İktidar ve sermaye eliyle büyütülen çocuk işçiliği - Berke Aslan / Deniz Çelik

Türkiye’de eğitim sistemi, uzun süredir hem bilimsel hem de eşitlikçi temellerden uzaklaştırılıyor. Son günlerde yeniden gündeme gelen, liselere yönelik “2+2” ve “3+1” diye adlandırılan modeller ise bu dönüşümde kritik bir eşik. Görünüşte “esnekleşme” ve “bireyselleşme” gibi kavramlarla sunulan bu modeller, gerçekte zorunlu eğitimin kademeli biçimde azaltılmasını hedefliyor. Bu da özellikle yoksul ve emekçi çocukların erken yaşta iş gücüne katılmasına, yani çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasına neden olacak. Eğitimin piyasaya açılması, devlet-sermaye işbirliğiyle bu çocukların ucuz iş gücü olarak sisteme dahil edilmesinin önünü açıyor.

Neden şimdi gündeme geldi?
Yeni eğitim modeli tartışmasının fitilini, iktidara yakınlığıyla bilinen Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen’in Genel Başkanı Ali Yalçın’ın açıklamaları ateşledi. 36 binden fazla öğretmen, veli ve öğrencinin katıldığı bir anketin sonuçlarını kamuoyuyla paylaşan Yalçın, katılımcıların ezici çoğunluğunun mevcut 12 yıllık zorunlu eğitim sisteminden memnun olmadığını iddia etti. Araştırmada öne çıkan model ise 9. ve 10. sınıfı zorunlu, 11. ve 12. sınıfı isteğe bağlı hâle getiren “2+2” sistemi oldu.

Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de bu tartışmaların farkında olduklarını ve kamuoyundan gelen talepler doğrultusunda düzenlemeler yapılabileceğini belirtti. Bu açıklamalar, kamuoyunun değil sermaye çevrelerinin taleplerinin dikkate alındığını gösteren başka gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde daha anlamlı hâle geliyor.

2+2 ve 3+1 modelleri ne getiriyor?
“2+2” modeli, 9. ve 10. sınıfın zorunlu, 11. ve 12. sınıfın isteğe bağlı olduğu bir sistem. Öğrenciler 10. sınıfı tamamladıktan sonra temel lise eğitimi diploması alacak. “3+1” modelinde ise 11. sınıf da zorunlu tutuluyor. Bu sistemlerde, öğrencilerin okuldan ayrılıp çalışmaya başlamaları teşvik ediliyor. Eğitim, böylelikle ucuz emek gücü kaynağına ihtiyaç duyan piyasaya uyumlu hâle getiriliyor. Erken yaşta okulu bırakma olasılığı artarken, yasal olarak çocuk yaşta olan öğrenciler, asgari ücretin dahi altında çalıştıracakları çocukların peşine düşen patronların ihtiyaçlarına göre şekillendirilen bir eğitim sistemi içinde kalıyor.

MESEM: Eğitim adı altında çocuk işçiliği teşvik ediliyor
Yeni sistemin temel ayaklarından biri olan MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi), eski adıyla Çıraklık Eğitim Merkezi, öğrencilerin haftada dört gün işte, bir gün okulda olmalarını öngörüyor. Asgari ücretin yüzde 30’u kadar maaş verilen bu öğrenciler, genellikle sanayi bölgelerinde konumlanan iş yerlerinde çalışıyor. Uygulamada bu sistem; çocukları ucuz, esnek, güvencesiz iş gücüne dönüştürüyor.

Çalışma süreleri kâğıt üzerinde haftalık sekiz saati geçemeyecek olsa da gerçek çalışma saatleri sıklıkla bu süreyi aşıyor. Aynı zamanda, haftanın bir günü okula gitme zorunluluğu da fiilen uygulanmıyor ve çocuklar, asgari ücretin yaklaşık üçte biri kadar bir ücret karşılığında tam zamanlı çalışan ucuz emek gücü olarak sömürülüyor. Öğrencilerin yemek, yol gibi hakları da sıklıkla gasp ediliyor. Bu sömürünün bizzat devletin teşvikiyle gerçekleşmesi, iktidarın sermaye yanlısı karakterini görünür kılıyor.

Devlet-sermaye işbirliği
Bu dönüşümün ardındaki aktörler oldukça net! İktidar, sermaye çevrelerinin taleplerine uygun politikalar üretmekte. MÜSİAD Başkanı Burhan Özdemir’in “eğitim zorunluluğu esnetilmeli” sözleri ve Bakan Yusuf Tekin’in patronların “eleman temininde güçlük çektiklerinden” söz etmesi, eğitimin patronların çıkarlarına göre şekillendirildiğini gösteriyor.

Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda da mesleki eğitimde kamu-sermaye işbirliğinin artırılması, meslek liseleri ve meslek yüksekokullarının yönetiminde özel sektörün daha etkin rol alması gerektiği açıkça vurgulanıyor. Organize sanayi bölgelerinin mesleki okullar için öncelikli alan olarak belirlenmesi, eğitim müfredatının sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi gibi adımlar, bu işbirliğinin ne kadar ileri gittiğini gösteriyor.

Koç Holding’in Kocaeli’deki fabrikasında, fabrika içine meslek lisesi kurulması planlanıyor. Yeni açılacak olan bu lisede, not ortalaması 60 ve üzeri olan öğrencilere “mesleki eğitim bursu” verileceği, mezun olanların en az yüzde 30’una istihdam sağlanacağı söyleniyor. Öğrencilerin istihdam vaadiyle sisteme çekilmesi ve MEB’le yapılan protokoller, MESEM uygulamasının sistematik hâle getirildiği örneklerden sadece biri.

Artan çocuk işçiliği, azalan okullaşma oranı
Bu politikaların en ağır bedelini çocuklar ödüyor. Türkiye’de 2025’in ilk altı ayında en az 30 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Son 12 yılda bu sayı en az 770’e ulaştı. Önlenebilir iş kazalarında yaşamını yitirmeyen binlerce çocuk ise ya sakatlanıyor ya da yaralanıyor. TÜİK verilerine göre, 15-17 yaş arasındaki her dört çocuktan biri çalışıyor. Bu çocuklar sendikal haklardan yoksun, güvencesiz, baskıya açık koşullarda çalışıyor.

Zorunlu eğitimin piyasa odaklı düzenlenmesi sadece çocuk işçiliğini değil, çocuk yaşta evlilikleri de artırıyor. 2024 yılının verilerine göre, 9 bin 354 kız çocuğu evlendirildi. Eğitim sisteminin gerici dönüşümüyle birlikte özellikle kız çocuklarının okullaşma oranı düşüyor; birçok kız çocuğu, çocuk işçi olmanın yanı sıra çocuk gelin hâline gelme tehdidiyle karşı karşıya kalıyor.

Ne yapmalı?
Bu tabloyu değiştirmek için toplumun tüm kesimlerine, özellikle liseli gençlere büyük görev düşüyor. Liselilerin, sınıf bilinciyle örgütlenmeleri, patronların çıkarları için yürüyen bu düzene karşı demokratik ve laik eğitimi savunarak mücadele etmeleri gerekiyor. Sıra arkadaşlarıyla birlikte bu gidişata “dur” demek, liselerde örgütlü mücadeleyi büyütmek, liseli gençlerin hem hakkı hem de sorumluluğudur.

Kılavuz