“Virüs mutasyon mu geçirdi?” Bu soru, pandemide merakımızı canlı tutan bir başka soru oldu. Kovid-19’un mutasyon geçirip geçirmediğine dair bir yorum yapmam bilgi hazinem gereği mümkün değil. Ama mültecilere yönelen ırkçı saldırıların belirli bir mutasyona uğradığını saha notlarıma dayanarak söyleyebilirim.

Son saldırılara baktığımızda şunu görüyoruz: Bir mahallenin, bir kentin galeyana gelmesinden ziyade, bu kez yaşça daha küçük ve sayıca daha az grupların saldırıları söz konusu. Ölenler ve öldürülenler, vuranlar ve yaralananlar içinde artık çocuklar da var! Dikkatinizi çekerim; yakalanan, tutuklanan çocuklar suça sürüklenen çocuklar (SSÇ) sıfatıyla yargılanıyor.

Anne ve babalarının işsizliğinden, kendilerinin geleceksizliğinden Suriyeli mültecileri sorumlu tutan ve buna mukabil bizzat kanlı şiddet olaylarına yönelen bu çocuklar, Türkiye’nin geleceği için de büyük bir muamma değil mi?

Hatırlarsak, Gazeteci Hrant Dink’i çocuk yaşta biri vurduğu için eşi Rakel Dink “Bir bebekten katil yaratmak” mevzusunu gündeme getirmişti. Toplum olarak çok konuştuğumuz ama az derinleştiğimiz bir mevzu bu. Zira şimdi mültecilere karşı bir değil binlerce çocuk; bebeklik ile katillik arasındaki o karanlık tünelden koşar adım geçiyor. Yıllardır açık yürütülen ırkçı siyaset ve göz yumulan nefret söylemleri, (Yoksul halk çocuklarını zehirleyerek) kendi “katil” çocuklarını doğuruyor! Irkçı akımlardan etkilenen emekçi anne ve babalar ise mültecilere her sövüp saydıklarında, aslında farkında olmadan kendi çocuklarını ateşin içine atmış oluyorlar.

AŞI NE ZAMAN BULUNACAK?
Virüslerin çaresi aşı, zehirlerinki ise panzehir. Korona günlerinde aşina olduğumuz ve sıklıkla karşılaştığımız şu çağrıyı hatırlayalım: “Aşı bulunana kadar mesafe, maske ve temizlik kuralına dikkat!”

Irkçılığın aşısı (ya da panzehri) aslında belli: Toplumsal çelişkileri bir ırkı, dini, dili ya da milliyeti hedefe koyarak değil sınıf mücadelesi ekseninde çözmeye çalışmak. Ne var ki emekçi sınıfların bunu kendiliğinden öğrenmesi ne mümkün ne de bu bilinci onlara taşımak öyle kolay. Ama yakın vadede halkın en azından ırkçılıkla arasına mesafe koyması ve çocuklarını bu illetten koruması hem ivedi bir sorun hem de şart.

GÖÇÜN 10. YILI: ÇÖZÜM NEREDE?
Bitirirken birkaç öneride bulunmak istiyorum: Öncelikle saldırıya uğrayan, çocuklarını kaybeden mülteci ailelerin hukuki desteğe ihtiyacı var. Bursa Barosu örneğinde olduğu gibi sahiplenme, davaya müdahil olma talebi çok kıymetli. Söz konusu çocuklar olunca eğitimci sendikalarına da görev düşüyor. TTB gibi sağlık ve meslek örgütlerinin de yaralanan çocukların, gençlerin yanında olması bir diğer ihtiyaç. Yası ve acıyı paylaşmak, mahalle bazında ziyaret ve dayanışmada bulunmak da bu süreçte çok önemli. Her can sıkıcı olayda gönül kapılarının kapanmaması, tersine iki toplum arasında yeni kapıların açılması için bu tür adımlar çok anlamlı olacaktır.

Ama en nihayetinde göç sorunu, kültürel çatışma ve yabancı düşmanlığı çok daha kapsamlı bir tartışma gerektiriyor. Suriye’den gelen ilk göç kafilesi 252 kişiydi ve nisan 2011’de Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan giriş yapmıştı. Toplum olarak ısrarla kaçındığımız bu tartışmaları umalım ki Suriye göçünün 10’uncu yılında yaparız. 2021’in daha aydınlık olması bu tartışmaların nasıl hazırlandığına da bağlı.

Evrensel